Ölümü irdeleyebilirdim eğer ki ölüm
olmasaydı nakşeden güne ise ayrı kırgınım gücüme giden sürgün edilmiş yüreğimde
esen yele el aman demeden de el insanına elimde olmayan nedenlerden ötürü
kalemin diklendiği yüreğimin devindiği ve ilham perimin söylendiği kadar da
söylediği hüzünlü şarkılara kefilim aslında her şarkının her şiirin bir ayraç
olduğu yalnızlığımın b/ölünmüş sayfalarında akıttığım kana da emeğe de tere de
kefilim:
Suskun bir nidadan daha kötü daha
baskın bir acı nasıl olabilir nasıl dillenirdi eğer ki kalemimin kalbi olmasa?
Uçuşan saçlarında mevsimin arayışımın
da tescilidir var olduğum kadar hiçliğimin nazarında nazenin bir sevda masalına
öykündüğüm kadar da aşkın başşehri ilham perimin akan yaşına nasıl ki dokunamam
ben sevdiklerime onları değil kırmak hassasiyetimle eşleşen sevgime eşlik
ederken süzgün yüzlerinde nice hüzünlü şiire denk düştüğü kadar matemli
yüreğimin geride bıraktığı g/ize nasıl suskun kalabilirdim eğer ki ruhumu
delice yoğuran delice öğüten bu hüzün olmasa.
Diş bilerken şeytan düş biliyorum.
Dokunaklı bir şiir değil de
dokunulmazlığı olsun istiyorum yazdıklarımın ve sinemde taşıdığım hüzün kefem
ruhumu yasladığım ulaşılası imkânsız tepem bir de kefen bezine sarılı
çocukluğum devrimin çoktan kapandığı sözüm ona teknoloji/milenyum çağı denilen
bu kepaze yüzyılın seyrinde nasıl anmam doğduğum asrı?
Rengimin pembesi.
Ruhumun dengesi.
Dingin olduğum yıllarınsa özlemi var
içimde.
Hazzın değil haiz olduklarıma
şükrettiğim:
Hafızam beni yanıltmadığı kadar
havsalamın almadığı o kalın rehberi.
Satırlar b/öldüğüm.
Sözcüklerse külünden doğduğum.
Sitemim ne yere ne göğe şiarım
mademki sevgi ve işte peşi sıra sitayişimin peşinen sevdiklerim ve özlediğim o
mevsim.
Tüten bir ocak.
Sıcak bir soba ve sofa.
Çayın deminde yüzen huzur.
Aşkın eninde boylamasına yatan
hasret.
Çekincelerin çıtlattığı ne de olsa
utangaç bir yüreğin mendireğine asılı sevgi sözcükleri.
Günümüzde ise aşkın da acının da
yuhalandığı.
Ön sözüm yok iken doğmuşum.
Son sözü söyleyecek kadere nasıl da
sokulmuşum.
Hoyrat ve cüretkâr gölgelerin
t/uzağına nasıl da düşmüşüm ve işte sevginin mimlendiği ve işte aşkın solduğu
ve işte göğün nihayetinde yere kapaklandığı sözüm ona yerin göğe kavuştuğu.
Hızımı alamayıp da gaza yeniden
bastığım ve de suskunluk iken yüreğimin fren sistemi durduk yere sevdiğim
durduk yere öldüğüm dumanı tüten bir çatı katı ya da evrenin en tepesi
kimselerin beni görmediği ve gömmediği de ve işte ait olduğum kimsesizler
mezarlığı yaşamla ölüm arasında bir seçenek olsa bile her iki şıkkı da işaretleyip
defalarca ölüp defalarca can bulduğum ve canhıraş hüznümün son bulduğu bir
zaman aralığı iki ezan arası iki nefes arası…
Ölümü irdeleyebilirdim eğer ki
yeniden doğmamış olsaydım.
Özgürlüğümü dillendirebilirdim eğer
ki bir ömür zincirlere tabi olmasaydım.
İşgal altında bir şehir.
İşgal altında bir şiir.
Sözcükler top yekûn firar etmişken ve
işte çivi çiviyi sökerken çivilendiğim zemin ve çivit mavisi gözlerinde annemin
kulaç açtığım okyanuslar ve işte titrek ellerinde annemim tinime uygun en
haşmetli duygu iken umut ve sevgi…
Ölümü irdelemek istemiyorum da artık
hem:
Ne atık bir yürek ne atıl cümleler.
Ölümsüzlüğü çağrıştırsa da ölüm
dayanamam ben artık gidenlerin ardından.
Bir sözlüğüm yok çünkü binlercesine
kayıtlı iç sesim.
Tekil hanem çoğul sevincim ve asla
gizli olmayan öznem yine de göz önünde olmayı sevmediğim için karanlıkta
gezdiğim ve inzivaya çekildiğim şatomun penceresinden el salladığım kuşlar
kanatlarını bana verdikleri ve farklı zamanlarda kanatlandığım ve tüm cihanı en
tepeden seyrettiğim konacak bir dalım olmasa bile köküme sadık Rabbimle hemhal
aşkı da huzuru da umudu da özet geçtiğim ve tek Sığınağımdan istediğim ve
bahşedilene şükretmekten de ötesi iken hali hazırda umutla ve kıvançla
beklediğim doğru zaman.
Beklentisiz bir yaşam.
Belirsiz izlekler.
İzbelerde yaşayan gölgeler.
Devasa bir ekranda resmigeçit yapan
tüm anılar ve anıların ardında geride kalmayan onca insan ve çoktan göç etmiş
nicesi adeta misilleme yaparcasına kader yine de başım gözüm üstüne deyip geri
çekildiğim.
Sonlanmadan zaman.
Ayrı düştüğüm kadar kendimden.
Bazen kendimden bıkkın.
Bazen kendime âşık bazense kendime
tutsak bazense kendimden nefret edip kalemimin bileklerini kestiğim ve kan
kaybında baş veren çiçekler misali birer siyah gül olsa da hüzünlü kalbimin
mısraları ve işte eşleştiğim bin bir ruh hali ve özlemi ayraç bilip öznemden
ayrı düşmemek adına pekişen ve ısrarcı bir hayali gerçek kılabilme hevesi elbet
nefesim yettiği kadar ve hep de yinelediğim üzere:
Ölüm olmasaydı keşke…
Keşke olmasaydı da irdelemekten vazgeçseydim.
Vakit çok geç olmadan en çok da
kendime geç kalmışlığım iken tüm zarar ziyan…