‘’her
şeyim olduğun yerdeyim,
fakat
hiçbir şeyim yok. .
öyle
pür-sükût hâldeyim ki;
üzerime
şehir yıkılsa çıtım çıkmaz.
söylemediğin
bir hoş cümle kadar ağır değil zira
hiçbir
enkaz.
hissizlik,
dizlerimden gözlerime kadar,
canı
olmayan gölge gibiyim.
dilimde
bir intihar şarkısı,
zamanın
nafile bir yerindeyim.’’(Alıntı)
Hiçliğimin
öyküsündesin zinhar bir düş budağı şehla gözlü yaşam savaşı mecrasında ölüm
kokan bir dervişin sadakası aşkın ihaneti özlemin dirayeti ve sözcüklerin
cumbası sensizliğe resti çektiğim ölüm urbası.
Bir kentin bir
kalenin bir de esaretin yaftası.
Aşkın şüheda
gülüşünde devrik bir tahtı
Onarmakla iştigal
kalbi kanadı kırık bir padişah
Oturamadığım taht
kadar bahtıma
Hem sevdalı hem
yaralı
Yâdında dünün özü
ömrün
Ölüden bozma siması
şehrin
Ve işte şiire
nidalar ektiğim
Hazanın ortasına tekabül
etse de rüzgâr
Ben Eylülüm Eylül:
Bitik bir kentin
ölüden sevi dilinin neyse dilediği
Tanrıdan öncem yok
mademki rengimle sürgün edildiğim
Bilinmezin
coğrafyası…
Hoyratça ayaklar
altında çiğnenmiş bir yaprağın öyküsüyüm bu aralar…
Alabildiğine üzgün
şerh düşmek adına ölüme gücüm tükenirken de günbegün ve işte Eylül dimağımda ve
işte hazan akarken damarımda, şahlanan sözcüklerden uyarlamak adına bir şiire
daha düşmeden yolum hiç öne düşer mi başım ve sevdanın pazarında tezgâhında
özlemin, münferit bir hece iken aşk ve mütereddit kimliğimden doğmasını
beklediğim yeni gün yeni mevsim ve Eylül.
Ritmini yitirdim
sözcüklerin en çok da kalbimin.
Bir beyit olma
arzum ile beyaz bakir sayfaya konup sayfalarca yazıyor olabilmek iken de tek
lüksüm ve yaktığım tütsümle yaşaran gözlerimle ismimin filan da verecek değilim
hakkını ne de olsa ben güze ben hüzne sevdalı fevri bir mevsimim demlendiğim
kadar hazanda kışın da kırıntılarını taşırken cebimde cenk ettiğim mahrem
kalemde kalemimle verdiğim komutlara hükmeden duyguların da elden geldiğince
kotardığı.
Önce hüznümü öptüm
sonra annemin elini.
Önce ağladım sonra
kim varsa dünde kalan anılarımda ağırladım.
Ağladım da anneme
çaktırmadan.
Ağıtlar yakmışken annem
gidecek diye gelenlerden sordum ikbalimi ve neşreden hasretime dualar ekledim
kalemimle yeni bir cübbe dikiverdim ve de en dik kaleyi inşa ettim yüreğimin
tam da ortasına ve ezan vaktini umut belledim aşk diye de dilimledim.
Öznemdi kayıp olan
gerçi şimdi de.
Ölümdü erken olan
bense geç kalmışken kendime.
Örtündüğümdü gizem
gizil bir öfkenin nezdinde.
Sür-git hayal
dünyam:
Ah, azıcık da ait
olsaydım ya şu yalan dünyaya?
Dünyalardı örüntü
ve üzerinde yaşayan beşerler adeta gaipten gelen birer örüntü:
Ne çok sima ne çok
çehre bilemedim de geride sakladıklarını ve izini sürdüm insanların ve pekişti
rehavetim ve yıkıldım nasıl da yıkıldım ne de olsa güvendiğim dağlara hem kar
hem hüzün hem de şiir yağmıştı.
Yağmalandı şehir.
Yâd ettim dünde
yazdıklarımı.
Yaren bildim
kalemi.
Yağmur bildim
yaşlarımı.
Dualarım ve ufacık
dünyam ve hasretini çektiğim.
Çimenlere bastım ve
soldum.
Suyu açtım ve
boşaldım.
Seyrinde kâinatın
bir mizansen saklı iken derinde ve iç âlemimden firar eden yongaların nezdinde
nice yangına mahal verdi iç âlemim bazen bir kıvılcım bazen bir avuç su en çok
da Rabbin rahmetiyle hem ihya oldum hem ıslandım asla da kaybetmedim ümidimi.
“Çoğu zaman delirmek için yaşıyorum ben. Yaşamak başlı başına
bir yük.” Diyordu yine şair bir satır arasında.
Yeltendiğimden de fazlasıymışım meğer cenk etmek adına
çıktığım bu arenada kimse sollayan ruhumu kimse sallayan dünyamı kimse bir
sarkıt misali ya da bir dikit ve işte meftun kalbimin de yorgunuyum aslında
yazmaya durduğum tüm şiirlerin imlasında saklı bir yanılgı bir hatayım dudak
büktüğümse sadece yazdıklarım ve burun kıvırdığım ve kimse birbirini ağırlayan
kimse artık körlerle sağırların birbirini ağırladığı ve işte ağırdan aldığım
kadar hayatı ağır olduğum kadar da ismimin başına eklenendir: ‘’Molla’’
Bir düşüm ben.
Bir de hümayunu yorgun sözcüklerimin.
Bir günüm ben yirmi dört saatin yetmediği.
Bir hüzünüm ben en muteber duygu en şatafatlı yalnızlık hem
de cihanın beni sevmediği beni arasına almadığı oysaki bir çocuk gibi pür-neşe
kucaklamışken de âlemi ve işte ruhumun dilemması katran karası gecelerin de
ulağı bir bitimse gece bir yazıt ise şiir ve diken üstünde yaşadığım sair gün
koca bir ömür.
Kocamıştır benim yaslarım.
Kodamandır benim hayallerim.
Ve kendime sadece kendime geç kaldığım…
Hüzün bataryam tükenmek bilmeyen ve ilham manyağı kalemim en
çok da sürtük imgelerden çektiğim yoksa nasıl şiir bilirdim hayatı yoksa nasıl
aşk bilirdim ölümü…