988 yılının serin bir bahar günüydü.
Güneş ışıklarını olanca güzelliğiyle heryere vuruyordu.
Gökyüzü masmaviydi.
Yakınlardan çağlayan bir pınarın sesinden başka hiçbir ses duyulmuyordu.
Uzandığı yerde gözünü açmıştı ki bir akdoğanın başka bir kuşu avlamakla meşgul olduğunu görür gibi oluyordu.
Gözlerini ovdu tekrar aynı yöne baktı. Evet gördükleri doğruydu. Bir akdoğan avladığı kuşu önce pençeleriyle etkisiz hale getirmekle meşguldü. Hafiften gülümsedi. Bu bir muştu habercisiydi. Uğurdu.
Yerinden doğruldu, kalktı ve az öteye seğirtti.
Nedendir bilinmez, terlemişti.
Kollarını çemirledi, üstünü başını düzeltti.
Ağacın kenarına bıraktığı pusatlarını aldı.
Önce sadağın içindeki okları dizdi sonra sadağını sırtına asarken, kılınç kuşağını bağladı.
Kılıncını kınından çıkardı ve bir lahza baştan sona inceledi.
Düşünceliydi. Bunlu değildi fakat kafasından türlü düşünceler geçiyordu.
Daha fazla beklemeden kılıncı kınına soktu ve kuşağına astı.
Yayını omzuna asarken bir yandan bıçağını da yerleştirdi.
Pusatları kuşanmış yine türlü uğraşlara hazır hale gelmişti.
Kimdi bu bahadır?
Çemirlediği kolları yara içindeydi, yüzünde de büyük ve derin bir yaranın izi güneş ışıklarını bir ayrı aksettiriyor gibi parlıyordu.
Bundan başka irili ufaklı birçok yara izleri seçilebiliyordu.
Çok uğraşlar görmüş olduğu, çok vuruş kırışlara girdiği her halinden belliydi.
Aklına atı geldi, bakındı sağa sola. Yoktu. Gülümsedi.
Deli kız dedi içinden, kimbilir en güzel otları bulmak için ne kadar uzaklaşmıştı.
Deli kız tam bir deli kız idi. Bundan 4 yıl evvel Deli Kız eşkin bir yaban tayı iken, onu sürüden kopmuş bir vaziyette geride kalmış olarak bulduğunda, belki de yetişmese kan kaybından ölecekti.
Ayağındaki derin bir yara onun sürüye yetişmesini engelliyordu.
Sürü olağanüstü bir vaziyette olmasa bu tayı asla yalnız bırakmazdı.
Fakat sürü birileri tarafından avlanıyor olmalıydı. Mevsim uygundu.
Taze kımız için kısrak bakılması olağandı. Kımız illa ki yaban taylarının sürülerinden seçilen kısraklardan yapılırdı.
Kişioğlu başka ne içerdi ki bu acunda. Su ve kımızdan gayri.
Ana sütünden kesilen her Türk çocuğuna mutlaka kımız tattırılırdı.
Bir kez tadılan kımızdan birdaha asla vezgeçilemezdi.
Kutlu bir şeydi kımız. Köktanrı kişioğulları için neler yaratıyordu.
Deli Kız’ı ıslık çalarak çağırdı, bakıştılar bir lahza. Ben de hazırım der gibi bir hali vardı.
Birden yere çömeldi bahadır kulağını yere dayadı, sonra tekrar doğruldu.
Biraz ileriye seğirtip bir kaya parçasının yanına vardı, kulağını kayaya dayadı ve geliyorlar dedi içinden.
Ufukta görünen yoktu, yaklaşabilecek atlıların tozbulutu dahi görünmüyordu. Gözleri yanlış görebilirdi, kişioğlunun gözleri yanılabilirdi fakat kulağı asla yanlış işitmezdi.
Atalarından öğrendiği şekilde vaziyet alması, olası bir tehlikeye karşı hazırlanması gerekirdi.
