Hangi rengin mucidi olduğunu
bilememekten mustaribim.
Öksüzlüğümün keten tohumudur yetim
bir minvalde terk edilmişliğim.
Gönlümün surlarına asılı sureler ve
mesnetsiz suretlerle çevrili bir girdap bir de handikap sözcüklerin naftalin
kokusunda saklı güvenin yediği o muhteşem Bünyan halılarından kurtulduğum ve de
arındığım gün misali.
Gün geçmiyor ki:
Yorgun kıtalar aşayım.
Geceler geçmiyor ki:
Annemin zorlukla aldığı nefese
duacıyım.
Hükmedene duyduğum inanç ve İlahi
Aşk: nasıl da yakın bana şah damarımdan da öte şahlandığımda hüzünlendiğimde
içime akan yaşa ve yas’ a kefilim hem de bir yasa mahiyetinde büyüyen inancım
ve hüznüm ve çaresizliğim.
Ruhuma atılan bomba henüz infilak
etmedi ve zaman göstermekte ki z/amansız bir telaştır benimki aralıksız zılgıt
yediğim…
Göğün dinmeyen temposu.
Yerkürenin mizacı ve ihaneti.
Araf’ta saklı bir hayat sürdürdüğümse
nasıl ki tek gerçek ve gerekçem Allah katında saklı.
İndindeyim yalnızlığın.
İmbat gecelerin imdat çığlığımı duyansa
acil çağrı merkezi ve haneme sık sık dayanan ambulansın iç burkan sesi.
Gönlüm.
Bazen gönülsüz yaşadığım.
Kürediğim.
Tansiyonu ve hüznü düşmeyen bir
minvaldeyim.
Kafka ise meylettiğim acıdan en çok
nemalanan bense annemle ve ölüm ihtimali ile sınandığım kadar sıvazlıyorum
içimdeki yetim çocuğun sırtını sırf öksüz kalmasın diye sırf yetim hücrelerim
yeniden b/ölünmeden ve giriştiğim muharebede başrol sağlık personelinin iken…
En mutlandığımsa insanlardan ırak
acıma duyguları.
En mutlandığım çoğunun bana ve anneme
duyduğu nefreti zikrettiklerinde ve işte bağdaş kurduğum İlahi Dergâh ve sırf
Rabbim beni bağışlasın diye öteki âleme zamansız bir gidiş tasarladığım yeter
ki annem ölmeden değişsin dünyam.
Sözcüklerim efsunlu iken…
Ve sözcüklerimin dahi nefesi kesilmişken.
Aralıksız radyasyon alan annemin
bedeni ve çıkamadığı o ölçüm cihazları.
Ölüme en yakın.
Ölüme en uzak.
Hayatsa bana kurduğu onca tuzak ile…
Devamı olmalı mı sizce bazı duygu ve
cümlelerin?
Davası çoktan reddedilmiş mutluluk
denen sarkacın artık nabzını alamadığım duyguların ve hüznünse kat izinde saklı
iken iç sesim.
Gün geçmiyor ki.
Gecelerse hem durağan hem aksiyon
yüklü.
Tespit edilebilecek ne varsa nöbete
kaldığım.
Şafağı beklerken ruhumun da bedenimin
de şafağının attığı.
Yüküm ise bir yüklem.
Şükür yanımda Huda.
Özlemse yanımda iken bile annemi
özlediğim.
Emir kipim elbet: umut.
Aşkla eşleşen iç sesim ve günlerdir
dili damağı kuruyan iç sesim ve kalemim.
Her anons sağlığa dair.
Her yitim yarına gebe ve duacı.
Kafka benzeri bir hayattan mı yoksa
afra tafra yapanların isyanı mıdır iç sesimi ve umudumu bastıran?
Yerleşik düzen.
İletişim kurmakta zorlandığım
insanoğlu.
Temkinle yaşadığımsa bir gerçek ve
bir o kadar tecrit edildiğim.
En sevdiğim.
Sevdiceğim kalemim ve edebiyatın
satır aralarında rüştümü ispatlamış olsam bile yazmaya başladığım ilk günün heyecanı
ve coşkusu ile yol alırken ve ansızın kitlenen kalemim kilitlenen yüreğim.
Göğün tamburu.
Yerkürenin neyi var neyi yok bazen
bir ney sesinde kaybolduğum oysaki ne çalınan bir müzik var ne de çalıntı bir
ilham.
Sıklıkla telaffuz ettiğim.
Sancılandığım kadar kum döktüğüm.
Ve yıkılan kumdan kalelerim: kalemse
bir mızrap bir sayaç bir inkâr bir var oluş bir de yokluğun hikmeti…
On iki senedir aralıksız yazdığımın
ertesi ve daha dün anneme itiraf ettiğim o sakıncalı cümle:
‘’İçimden artık yazmak gelmiyor,
anne.’’
Ve ansızın annemin parlayan çivit
mavisi gözleri:
‘’Canın sağ olsun kızım varsın bir
süre ara ver ben eminim ki küllerinden yeniden doğacaktır kalemin. Bak ben de
bir şair gibi konuştum ve sıkma sen canını.’’
Hayatın mentollü nefesi.
İnsanların hız kesmeyen arsız nefsi.
Geçenlerde telefonda tartıştığım biri
hakkında yorum yapmamış olsam bile içimdeki ateşi büyüten ve kızgınlıkla üstüme
çullanan varsın kayıt dışı bir insan olayım varsın akrabalarımın gözünde bir
hiç ve demez mi?
‘’Annen ölüyor hatta çoktan ölmüş
olması lazımdı. Anla artık.’’
Acilde beklerken kulağıma çalınan
nice hasta yakınının umut dolu bekleyişleri ve bir an bile ne doktorların ne de
yakınlarının ümidini kesmediği.
Prangalar arasında sıkışıp kalan
ufacık yüreğim.
Ettiğim duaları bile hor görenler.
Kısaca Allah ile arama girenler.
Sağımda annem solumda umut.
Önümde hüzün arkamda devasa bir
Çınar.
Aşkın her anlamı.
Aşkın büyüsü.
Aşkın sadece iki farklı cins
arasındaki iletişimden ve yakınlıktan ibaret olmadığı gerçeği.
Bu aralar içime yine Kafka kaçtı.
Bu aralar nasıl da öykünüyorum Nilgün
Marmara’ya ve Didem Madak’a:
Hangisi daha can yakan?
Ölmek mi?
Yoksa sevdiğin en sevdiğin insanlarla
sınanmak mı?
Ne dünyanın malından ne de mülkünden
haz etmezken.
Benim için Sevgi, en kutsalı iken.
Allah rızası için yaşadığım ve yazdığımdan
da öte:
Allah rızası için anneme sıkı sıkı
sarılıp evladı olarak onu tepemde taşıdığımdan da öte yapabileceklerim sınırlı
olsa bile ve annemin bedeni güçsüz ve yorgun kalsa da şifayı umudu Rabbimden
beklediğim ve tüm sağlık personeli bir aracı iken onlara da duacı olduğum kadar
ruhumun duayeni iken iman gücü ve umut ve anne sevgisi.
Sözcüklerim.
Yaralı.
Yüreğim yamalı.
Uzaklardan gelen sesi Kafka’nın:
Hem edebiyattan ibaret hem de
sevgiden ve umuttan yana ödün vermediğim duygularım ve hayal gücüm ve imanım.,
İtaat ettiğim kadar kaderime kederim
de yükünü almış peşim sıra gelirken.
Tökezlesem de düşsem de yeniden ayağa
kalkmanın verdiği şükür duygusu ile bir yandan da duygularımı taradığım ve
elimden düşmeyen bir asa, aşk iken hikmeti rahmet iken bahşedilen bense sadece
Rabbimden isterken…
Gönülsüz bir kalem ve durağan ve
ansızın şahlanan ve bana z/aman tanıyan evren aman demeden arz ettiğim kadar
talep görmese de yüreğim üstüne ant içtiğim Kutsal Kitabım varsın ruhumla cihan
arasında bir arbede yaşasın.
Yosun tutmuş bir iklim.
Yâdım dünde saklı.
Yarınlarımsa Allah katında ve meçhul
olan onca şeye rağmen o münferit sözcükle eşleşip hatmettiğim ve hamt ettiğim
varsın dileyen de istediği haltı işlesin.
Bir yaşın bir de yasın akıbeti elbet
umut iken anayasam elbet umut iken ruhumun gıdası elbet içimde kalan onca
ukdeyi de yok sayıp şükre delalet bir yaşamdan talep ettiğime sadece Rabbim
iken tek tanık ve beni asla yalnız bırakmayan…