Renkli bir sarnıç mı yoksa nöbete
kalan bir yalvarış mı her düşüp de yere vidaladığım ayak izim renk vermeden sevebilseydim
keşke ve işte dürtülerin tek sakıncası gözümle gördüğüm kadar ben en kabul
görmemiş gerçeğim.
Sözcüklerim.
Duygularla eşleşen her biri.
Duyulmasa da iç sesimin yankısı ve
kalemin sırdaşlığında dikilesi söküklerim.
Bazen bir cendere bazen bir kaçış ve
racon kesen duygular varsın olsun sevmeler de bir aldanış.
En renkli duyguyla ördüğüm ilhamın
uçuşan perdelerine konan gönlüm ne kelebek ömürlü ne de s/onsuzluğa kanat açan
sadece vakur ve şükür iken hayatın hazinesi bilinmezle kucaklaşan.
Kanamalı sözcüklerden kestim ümidimi
sadece kaybolmak istiyorum yoğun temposunda bulutların ve ruhuma yağan nurun
peşi sıra göçmek ve çekip gitmek bu dünyadan.
Serbestesi sözcüklerin ve yazdığım
serbest şiirler ve nasıl da aşikâr serbest olmadığım tutuklusu olduğum
duyguların hazzında haizi olduğum hüznün menşei ve sadece yok olmak bir yıldız
olduğum gerçeği ile kayıp gitmek mademki insan ismiyle yaşar ismimle de ölmek
istiyorum.
Boşa düşen bir vatandaş hüviyeti ile
sığındığım baba evim.
Başa aldığım hikâyemin özünde saklı
iken hem közüm hem ilhamın ayak sesi.
Boş veremediğim kadar dünyaya
boşluğunu doldurmanın her adımında atılası bir gol elbet kendi kaleme ve
kalemimle sektiğim bir yer bir gök bir sağ bir sol ve asla ortalayamadığım
duygular hele ki yok mu o kesif sessizlik…
Hicranın prensesi.
Pres olmuş yüreğim.
Yazılası nice hüzün dilekçesi.
Efkârın kofu.
Efkârın küfü.
Efkârın mutluluğa ihaneti.
Ederim var ya da yok:
Belki de atıfta bulunası bir kabrim
bile yok iken…
Ve yatak döşek yatan duygular,
havadan nem kapan mizacım namım da almış yürümüşken hüzünle ettiğim dansta illa
ki ayaklar altında ezildiğimi görmek isteyenlerle çevrili iken dünyam.
Mim çekilmiş iken gözlerime ve miller
aşsam bile bir arpa boyu yol alamadığım.
Mimlenmiş iken yüreğim bir mim
sanatçısından da yok iken farkım:
Hüzün de benim neşe de.
Umut da benim ölüm de.
Ölürcesine sevdiklerim ölümsüzlük
dilediğim genç yaşlarım ve işte yaşıtlarımdan hayli farklı bin yaşında bir
çocuk olmayı saklı tuttuğum kadar acımla yaşamayı kolaylıkla başardığım.
İndinde cihanın.
İnhisarında aşkın.
İnme indi mi de kaleme.
Ve işte kale duvarlarında yazılı alın
yazım elbet başım gözüm üstüne elbet baş göz ettiğim hayallerim ve çalınmış
mutluluğum elimden kayıp gidenlerle tescilli el ayak da çekildi mi de ayak
izimi aradığım ruhumu taradığım ve gövdemden ayrı düştüğüm bazense bir ağaaaç
kovuğunda sıkışıp kaldığım ve işte o devasa ağacı gagaladığım tıpkı on yıldan
fazladır kalemimle yol alıp da kalem-kakan ruhumla izdivacına talip olduğum
duygularım ve rüyalarım çalınmış olsa bileee hayallerim sil baştan yeni
hayaller kurduğum.
Göğün mantalitesi:
En sevdiğim gök kuşağı.
Uçuşan bulutların akça pakça teninde
saklı ruhumun titri:
Alabildiğine beyaz.
Alaşağı edilmişliğimle tecrit
edildiğim dünyanın tarlasında sadece bir tohum adayı olsam bile ekin vakti de
geldiğinde toprağın içine iyice gömülüp gün ışığından mustarip ruhumdaki o kara
delikle taziyelerimi sunduğum hem bedenim hem ruhum hem yüreğim ve işte o
müthiş üçleme:
Umut ve sevgi ve inancın kollarında
açan çiçeklerim açan ruhum yeşillenen gözlerim yaşlı yüreğim yaslı bedenim yâdında
dünüm yakardığım sadece ulu Rabbim ve yandığım ve yağdığım aralıksız
yağmalandığım kale duvarları dik kalemse aşılmaz bir rüzgâr kale alınmasa da
varlığım kilit vuramadığım ruhum ve yüreğim ve sevgim.
Bir mizansen iken içimde saklı belki
bir milat.
Miadı dolmuş cümleleri çöp bildiğim
ve yeniden kuram dışı bir izlek bilip de boş beyaz sayfayı kurallara riayet
ettiğim kadar kuralsız sevmenin kitabını kolaylıkla yazabilirken kuralsız
nefret edenlere duyduğum öfke ve hicran iken kabir yaram hüzün iken kabrim ve
anne sevgimin boyut ve ölçek tanımadığı kadar aşikâr iken kolaylıkla sevip de
yüreğimde taşıdığım insanlardan yana iken de derdim.
Tembihli olduğum kadar babadan.
Tasvir ettiğim kadar bol keseden.
Taziyelerimi sunduğum dünüm varsın
olmasın malım mülküm ve işte cenk ettiğim arena.
Bir cihat.
Bir cinnet.
Kolaylıkla cennete çevirebildiğim.
Sözcükler kusursuz addedilsin diye
yazdığım yüzlerce sayfayı tek tuşla tek kalemde silip de üşenmeden başa
döndüğüm.
Bir görüntü ihlali iken yaşam.
Bir örüntü iken kalem.
Bir özveri.
Bir önsöz.
İpe sapa gelmez duyguların sonlanıp
da haşmetli esrarlı ve asil bir rüzgâr ile esen içime ta derinime.
En derin.
En ulaşılmaz.
Belki de asla var olmamış ve içine
girdiğim her uğraş.
Nokta benliğim.
Nokta koymayı sevdiğim kadar hayata
nokta özürlü kalemime eşlik eden üç noktanın peşi sıra aslında kendimden kaçıp
kendimi kovaladığım.
Bir rivayet olsa bile mutluluk hatta
bir şehir efsanesi…
Mutlak duygulara eşlik eden tutuklu
sözcüklerimden cesaret bulup da cihanın esaretinden arınıp cinnet gecelerini
cennete çevirebildiğim ölçüde ben de bu âlemin ben de bu cihanın bir
yolcusuyum: kabul görsem de görmesem de mademki Rabbimdir bana bu hüzünlü
hayatı bahşeden başım gözüm üstüne, ey cihan umarım ki aziz olurum her iki
cihanda da azizesi olduğum kadar yalnızlığın ben ki ümmetime sevdalı ben ki;
sonsuzluğun sırça köşkünde sonlanma ihtimali ile hayatın varsın bir soykırım
olsun bana yaşatılan ben ki soy ağacımdan sorumlu olup olmamaktan ziyade söz
konusu iken hayatı layığı ile yaşayıp sorumluluklarımı sırtımda taşımak hele ki
ruhumun dalyası iken sözcüklerin b/ağrında açan her çiçek her şiir…