‘’Ölürken kahkahamı ona
bırakacağım.’’(Alıntı)
Zirzop bir derleme adeta b/atıl
düşlerin kucağında uyuyakalan esinti.
Yüreğin mihenk taşı öğüten değirmenin
güncesi
Sere serpe yatağında uzanmış iken
ölüm
Ve kıblesi hüznün
Dön-gel
Gel-geç
Şarlatan gölgelerin kubbesi ve
sevecen mizacı ömrün.
Solan şakayıklar.
Susan şarkılar.
Gün yüzlü bir milat öfkenin doğduğu
ve boğduğu bir miat.
Hüzün serkeş…
Aşklarsa gel-geç…
Zaruri bir ihtiyaç iken sevilmek ve
gölgesinden korkan karanlık ve mağara adamı yalnızlığın uçuşan peçesinden sökün
eden lalden notalar ters açan lale ve korunaklı dünyaların sonlandığı ahir
zaman ve Nilgün Marmara.
Göğün düşen tansiyonu ve yersiz
acıların güzergâhı:
Yere kapaklanan lahit.
Derdest
Edilmiş yeminler
Bozguna uğradığı kadar insan ve
şafağı atan bir nizam.
Gönlün kubbesinde kayıtlı hurafeler
ve şerefinin üstüne yemin eden kader.
Gönlüm berduş bir derviş misali
sürüklendiğim yaprakların güzergâhında dalıma özlemimle yanan bir meşale yâdımda
saklı aşk ve yarenim salkım saçak duyguların mezarına şerh düştüğüm bir şiire
duyduğum özlem ve Eylül’ün kıpırdamayan vicdanı kendimi sorumlu hissettiğim
kadar da kanarken dünyanın gidişatı.
Öznesinden mahrum cümleler ve gizil
tanığı özlemin.
Magması sevginin ve ruhumla örtüşen
gizemin ve yalnızlığın sırça köşkü.
Dibe vurduğum dalyalarca hüsran ve
mabedim ve kabrim ve kıblem ve tartaklanan kalbim.
Mizacıma uygun son bir şiir daha
yazıp çekip gitmek istiyorum bu defolu yaşamdan cihan ötesi bir âlem iken
belleğimde saklı ve hüznümün sarılı kırıkları…
Önsezim yok artık ve hiçbir şiire de
ön sözüm yok:
Yokuş yukarı tırmandığım sisli yolun
bitiminde güneş doğacak diye çocuksu ve masum bir bekleyişle dokunuyorum en
uzağa bile bile düştüğüm tuzağa ve duvağında kan saklı iken çocuk gelinin ve
çocuk olmanın laneti iken vuran üstüme:
Kâh ben çocuğum.
Kâh çocuklar yoksun kılınırken
yaşamaktan ve okunan hutbeler azımsanan bir cehalet ve işte mezarında güle
oynaya şarkı söyleyen erkenden göç etmiş çocuklar ve yaslı ruhlar.
Aslında…
Aslında ne çocuğum ne anne!
Aslında hem çocuğum hem anne!
Apartman topuklu yokuşlar ve
yakarışlar ve ılıman bir yürek esintisine duyduğum hasret ne hacet de demesin
insanlar.
Üzgün.
Dingin ya da.
Diri ruhların tılsımlı d/okunuşunda
hoyratça esen rüzgâra kafa tutuyorum lakin ben ne çocuğum ne kadın.
Ne yerlisiyim çivisi çıkmış ait
olmadığım bu dünyanın ne de yabancısı rüzgârın ve yalnızlığın.
Bir yılkı atı.
Mübalağa etmeden sevdiğim hayatın ve
şehrin diğer yakası.
Bir yankı belki de içimde erittiğim
içimde öğüttüğüm…
Tebaası kayıp bir satır aralığı ve
düşük yapan cümleler ve devrik masallar aşk ise devrik bir lider kapanan
kapısında ruhumun ve o lahit hem uzağımda hem çok yakınımda çıkan kıvılcımla
başlayan yangının ilk ve tek tanığı ve işte yangından ilk kurtardığım ruhum ve
yaralı yüreğim.
Kandığım kadar dünyaya.
Kanadığımdan da öte.
Kardığım kadar önümü.
Öteki yüzü belki de ölümün ansızın
kendime ve huzura kavuşabilme ihtimali.
Nice yeis.
Nice beis.
Miadı tükenmiş şiirler ve aruz vezni
ve rediflerin cıvıltılı küfesi.
Mihenk taşı.
Nirengi noktası şiirin ve şarlatan
imgeler bir bir gelirken hizaya ve d/okunaklı el yazımda yaşadığım ne ki
defalarca öldükten sonra?
Ve işte göğün kırık tamburu ve
yerkürenin ney sesinde neye delalet ise bunca hüzün ve kırık kemikler ve
yağmalanmış hayatlar hele ki çocuksa adın hele ki çocuksa delicesine
damarlarında akan kanın elbet yerde kalmayacak ÇOCUK.
Ant içtim ölümüne.
Ar bildik bileli hüznü.
Arşı alaya çıkan bir zulüm bir vahşet
insanlıktan nasiplenmemiş nice defolu yürek:
Ve sen ÇOCUK rahat uyu yeni yatağında
sadece duyumsa peşinden gelenleri sadece duyumsa sevgiyi sevmediği kadar da
insanların yağan laneti…
Sensin ÇOCUK sen ses etmeden giden.
Sensin sen ÇOCUK:
Adı çıkmış bir kere hayatın ve kayıp
vicdanların…
Ben.
Sen.
Ve nicesi
Yüce Rabbim Sen koru aklımı yeter ki
Sen mukayyet ol bizlere kalanlar olarak arkada gidenlerin ruhları rahat olsun
diye yeter ki yargıla tüm günahkârları YÜCE DİVANINDA.