‘’Kadının gittiği yazın bittiğidir, her yerde
yaz biter kadın giderse, bunun sonu şiirdir,
yazın sonu şiirdir, şiirdir aşkın sonu.
Şehir her semtiyle yazın peşine düşse
yaz uzar bundan ve aşklar da nasiplenir,
yazın peşinde şehir, kadının peşinde şiir
eylülün semtine kadar böyle gidilir
bir gecede gittimdi hazirandan eylüle
eylül yazdan terkedilmişti, şiirse haziranda
kadın tarafından terkedildi o söylenceye:’’(Alıntı)
Önce şehirdim sonra Haziran: gücüme gidendi Haziran başında
gözümü açmışlığım hayata ne de olsa şehre geç gelirdi kışlar bense beklemeye
aldığım kadar çocukluğumu büyümeyi reddettiğim bir kış akşamı doğdu içime
ilham.
Hem…
Hem babadan tembihliydim:
‘’Asla göz s/üzme asla ses etme.
Kayışını bağladığın gemilerin kaptanısın sen
Seferisi yalnızlığın
Ve ben sana temiz kalmanı emrediyorum.
Ne Nisan ne Haziran
Yeter seni anlatmaya
Bir kış gecesi düştü içime devran
O devran ki
Devri-daim yapan öğütlerin mekânı
Kırık olsa bile tekeri
Sen özelsin ve benim göz bebeğim…
Yastayım, şimdi şair seni babam bildim tasası da bana düştü
kelimelerin hem ben erkenden âşık oldum ışık hızında sevdim sonra toprağın
göbeğine düştüm ve o göbek bağım ki:
Meylettiğim hüzün
Mealim sonlanmak bilmeyen
Mizacımsa düşkün sevdaya
Aşk mektebi değilmiş şu yalan dünya.
Şüheda düşlerin esintisi:
Sözcüklerin olmadığı kadar yabanisi
Ve ben birkaç kere şair olmaya meylettim öncemde:
Öncesinde bir ilkokul çocuğu, cebimde bilgi ve kalem ve
nemalandığım ay ışığı unutulmuşluğumun ertesi düşecektim oysa yola.
Unuttular bense unutamadım:
Unumu gencecik yaşta eleyip de çekildiğim inzivadan şiir
çıkardı beni.
Bir keresinde daha yazmışken üç beş şiir sonra nöbete
kaldığım kış akşamları ve işte hayatla savaşmaya azıcık geç kalıp kalemi de
kırmışlığım.
Beylik değildir hem benim yüreğim içimde biten ot değil
sadece şiir bitmek bilmeyen Hüsniye tim.
Kıraç toprakların değil.
Kutupların hiç değil.
Ekvatorda saklı bir yabani çiçek.
Güleç yüzümden dökülen nurun isyanı ve hizaladığım duygular
üstünü örttüğüm kadar da vardı hani:
Kar yağarken peçeme.
Perçemimde saklı gün ışığı.
Kanım çekilirken ölüm öncesi.
Kardığımsa Yıldız vasfımla beni çağıran Samanyolu ve gözyaşı.
Misafirliğe gelmişken öncemde: notalar ve rakamlar, harfler
ise daha sonra ve kıymete bindiğimi kadar attan inip eşeğe bindiğim kimse nifak
sokan arama devridaim yapan iç sesim.
Kimi insan nur dolu.
Kimisi kancık, esaretinde kinin kan çıkardığı bir kavga gibi
ve ben şehrin matemiyle içli dışlı:
Hem şiir hem kadın hem şehir.
Çocuk olmam d/okunmuşken çoğu insana ve işte terbiye ettiğim
nefsim boyumu aşan neyse engebelerde aslında kendimle yüzleştiğim.
Uzağımda iken kendim.
Uzadığım kadar arşı alaya.
Uzamında evrenin ve devre arası yalnızlığım kilit noktamsa
gizem ve şiir.
Bir minvaldir ki tırnağım olamaz kaç ölgün imge.
Bir satırdır ki: iki yakamın bir araya gelmediği ve
hatmettiğim nice bilgi.
Çorabı kaçan ay ışığı.
Kuyruğunu kaptırmış bayan yıldız.
Samanyolunda seken sözcükler.
Bakracı kayıp bekası satılık geceler.
Geçkin söylem katırtırnağı ve ebegümeci esintiler.
Narin bir rüya.
Naif bir nota.
Nankör beşer.
Ve de kırık teker.
Şahikası göğün şimendiferi kör düğümün.
Şehla gözlerinde yalnız iklimin ve evet, ben Haziranda doğdum
ama kıştır kıyamettir içimden eksik olmayan ritim.
Haz etmediğim kadar yazdan ve bir yazın macerası iken kalemin
nidasında sürüklendiğim kadar veda edemediğim yazın dünyası ne de çok eda
saklıdır kalbimde ruhumda.
Gel-geç değil ki gönlüm.
Gergin bir ipte yürüdüğüm müdür tek temennim?
Tepe üstü düşsem bile yeniden ayağa kalkıp dirildiğim ve kim
bilir kaç bin öğün öğüt saklıdır duygularımın menüsünde hep mi gaipten gelir
coşkum ve açlığım ve işte şahlandığı kadar duygularım şah damarımdan yakın
olanla hasbıhalim.
Bir öyküm yok nicesi saklı:
Naftalinli düşlerimin de perde arkası.
Nice öykü nice nesir.
En çok da şiirlere hikâye olanları sevdim.
Ruhumun külü.
Yüreğimin gülü.
Sözcüklerse yalnızlığımın kürüdür:
Kükreyen cihana değil donuk bakışlarım kümelediğim kadar
benliğimi ve tünediğim bir dürtü bir ağaç dalı ısrarla gagaladığım kadar
sözcükleri ve işte kalem-kakan mizacımdan sökün eder nicesi öncemden değil
sonramdan hiç değil ansızın hâsıl olan bir mucizenin esintisiyle yazdığım kadar
yaralıdır kalbim yamalı duvağı çocuk gelinin ve hüznü misafir eylediğim sair
takvim sair imge.
İmleci kayıp.
İbresi kırık.
İbaresi tek hece.
İsyanı kilitli bir çekmecenin derininde.
İtibar ettiğim kadar hayata.
İnkâr edemediğim kadar hem mutlu hem yasta.
Varlığın hikmeti sözcüklerin külfeti yeter ki başını
b/ağlayayım kalemin.
Ne şiir ne kadın ne şiar edindiğim ve işte şiarım tekmilinin
tekbir sesleri.
Kimin gücü yetiyorsa diğerine eğer ki kadınsa acı veren
açmadığı kadar ağzını çenesi düşüp de zehir püsküren ve bu yüzden ben kadın
olmayı reddettim reşit olsam da eşit olamadığım kadar cihanla erişkin bir seste
değil çocuksu bir coşkuyla yaşıyorum.
İhmal ettiğim sadece kendimi ihbar ettiğim de ve yine tüm
kötülüğü kendime ettiğim varsın sökülsün omzumdaki apoletlerim.
Hıçkıran bir son değildir meylettiğim.
Ne de hacizlidir ruhum.
Kıtalar aştığım şiirlerin engebeli rakımında saklı rüzgâr
gibi gök gibi son gibi sonsuzluk gibi ben Hazirandan hiç mi hiç haz etmediğim
burcuma dahi ihanet ettiğim ve karanlık kış gecelerinde huzur bulurum sadece
yeter ki kıysınlar bana yeter ki kırpsınlar kuyruğumu yoksa nasıl kıyama
dururdum bir ömür varsın kıymet bilmesinler varsın gıybetin en demlisini
derlesinler dertlensinler.
Bir yazın daha sonuna geldiğim aslında bir yazının daha
sonuna:
Kalemin gücü tükenene değin ömür yettiği kadar sadık olduğum
kadar kış akşamlarına yeter ki Hazirandan da bu dünyadan da bir an evvel göç
edeyim gücüme gittiği kadar yaşamak güç bulduğumdur hüzünlü mizacıma yakışan en
endamlı duygu elbet İlahi Aşkın rüzgârı ile uçuşa geçtiğim diğer âlemin çağrısı
ve yeniden doğabilmenin o mucizevi coşkusu:
Dedim ya:
Bir kadın desinler ya da sadece şiir belki de şehre sevdalı
çehremde oynaşırken gölgeler hem gül dökerim hem kül hem de uçuşan tülün ardına
saklanırım mademki yüce Mevla’m bunu öngördü.