Recai’nin Denklemiyle Kırılmamış Eklem Kemiği


Recai’nin Denklemiyle Kırılmamış Eklem Kemiği

 

Perakende hayatları vardır hani insanların. Küçük ambalajlarda, paket paket olanlardan. Oysaki toptancılık, eyyamcılıktır asr-ı sefahatte (genellikle lüks, debelenme ve aşırılıkla dolu bir dönem anlamına gelir. "Eyyamcılık" ise, bu dönemde, geçim sağlamak için başkalarının hayatına müdahale eden ya da bunu sömüren kişiler anlamına gelir. Dolayısıyla, "eyyamcılıktır asr-ı sefahatte" ifadesi, lüks içinde yaşanan bir zamanda, bu yaşam tarzından menfaat sağlayan veya bu dönemin olumsuz etkilerinden yararlanan kişiler hakkında kullanılmaktadır-Kaynak: Google amca sağ olsun). Davulu nümayişçiler çalar; zurna oportünistler de(fırsatçı)… Her neyse azizim. Yalnız çatal dilli cümlelerle yazılmaz, yabancısı olduğumuz hayatın alt yazısı.(Sönmez Korkmaz-Müslüman Mahallesinde 12 Takside Salyangoz- eserinde)

Haydi, öyleyse motuuur:

Film Başlığı: “Recai’nin Denklemiyle kırılmamış Eklem Kemiği”

 

 

Recai, küçük bir kasabada yaşayan sıradan bir adamdı. Adamlıkta üstüne su dökülmezdi ama dökenler yokta değildi, ritmik adımları sayarak adım atmakta üstüne yok iken, koşarak zafere ulaşmak ona banal geliyordu Her sabah erkenden kalkar, bakkal dükkânını açar ve müşterilerini beklerdi. Beklemek onun için çok sıkıcı gelmiş hayatın bu itici motorunun suyu kaynamaya başlamıştı. Şöyle yeni çıkan elektrikli motorlarda gözü kalmıştı, almaya az ramak kalmıştı. Ancak Recai’nin içinde fırtınalar kopuyordu. Hayatının monotonluğu onu boğuyordu. Bir gün, kasabanın meydanında büyük bir gösteri düzenleneceğini duydu. Gösterinin yıldızı, kasabanın en ünlü davulcusu ve zurnacısıydı. Gösteri günü geldiğinde, Recai meydanın ortasında durdu ve davulun ritmine kapıldı. Zurnanın sesi, içindeki tüm duyguları dışa vurmasına neden oldu. O an, Recai hayatının en büyük kararını verdi. Artık sıradan bir bakkal olmayacaktı. Hayatını değiştirecek, kendi filmini çekecekti. Ünlü bir oyuncu olacak, oyunlar kuracaktı. Başkalarının yazdığı oyunlarda oynamadan sadece kendi yazdığında oynayacaktı. Yüreği kıpır kıpır kaynarken ocaktaki demlikte ki kaynayan su gibi… Optimist bakışların (iyimser) yerini, oportünist (fırsatçı) bakışlarla her anı fırsata çevirecekti artık. Dağ başında yanık yüreğinin sesiyle türkü söylemek yerine, onun yerine söyleyecek sanatçıları getirterek sesine ses olacaklardı. Birazda yorgundu aslında…

 

Recai, kasabanın meydanında yüksek sesle bağırdı: “Yakında herkesi şaşkın bırakacak bir eserimle karşınızda olacağım, az sonra!” Herkes şaşkınlıkla ona bakarken, Recai sahneden indi ve yeni hayatına doğru adım attı. Recai, kasabanın meydanında yüksek sesle bağırdıktan sonra, herkesin şaşkın bakışları arasında sahneden indi. İçinde bir özgürlük hissi vardı, ama aynı zamanda büyük bir belirsizlik. Ne yapacağını tam olarak bilmiyordu, ama artık sıradan bir bakkal olmayacağı kesindi.

Recai, kasabanın dışındaki ormana doğru yürümeye başladı. Ormanın derinliklerinde, eski bir kulübe buldu. Bu kulübe, yıllar önce terk edilmişti ve şimdi Recai’nin yeni hayatının başlangıç noktası olacaktı. Kulübeyi temizledi, onardı ve kendine küçük bir atölye kurdu. Burada, çocukluğundan beri hayalini kurduğu ahşap oymacılığına başladı. Ulan Recai hani oyuncu olacaktın ne çabuk vazgeçtin öyle? Ses yok!

Günler geçtikçe, Recai’nin eserleri kasabada ün kazanmaya başladı. İnsanlar, onun yaptığı ahşap heykelleri ve mobilyaları görmek için ormana geliyordu. Recai, artık sadece bir bakkal değil, aynı zamanda bir sanatçıydı. Ancak, içindeki huzursuzluk hala tam olarak dinmemişti.

Bir gün, kasabaya yeni bir öğretmen geldi. Adı Zeynep’ti ve kasabanın okulunda çocuklara ders veriyordu. Zeynep, Recai’nin eserlerini duydu ve onları görmek için ormana gitti. Recai ile tanıştığında, onun içindeki sanatı ve tutkuyu hemen fark etti. İkisi arasında kısa sürede güçlü çelikten kopmaz sarsılmaz, bir bağ oluştu.

Zeynep, Recai’ye hayatın sadece sanattan ibaret olmadığını, Recai’nin Nümayişle dolu hayatının çekiciliği çekmiş, aynı zamanda paylaşmak ve sevmek gerektiğini öğrenmişti. Recai, Zeynep’in yanında kendini daha huzurlu ve tamamlanmış hissetmeye başladı. Artık sadece bir sanatçı değil, aynı zamanda sevgi dolu bir insandı.

Recai ve Zeynep, kasabanın dışında, ormanın derinliklerinde birlikte yaşamaya başladılar. Zeynep, kasabanın okulunda öğretmenlik yaparken, Recai de ahşap oymacılığına devam ediyordu. Ancak, ikisi de hayatın sunduğu yeni maceralara atılmak için sabırsızlanıyordu.

Bir gün, Zeynep okuldan dönerken elinde eski bir harita ile geldi. Harita, kasabanın yakınlarındaki bir mağarayı gösteriyordu. Efsaneye göre, bu mağarada eski bir hazine saklıydı. Recai ve Zeynep, bu maceraya atılmaya karar verdiler.

Ertesi sabah, yanlarına gerekli malzemeleri alarak yola çıktılar. Ormanın derinliklerine doğru ilerlerken, birbirlerine hayatın kesişme yönlerinde kesişen hayatlarının parıldayan gözlerindeki anlamı manayı anlattılar ve kahkahalarla güldüler. Yolculukları sırasında, karşılarına çeşitli engeller çıktı. Bir nehir geçmek zorunda kaldılar, dik bir yamaç tırmandılar ve sonunda mağaraya ulaştılar.

Mağaranın girişinde, eski bir kapı vardı. Kapıyı açtıklarında, içeride karanlık bir tünel gördüler. Tünelin sonuna doğru ilerlediklerinde, büyük bir odanın içine girdiler. Odanın ortasında, eski bir sandık duruyordu. Sandığı açtıklarında, içinden parlayan altınlar ve değerli taşlar çıktı. Ancak, Recai ve Zeynep için en değerli şey, sandığın içinde buldukları eski bir günlük oldu.

Günlük, yıllar önce bu mağarayı keşfeden bir kâşifin yaşanmışlığı anlatıyordu. Kâşif, hayatı boyunca birçok macera yaşamış ve sonunda bu mağarada huzuru bulmuştu. Recai ve Zeynep, kâşifin yaşanmışlığındaki ıkınmaların, sancıların verdiği yan desteğin kırılmaması için, bir yan destekle çalışmasını anlatan hayatını okudukça şaşırdılar elbette ki.

Kasabaya döndüklerinde, Recai ve Zeynep’in bu yolculuğu hızla yayıldı. Artık sadece bir sanatçı ve öğretmen değillerdi; aynı zamanda kasabanın kahramanlarıydılar ve zengindiler. İnsanlar, onların cesaretini cömertliğini takdir ediyordu. Altınları tüm mahalleye dağıttıktan sonra, ellerinde son bir tane kalmıştı. Recai onu Zeynep’e uzatarak “Al bu sende kalsın, sana layık canım benim”

Recai ve Zeynep, mağaradan döndükten sonra, kasabanın meydanında büyük bir kutlama düzenlendi. Herkes onların macerasını dinlemek için toplanmıştı. Recai, sahneye çıkıp yaşanmışlığın parıldayan gözleriyle sözleriyle anlatmaya başladı.

Recai: “Arkadaşlar, mağaraya girdiğimizde karşımıza kocaman bir kapı çıktı. Zeynep, ‘Recai, bu kapıyı nasıl açacağız?’ dedi. Ben de, ‘Kapıyı çalalım, belki açarlar,’ dedim. Zeynep bana öyle bir baktı ki, sanki kapıyı çalınca gerçekten açılacakmış gibi!”

Herkes kahkahalarla gülerken, Zeynep söze girdi.

Zeynep: “Recai, kapıyı çalmak yerine, kapının yanında duran büyük taşı kaldırmayı denedi. Taşı kaldırırken, ‘Bu taşın altında kesin bir anahtar vardır,’ dedi. Taşı kaldırdığında, altından sadece bir fare çıktı! Fareyi görünce, Recai’nin yüz ifadesini görmeliydiniz!”

Kalabalık kahkahalarla gülerken, Recai devam etti.

Recai: “Fareyi görünce, ‘Tamam, bu işte bir yanlışlık var,’ dedim. Sonra Zeynep, kapının üstündeki yazıyı fark etti. Yazıda, ‘Kapıyı iterek açınız,’ yazıyordu. Meğer kapıyı itmek gerekiyormuş! Zeynep, ‘Recai, sen gerçekten bir dâhisin,’ dedi. Ben de, ‘Evet, ama bu dâhilik biraz geç geldi,’ dedim.”

Herkes kahkahalarla gülerken, Zeynep tekrar söze girdi.

Zeynep: “Mağaranın içinde ilerlerken, Recai birden durdu ve ‘Zeynep, burada bir hazine var,’ dedi. Ben de, ‘Nereden biliyorsun?’ dedim. Recai, ‘Çünkü burası çok tozlu, kimse buraya gelmemiş,’ dedi. Tozlu yerlerin hazine saklamak için ideal olduğunu düşünüyormuş!”

Kalabalık kahkahalarla gülerken, Recai ve Zeynep birbirlerine gülümseyerek baktılar. Onların maceraları, kasabanın en komik ve en unutulmaz yaşanmışlıklardan,yaşanılmış anın tezahüründen biri olmuştu.

 

 

Recai ve Zeynep, kasabanın yakınlarındaki gölde balık tutmaya karar verdiklerinde, gölün serin suları ve çevresindeki yemyeşil doğa, adeta bir tabloyu andırıyordu. Göl kenarına vardıklarında, Recai oltasını hazırlarken Zeynep ona takılmaya başladı.

Zeynep: “Recai, balık tutmakta mahir misin? Yoksa sadece kesişen hayatın yolunun ortasında beklemekle mi ustasın, beni bekleyerek bulduğun gibi?”

Recai, gözlerinde parlayan bir ışıltıyla cevap verdi: “Zeynep, ben balık tutmada bir virtüözüm! Sen sadece izle ve öğren.”

Zeynep, gülümseyerek: “Peki, bakalım. Eğer bir balık tutamazsan, akşam yemeğini ben seçerim.”

Recai, kendinden emin bir şekilde: “Anlaştık! Ama eğer ben balık tutarsam, akşam yemeğinde senin en sevmediğin sebzeyi yaparız.”

Zeynep, alaycı bir ifadeyle: “Tamam, ama unutma, ben sebzeleri çok severim!”

Recai oltasını göle attı ve beklemeye başladı. Gölün yüzeyinde hafif bir dalgalanma oldu ve Recai’nin oltasına bir şey takıldı. Heyecanla çekmeye başladı, ama oltanın ucunda sadece eski bir ayakkabı vardı.

Zeynep, kahkahalarla: “Vay canına, Recai! Gerçekten ustasın, eski ayakkabı tutmakta!”

Recai, gülerek: “Bu sadece bir başlangıç, Zeynep. Asıl balık birazdan gelecek.”

Bir süre daha bekledikten sonra, Recai’nin oltasına tekrar bir şey takıldı. Bu sefer, büyük bir balık çekiyordu. Balığı çekerken, Recai’nin yüzü sevinçle doldu.

Recai, zafer dolu bir sesle: “Gördün mü, Zeynep? İşte bu gerçek bir balık!”

Zeynep, gülümseyerek: “Tamam, kabul ediyorum. Sen kazandın. Ama akşam yemeğinde sebzeli yemek yapmayı unutma!”

Recai ve Zeynep, gölde geçirdikleri bu komik anları hatırlayarak kahkahalarla güldüler. Onların hayatı, her anı dolu dolu yaşayan iki insan olmuşlardı. Film çekmek yerine hayatı film olmuştu, vesselam…

Mehmet Aluç

Not: Bu eserim Sönmez Korkmaz-Müslüman Mahallesinde 12 Takside Salyangoz- eserini okuduktan sonra gelen ilham ve alıntılarla eklenerek kaleme alınmıştır. Kardeşim kadar mahir olamasam da karaladım bir şeyler, vesselam.

Bir Not daha: Eserim editör kapsamında kapsama alanında çekim alanı içinde onun narin parmaklarının dokunuşuyla, ellerinden geçmiştir bilginize, çünküm ben imla konusunda Fransız’ım bilirsiniz…


( Recai’nin Denklemiyle Kırılmamış Eklem Kemiği başlıklı yazı kul mehmet tarafından 22.08.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu