‘’Birkaç şiir konuştu içime belli belirsiz,
Susturdum.
Kelimelerin haykırdığı günler geçirdim
Önemi yoktu söylenmişliklerin
Sırlı hikayelerim okunsa da kalemsiz sayfalardan’’(Alıntı)
Uzvu yoktu ki kelimelerin peşinen peşkeş çekilen dünde saklı
sevinçlerin de izi yoktu ve bir gizemi ile ayrı bir yere konuşlu manen zengin
bir fakir ki göğün tefe koyduğu bir zemin ki ayaklarımın yerden kesildiği…
Fısıltılardı zikredilen.
Fikren uyuşmadığım gölgelerle dolu mahzen.
Familyası hüzün ve yırtık fanilası göğün ve işte kapışan yer
ve zemin bir ruhun huzuruna değil bir ölümün hatırına peşinden gitmek adına tüm
sevdiklerimin hem yaralarıma ilaç hem yamalarıma parça hem de pişekar
üzünçlerimin neferi belki de en asi coşkum belki de en asil yalnızlığın bendeki
mevcudiyeti ve asal sayılardan alıp da başımı gidemediğim ölü şehirler
resitali.
Hizaya gelmiyordum işte.
Havsalamdan taşansa
cehalet yüklü güruhlar ve susmayan nidalar ve işte bir yazının arifesinde solan
umudum seğiren gözlerim ve seyrelen saçlarım eşleştiğim mevsim ve dil yaram ve dilaltım
aşkla eşleşen hüznün senfonisi.
Kendim için yazdığım kendimce ruhumu
rötuşladığım hem geç kalmışlığım ve söz vermişliğim bir külfete eş düşen o
devasa kambur ruhumun ıssızlığına mahal veren sevici imgeler aşkın kalebodur
döşemesinde nasıl da kaygan iken insan izlekleri.
Hem mağdur hem mazlum hem de masum
bir haykırış çatallaşan sesinde dünyanın bıçak sırtında yaşamakla da eş değer
iken ömür…
‘’Beni
yazmaya iten şeyleri seviyorum. Sevmekle birlikte büyük bir nefret de doğuyor
içimde bu işi
yaparken.
Bu benim
mektubum ve benim yolum. Ve yazar benim.’’(Alıntı)
Özlemin asla sonlanmadığı özverininse
kapıyı tıklattığı.
Sözcüklerinse tırlattığı gecenin
sönük ferinde ıslık çalan bir ruh yaşamın tefine koyarken nice güruh.
Hele ki bir ömür, tutamayacağım
sözler vermişken kendime…
Keyfe keder yaşadığım ilk gençlik
yıllarım.
Kırklı yaşlarımı kırklayıp
çocukluğuma kanat açtığım.
Kıt kanaat geçinsem de kıtlıktan
çıkmışçasına sevdiğim ve kalemimin de hayatıma dâhil olması ile kırklandığım
kırkı çıkmadan şiirin bin bir dereden imge taşıyıp derli toplu ölümlerle
muhatap olup top yekûn de kendimden firar ettiğim yetmedi kendimi kaybettiğim
ve sözüm ona her yazdığımda kendime vardığım her yazmadığımda kendi boğazıma
sarıldığım ve finalini kendimin derleyeceği bir ömür dilemişken Rabbimden başa
dönüp yeniden doğmakla hemhal sonu görüp kendimle ve kalemimle ve okuyucu ile
helalleştiğim.
Mücaz bir iklimdin soluksuz ve o
soytarı masalın hükmünde geçerken icazet ve işte düşlerine kefil olduğum
gaipten gelen bir iklimdin baş eğdiğim kadar kadere yalnızlığın titrinde saklı
emre amade bir kaide…
Sözcükler soluksuz.
Renkler solgun.
Ruhumsa göçmen.
Zaafımsa sevgiden yana idrak
edemediğimden de öte değil sevmeyi sevilmeyi dahi çok gören bir cürüm bir güruh
aşkın ikamesi değil aşikâr nefretin idamesi.
Külümden doğacak her şiire vardım…
Varamadığım kadar kendime vakıf
olduğum neyim var ne yok sessizliğe de ayrı anlam yükleyip sehven ölü bir kuşun
değerinde kanatlarından dahi yoksunken ve işte tutuşan her zerremle kâh mucit kâh
mürit kâh münzevi kâh mütereddit iklimlerden sökün eden ederi olmaz iken kimi
gölgenin baş tacı edilen ve sektiğim kadar yürekten yüreğe seğiren gözlerim ve
hatırşinas bir rengin özünde hali hazırda saklı iken beyazlık ve masumiyet.
Yazarın
Önceki Yazısı