Kafasından türlü fikirler geçti. Gelenler kaç kişi olabilirdi!
Sadağında 14 tane ok var, bıçağı ve kılıncı da sayarsak tam teçhizatlı hazırdı.
Deli Kız’ın oturması için yelesinden tutup diğer eliyle üzengisinden kavradı çekti.
Deli Kız bu hareketi anlamıştı.
İtiraz etmeden arka ayaklarını kırıp, ön ayaklarını uzatıp yere oturdu.
Bahadır önce başındaki üçgen kıvrımlı börkü düzeltip, sonra tekrar az önce dinleme yaptığı kayaya yaklaştı.
Tekrar kulak kabarttı, yaklaştılar iyice dedi içinden.
Bir zaman sonra ufukta bir toz bulutu belirdi, kalabalık bir kafile olduğunu anlamakta gecikmedi.
Köktanrı bilir dedi, 3 defa tekrarladı. Köktanrı herşeyi bilir dedi.
Derin bir nefes aldı, sadağından 3 tane ok çıkarıp aynı anda 3 oku yayına yerleştirdi. Bir an yayı gerdi, okları gezledi. Sonra tekrar elini gevşetti. Evet şimdi iyice hazırdı, beklemekten başka yol kalmamıştı.
Kişioğlu herşeye hazırlıklı olmalıydı.
Bulunduğu yerin yanından 2 ayrı patika geçtiği izlerden belliydi.
Yeni yeşeren taze otlardan dolayı bazı yerlerde izler biraz belirsizleşmişti.
Nasıldır bilinmez, atlılar bahadırın yanına yaklaşınca, 70 adımlık mesafede durdular.
Atlarından inip yaya olarak yaklaşmaya başladılar.
90 kişi kadar varlardı. Görünürde hepsi de baştan ayağa pusatlı yaman bahadır kişiler olarak anlaşılıyordu.
Deli Kız tanıdık atlar görmüş gibi bir çırpıda ayağa fırladı, bahadır kişi de doğruldu ayağa kalktı.
Şimdi kendisi de yeni gelenlere doğru yürümeye başladı.
Gelenler yağı değildi, dost kişiler olduklarını anlamıştı.
En önde gelen kişinin börkünde akdoğan tüyleri seçiliyordu.
Bu kişi bir yüzbaşı olmalıydı.
Yüzbaşılar börklerine akdoğan tüyleri takarlardı, bu onların rütbe işareti idi.
Bizim bahadır 15 adım kala yere diz vurdu ve başını hafiften eğdi.
Bunu gören yüzbaşı kalk onbaşı dedi. Bizim bahadır yerden kalkmadan "buyruk senindir" yüzbaşım dedi.
Yüzbaşı berikinin onbaşı olduğunu börkündeki işaretten bilmişti.Yüzbaşı bizim onbaşı bahadıra seslendi.
Kendini tanıt sen hangi tümene bağlısın dedi. Tümen onbin kişilik bir kuvvet demekti.
Onbaşı cevapladı; ben Aytunga Alp Tümeninden onbaşı Günbudun dedi.
Yüzbaşının bakışları daha da sertleşti. Bahadırların ne oldu?
Onbaşı Günbudun; "Köktanrı yarlıgasın Uçmağ'a vardılar" dedi.


dipnot: 10 yil kadar oldu bu romani yazmaya baslamis, 20 bölüm kadar yazmistim ki, sonrasi kismet olmamisti. Hem paylasayim var olan bölümleri, hem de belki bu vesileyle yeni bölümlerini yazmak kismet olur, devami gelir. Teferruatta tamamen hayal ürünü olmakla birlikte, tarihin ana hatlarina da riayet edilmistir.
( Selçukluların Doğuşu - Onbaşı Günbudun 1. Bölüm başlıklı yazı Alp.Aldatmaz tarafından 29.09.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu