Ruhumun Darağacında Sallandırdığım Çocuk...



‘’ben hiç terk edilmedim

ben hep yok edildim

 

bağırdım ağzımı elimle kapatarak

keşke doğru yaptıklarımdan değil,

yanlış yaptıklarımdan pişman olsaydım

kimse tarafında alkışlanmayan bir meziyetse bu

size adres sorduğumda tereddütsüz söyleyin

elli metre ileri git, sağa dön ve

asla bir daha geri gelme

 

ne kalacaksa yaşadığım bunca çıldırmaktan geriye

vaktinde gelmeyen her şey kadar haindir’’(Alıntı)

 

 

 

Tereddütsüz sevdiğim günlerin yalancısıyım belki de tekil münferit benliğimle kendime düşman ölüme eş düştüğüm aşkı iz bildiğim ve göğsümün genişliğinde, dar cepheli bir binanın kırık canıyım: camdan gözlerinde Azrail’in, salkım söğüt serildiğim ve işte elim tetikte yüreğim ağzımda, serkeş yalnızlığımın gölgesinde büyütmeyi reddettiğim hem çocukluğumun hem de çocuksu sevdamın neşrinde yazmaya durduğum bir şiirin hikayesi bildiğim aşkın nesrinde küpeştesinde sözcüklerle avuturken ruhumun miçosu kadar saf ve yalnız ve temiz ve duayen bir aşkın, kaptan köşkünde yaşamaya ant içmiş sarhoş bir keşiş misali kaptan vasfımla yan b/astığım yolun da yabancısıyım ve neyse ki: heyhat, ruhumun tarla faresi ve heyhat soytarı nefsimin kulu kölesi iken sen, ey, aşk…

Şiarımsın sen, sefil yabancı.

Diyezinde şarkıların ödediğim diyet misali çemkiren her nakarat, nazlı aşkımın gölgesine bandığım bir çardak misali sere serpe uzandığım yolun şüheda aşığı.

Külliyen de yalanım, hani en çok da kendime yalanlar söylediğim kör sabahların kordan sevdaları…

Külliyemde çıkan yangın ve işte yangından ilk ve de tek kurtardığım, kalemimin yabancısı iken bir ömür ve genç yaşımda inzivaya çekildiğim metruk yolların münferit tekil savaşçısı ve ruhumda çıkan şark çıbanı bandığım kadar yüreğimi önce garbı aşkın sonra Rönesans’ı şaşkın varlığımın külyutmaz yetilerinde bir Hammurabi Kanunu iken sevebildiğimin hem göstergesi hem güncesi en çok da şahlandığım, yüce Rabbin, ‘’sev’’ emriyle yola çıktığım…

Yoldan çıkmamak adına kendime şarladığım.

Nasıl ki yolcu yolunda gerek gel gör ki kaçırdığım hem trenin son vagonu hem de yelken açan geminin küpeştesinde bronzlaşan kalemimin kara teninde saklı acı gibi en çok da kendimden ve hüznümden nemalandığım görkemli aşklarımın şah damarına olan yakınlığı ile hem kendimden kaçarken hem de Rabbime yanaşırken istifli duygular külliyesinde künyemden değil kusur bilinen yalnızlığımdan aldığım tadın damağımda kaldığı çürük bir dişin ağrısında büyüyen yüreğimin kordan sevdasında illet bir hane iken yerküredeki çoğunluk ve azınlığın dahi azımsandığı zaman tünelinde anbean eksilen bir kum saati misali varsa yoksa alarmı hüzne kurduğum seferi ruhumun çölyak niyetinde bozguna uğradığım ziyafet sofrasından doymadan kalktığım ne ki doymaz nefislerin güncellediği tıknefesinde özlemin ve işte şiarım iken yenilmelere doymayan kalemimin sınırlarından geçen kafileler misali belki de sıra dışı bir kavim iken yüreğimde saklı imkânsız aşkın solduğu zemheride nöbete kalan bir asker misali…

Öncemde saklı.

Anda konuşlu bir zafer misali…

Yarınları öteleyen yalanların da düşmüşken maskesi.

Ve işte o soykırım.

Ve işte ruhumun kıyımı.

Bense aşkla umutla ve inançla kıyama durduğum kadar kıymetimin bir gün anlaşılacağından emin, ha babam yazmakla iştigal belki de aşkın ve edebiyatın silik ve ölü bir neferiyim.

Heyhat!

Geçen zaman.

Geçkin hayaller mezarlığı.

Durağan kabrim.

Duayeni yenilgilerin.

Aşksa duman duman.

Seremonisi özlemin sevecen rüzgârın eşelediği toprağın da altında kalmak ne ki aşkın ağırlığı altında ezildiğimden de öte hem kendime düşman hem kendime dost hem de kendimsiz bir dünya hayali ile garbında hayatın şarkında ölümün ve çekincelerimi kurutup da çamaşır ipinde en sevdiğim iken ruhumu darağacında sallandırdığım da öte içimdeki çocuğa yaptığım eziyeti af eylesin yeter ki yüce Rabbim.

Hüzün iken gark eden.

Aşk iken solumdaki amblem.

Ve ruhumun çözeltisi en çok da tortu misali özlemi duyumsayıp da kalbimden ötenazi yaptığım şiirlerimden derlediğim hikâyeler misali öncemi teselli etmek adına ansızın da tecelli edecekmişçesine tüm mucizelerin İlahi boyutunda boyumu aşan duygular nasıl ki afaki ve işte dalga boyu aşkın kuramında soluk almayı sonlandırıp beklerken de sonumu, sonlanmaya müsait her şiirin bam teline de basarken iklimin ve işte göğün sarkacı ve işte yerkürenin sarnıcı misali sancılandığında kalemim sanrı eşiğinde neyse artık algı düzeyim ve alıntılar iken cıngılım ve sözcüklerin kordan hecelerinde gömülü bir aşkı ve umudu yüzeye çıkartmanın verdiği huzur ve hoş görü ile sahiden de müptelasıyım aşkın en çok da imkânsız addedilen ve kendimle yüzleştiğim s/onsuzluk coğrafyasında c/esaret bulduğum kadar kendi sonumu yazmaya hevesli…

En deli şairiyim evrenin.

Şiirim nasıl ki hüzün…

Mademki ‘’sev’’ emrini verdi yüce Rabbim…

Ve işte eşleştiğim kadar ruhumla eşelediğim toprağın da her zerresinde saklı iken duygularımın örüntüsünde varsın bir görüntü ihlali addedilsin beden dilimden dökülen ne ise çocuk yüreğimde saklı tuttuğum kadar hayatın ve geçmişimin tüm güzelliklerini ve kırık tahtımda oturup da acısını çıkardığım kadar bahtımın her kum zerresinde ağırladığım kadar içimde büyümek bilmeyen o yetim çocuğu…

 

 


( Ruhumun Darağacında Sallandırdığım Çocuk... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 28.08.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu