ÇORBADA BENİM DE TUZUM OLSUN…
KADINLAR NE Mİ İSTEMEZ…
‘’Bir şehri terk ediyor gibisin, belki de daha birçok şeyi,
yüzün dalgın, saçlarının acelesi var, hayata hep geç kalmış hissiyle yola
çıkıyorsun, kendinin de en ücrasına, uzaklaşarak yaralar iyileşir mi, onları
cümlelerinle ovuyorsun…’’(Alıntı)
Hangi şehirsin şiirin kundaklandığı ve hangi minvalde terk
edildi öteki yarın, yağmalandığı kadar bu esrik yalnızlığın tutkusunun dumanı
mıdır genzimi yakan yoksa yanmış bir yüreğin tufanı mıdır sana ters takla
attıran ve izahı olmayan sevinçlerinden arda kalan hangi izlekte saklıdır
muhteviyatın…
Göç mevsimine denk düşen sere serpe serilmişliğim güze:
Gül mizaçlı bir şiire öykündüğüm kadar ters yüz ettiğim iç âlemimde
saklı bunca gize rağmen…
Ve işte izini sürdüğüm.
Ve işte sobelendiğim.
Ve işte lades kemiğinde saklı ilik gibi ya da iki yakamı
iliştiremediğim şehir mizaçlı bir gezginim ben ya da deli bir şair şehrin aşkı
ile avunan öncesinde şehre âşık şimdilerde alabildiğine şehirden kaçan
kundaklanmış bir ev gibi ve seyyah vecizelerin neşrinde yazılası belki binlerce
nesir bir şiire de ilham olur diye gel-geç aşklara da paye vermeden ve de şair
gibi gelip geçerken uğradığı bir şiiri evi bildiği ve şehri, ruh ikizi ve işte
aksayan ayağında umudun ve işte aş eren kalemin tutuşan ruhunda tüten dumanı
yangının…
Meyledilen.
Mahal veren.
Mazhar olan.
Aksıran bir imge.
Acılı bir hikâye.
Nabzını tuttu mu da hayatın…
Ve bir imleç misali yanıp tutuşan.
Ayracı iken hayatın ve imgesi ölümün ve derdest edilmiş şiir
bakışlı bir hüzünlü gezgin ki:
Ne öncesinde ne de sonrasında.
Ne de bir kadın bir çocuğa meyleden yabancı bakışların rüzgârına
takılı aklı ve uçuşan peçesi perçemine konan o çiy tanesi ve işte pişekar
acıların baş şehri…
‘’Kendime biraz ters davranıyorum, biraz küskün, kendimi bir
uçuruma bırakır gibi bıraktığım yatağım, duvarlara çarpıp geri gelen adın,
ismini zikredemiyorum, kendim getirdiğim yağmurla ıslanmak gibi, kendimi
yeşertmeye giriştim kara kışta, yüzünden yansıyan, çok nadiren gelen ışığa,
bütün sözler geç kalmış, mevsimler, sel olmak da isteyebilir yağmur, heyelan
olur, ama istemez bunu…’’(Alıntı)
Her düş bir sancak ve kalemse asası ruhun.
Yalnızlıksa revnak
bir acı…
Şahtı gölgem şahbaz
olmuşken de öfkem ve diri bir ömrü dilimleyip dingin bir ölüme de uzanan elim
kolum ve kimi insan nasıl ki yabancısı şehrin nasıl ki uzağında şiirin nasıl ki
şair ölümsüzlüğe kanat açmış ve işte meddücezrinde yaşanan iklimin salkım saçak
ruhun pervazında tek ayak cezaya kalmış bir çocuk gib mimlenmişken sevgi miadı
çoktan dolmuşken şairin aşk bir ilham aşk bir pasaj aşk bir ayraç ve kimi ve
neyi seveceğini bilemezken tüm kâinatı içine sığdırabilen bir kalbi veren
mademki yüce Rahman ve aşklardan aşk beğenirken evren, İlahi Aşkın kutsalında
sözcükler ve yürek nasıl ki mahrem ve matemin kucağında yarınlara uzanan meltem
yüklü göğün mihenk taşı olmaya da aday sonsuz aşkın tek kıvılcımı her satırı
hizaya gelecekmişçesine cılkı çıkmış cihan…
Kaf dağına uzak
iken şair.
Af dilemekle
iştigal Rabbini andığı her andır ve her anı sonsuzluğa da kucak açarken şair ve
kalem ve şiir…