Islak bir düş’ ün ortasındayım: düşün
düşün sonuca varamadığım…
Telaffuz edemediğim kadar da dardayım
ve işte yüreğimin yerinden sökülen menteşeleri.
Sözcükler dipçiğim.
Aşksa ezik kılan içimi anmadığımda
aşkı aşikâr aşka âşık bir şarkıyım en çok da inlerken yüreğimin gamlı notaları.
İhbar edeceğim bir ben bir de bir
b/ölü iki iken aşk:
Bakmayınız aşka aşk dediğime aslında
aldığım nefesten tutun da hayallerimle yaşadığım kadar aşkı tek kişilik bir o
kadar kalabalık yüreğim sevdiğim kadar hele ki bu aralar kendimi.
Sözcükler umman.
Aşk kazan.
Kepçem ise kalemim ve yıkılmayan kale
duvarlarım gerçi öncemde hep de inşa etmişken kumdan kaleler ve her gün
süpürdüğüm kadar içimdeki seyyah gezgini…
Asla yıkılmam da diyemem.
Bazen bir yıkıntıya tekabül etsem
bile.
Asla vazgeçeceğim de diyemem
sevilmekle iştigal bir dünyadan ibaret değil benimki asla.
Sevdiğim kadar mutlu.
Sevildiğime emin olsam ne ki bir
ömür?
Gezgin yüreğimse bir metafor ve
içimde saklı s/onsuzluk kah isli yollar kah sisli şehir ve işte şimdi ihbar
ediyorum duygularımı.
Gamı gemlediğim.
Aşkınsa iteklediği kalemim.
Satırlarda saklıyım aslında satır
aralarında aslında yazmadığım binlerce nesir binler şiir ve hayal beklerken
beni CENNET DURAĞINDA.
Aşk ve âşık.
Gül ve bülbül.
Dikenlerimle sakit bazen güle
dönüştüğüm bazen bülbüle aslında her ikisi de saklı iken içimde.
Münferit heceler.
Mukaddes duygular.
Aşkın İlahi sarkacı.
Devindiğim yalnızlık kulvarı.
Ansızın aşka düştüğüm ansızın bir
düş’ e.
Düşülesi bir tuzak filan da değil
iken duygular ve işte şiirlerimle hemhal.
Gezegenin en yorgun müdaviyim:
Aşkın şık varlığında hüzün dolu
genelde.
Sevmeyi sevdiğimi bahşedense O.
Ve işte kılavuzum bülbül ve işte ben
güle ben kendime kavuştum sonunda.
Ruhumun surları.
Aynanın sırları.
Saydam yüreğimin kulvarı.
At koşturduğum değil atıfta
bulunduğum değil aslında ben içime esen o ters rüzgârım.
Üşüdüğüm kadar üşüten aklım.
Isındığım kadar içimde eriyen o
buzdağı.
Meskeni.
Mekânı.
Zamanı…
Belirsiz ve izafi bir eksende.
Yalnızlığımın mimarı iken cihan ve
severek çoğaldığım çoğalttığım duygularım.
Heyecanlar yaşıyorum seviyorum da.
Bazen heyelanlara denk düşüyorum ve
yetmezken…
Ve işte artçılarım iken şiirlerim.
Arpacık kumrusu gibi de düşünmüyorum
ve neyse geçen içimden ve işte izinde iken hiçliğimi giyinip sarıldığım iken
tek cübbem sadece kalemim cüssemin önemsizliği ruhumun giriftlerinde yüreğimin
de hicretinde hicvettiğim hayallerim.
Kordan satırlar.
Külümse eksik olmayan.
Gülümseyen bir sure ve işte aşkın
adandığı cennetim dediğim annem en şık hatta tek şık varlık ışıyan gözlerimi
bazen istila eden yaşlar ve yasımı unutup yasa mahiyetinde bellediğim kadar
sevgimi dirilen ölen hücrelerim ve zihnimde saf tutan ölen nöronlardan arda
kalan yeniden doğmanın hem sancısı hem müjdecisi iken istiflenmiş ne kadar
duygu düşünce varsa inançla umutla akça tenine kâğıdın bir bir döktüğüm
gözyaşım ya da mürekkebi benliğimin bazen damarlarımda akacak kan duramazken
yerinde ve işte duraksamadan sözcükleri döktüğüm aşkın titrinde saklı iken o
vaveyla.
Süklüm püklüm değil asla.
Belki salkım saçak.
Ve dinmeyen o izdiham bazen kesif bir
sessizlik ve lal sözcüklerin ete kemiğe büründüğü ihya ettiğim kadar yüreğimi
sevginin ve umudun iz düşümü.
Ne kibir.
Ne kinaye.
Arınmış ruhum kirden kinden nefretten
üstüne üstük durduk yere sevebildiğim.
Günü de kotardım madem.
Gümbürtüye gitse ne ki ömür?
Yan yana dizili nice duygu bana dair
ve sonunda kendimi hem kucakladığım hem de çok sevdiğim…
Ölü bir günü diriltmeye çalıştığım ne
ki ve de önünü alamadığım kah izdiham kah salgın azığım kelamım bazen
azımsandığım dinmeyen duygu bombardımanı.
Geceyi çalansa şiir.
Kapımı çalan da.
Çalgısı çengisi eksik olmayan bir
düzen başta ruhunu şeytana satmış o Çingene kadın papatyalardan alırken hırsını
adı fal olan aslında lal bir sözcükten seken ve papatya fallarında ölen nice
umut nice hayal kırıklığı ile devinen seyyah gezegen.
Ümidi ile de yaşarken insan en dar
zamanda bile Rabbin yetiştiği.
Bir enkaz değil asla yiten.
Asla pervasız değil inanan.
Kayıt açan kader ve boşalan haneler…
Hörgücü duyguların ve aşkın menşei.
Zirzop değil sıradan hiç değil
sırasız bir ölümde neşreden kara melek.
Uyruğu yok iken acılarımın.
Ulağı da yok iken ya da uleması mıdır
şiir?
Öznesi kavruk.
Özlemi yitmeyen.
Göğün serenadı yerin fermanı ve Araf’ta
saklı kala kalmışlığın bir başına değil vardır elbet inananın Sığınağı.
Akça pakça teninde göğün önce bir
yıldız kaymışken.
Akça pakça teninde beyaz sayfanın
şiirler ağırlanan.
Ağır çeken yükü aşkın elbet kalemin
seyyah yolculuğu.
Surdan kaleler.
Bozulmayan kaideler.
Kayıtsız şartsız da sevip umut etti
mi de insan…
İnkarı ne mümkün idamesi olası ve
kararan göğün değil karan yüreğin sonlanmayan haykırışı.
Zemheride ölse bile o çiçek değil mi
ki karı da delen tek çiçek ve işte kardelenler misali yüreğin mimarisi sevgi
her kapıyı açabilen açılmasa bile o kapı bacadan dalıp hayatı yüreği zengin
kılan.
Münakaşa ettiğim kadar kendimle bir
ömür ve işte münazarası da sonlanmayan duygularımla mükâfatlandırıldığım kadar
kendimle mutabakata vardığımın da bir göstergesidir yazdıklarım…
Yangından ilk kurtardığım mademki
yüreğim.
Közümde ve sözümde ve özümde saklı
tek servetim:
Sevginin nişanesi umudun rozeti iman
gücümle asılı kaldığım evrenin ve de mutluluğun ve huzurun aslında bir rivayet
olmadığına dair sancağımı da bayrağımı da dikmişken en tepeye ve evet, ben
zengin bir kulum aşkla deştiğim yaramdan sıyrılıp iç sesimle kanat açtığım
sonsuzluğa dair tüm fısıltıların ve de tüm hayallerimin gerçekleştiğine tanık
olmanın verdiği gururla göğüslediğim kadar acıları ve yüreğimin de
sallandırıldığı ipten kurtulup özgürlüğümü ilan ettiğim kadar tüm söküklerimi
dikebilmenin de mümkün olduğunu ispatladığım kadar da gerçeğim…