‘’Senin için yazmamış olduğum bütün aşkları, yeniden, baştan, yazmayı istedim. Sana, hepsi senin olacaktı. Suçunu kimseye yükleyemem bir aşk sabahı yoluna çıkışımı…’’(Alıntı)

Çalıntı bir aşkın çeperinde çalgıcının çenginin de eşlik ettiği ve rakkasesi aşkın, pekişen bir hasretle özlemle yâdı dünün minvalinde saklı olsa ne ki kaygılarımın…

Aşka her attığım çentik ve manifestosu ömrün…

‘’Böyle bir mektup yazmayı bile, ne sen ne aşk ne de hiçbir şey olmadığı günlerde kendime yasaklamıştım. Sen, aşk ve her şeyin olduğu günlerde böyle kararlar alınamazdı. Yaşamış birinin ölü yargılarıydı bu kararlar.’’(Alıntı)

Düşlerimden bir kesit sadece keşfe çıktığım ruhumun dağlarında süregelen bir yangın.

Külfet olduğunu bilsem bile aşkın, vazgeçilmezliğin rotasında seken bir kör kurşun gibi hedefi kendime yönelttiğim sabır ötesi bir ermişlik hidayete.

Anlatmak istediklerim elbette bunlarla sınırlı değil bense aciz bir yetimin gökte saklı mutluluğu içine çekmesini arz ettiğim bir yangın öncesi yakardığımsa ruhumun efendisi çalçene kalemimin tüyü bitmemiş bir yetim olarak addedilmesi.

Sakıncaları mı hayatın?

Yoksa sefer tasında mı saklıyım dünde kalan çocukluğumun da çekinceleri ile parmak hesabı yapıyorum dünde kalan ölülerden inşa ettiğim bir kabir azabı bütünlemeye kalmış ruhumun turkuaz rengi özleminde can bulmuşluğum da cebbar bir yangın misali içimde tüten yalnızlığın duvarlarını kanımla boyuyorum.

İklim veryansın etti ansızın ne de olsa doğurgandı tabiat azıcık sitemkâr olsa bile…

Hak görünen duygulardan hareketle mizacını devşirdi iklim: başıboş tanrıdan kesmişken ümidini münafıklar iklim sadıktı Rabbine aşkın lehçesinde süregelen bir rüzgâr niyetine bir nefeste savurdu gözyaşlarını.

Arz edilen yeni gün bağrından da kopup geldi mi sevginin.

Bir bilinmeze denk düşen hercai iklim aklını da bozmuş iken insanoğlu…

Yeten de insandı yiten de yatıya kalan da.

Sözcükler özdeşti duygularla ve ötenazi yapılmış dünün yalpalayan na’şı:

Renkler solgun dualar sessizce edilen.

Anne duasında saklı iken evlat ve sevgi.

İnhisarında evrenin adandığı kadar insan bilinmeze ve nasıl ki yüzü dönüktü güneşe.

Kuraklık baş göstermişken mümkün müydü gözyaşı dökmemek?

Ve işte o kuru dere yatağında duyguların hüznünü serip de ipe duygular da mıhlandı mı ve sözcükler asıldı mı mandalla?

Cebbar idi sözcükler bazen uçuşan bazen esen bazen savrulan bazense savrulan nidalarla eşleşen.

Hüküm verilmişti bir kez ve yazın kavurucu sıcağında teğet geçerken yağmur bulutları semada saklı sırrı da tek solukta içine çeken Tanrı.

Ütüledikten sonra kaygılarımı ölümün de dönmüşken kıyısından zarif bir minvalde yekpare hüzün biçiyorum şehrin yiğit tepelerine: hani yedisinin de yetmişine dayanmışken hayal kırıklıkları pas vermediğim endamlı aşklarda pes etmekle iştigal son nefesimi en şanlı en imkânsız aşk için içimde tuttuğum.

Zaten başıma ne geldiyse hep imkânsızlıklar dâhilinde nüksetti.

Şaşkın bir kızım ben kızdırmaya görün şehrin de yedi tepesinin de belalısı bir izdihamla yek attığım tek taşında aşkın taş toplayıp da kollarımın ağrıdığını mı istersiniz yoksa yüz vermediğim tek taşın çağrısındaki adı aşkla asla anılmayacak servetler mi biçersiniz?

Yüzüm gözüm kan ter içerisinde az evvel sonlandı sağımdaki cephede verdiğim savaşım ve bir öncesi solumdaki yangını güç bela söndürdüğüm.

İzdihamın had safhasında mumlar söndürdüğüm ve mum misali titreyen değil devasa bir ışıldak şehrin ferine layık en kıdemli neferi iken evrenin…

Salkım söğüt misali serildiğim.

Göç takvimimde saklı muteber zamanlarda değişken zanlarla sürüldüğüm coğrafyalar ve göz göze geldiğim aynadaki aksim…

Fısıltılar var beni çağıran ve sessizlik ile sınandığım.

Seferisi hüznün seyyahı aşkın bir muktedir sancı ki sarsıldığım.

Gün delişmen rüzgârla arzı endam etti ve annemin gözlerinde çağladı dualarım.

Duvağı kanlı bu gün göğün ve mahşeri bir kalabalık üstün körü yaşamadığımsa çok bariz ve ütülü bir sezi ile ezilmiş sesinde mazlumun bense peşindeyim zalimin belki de zalimdir beni peşinen takip eden.

Rızkımı veren yüce İlah şükre doymadığım…

Rakımı erişilmez addedilen hidayet dağı aralıksız arşınladığım.

Doğaüstü bir göç ve de ruhumun endamına yaraşır o deli cesareti ile tünediğim duygular turladığım beyitler tüten dumanı yalnızlığın ve büyülü çağıran sesi aşkın…

Aşka davet var ölümüne severken…

Ölümün de çağrısı gecikmeden hayat ölümden de cazip gelebilirken.

Haznemde yangın ne de olsa bir tek kıvılcım yeter hazinemi büyütmeye tek bir ses tek bir çağrı mimlendiği kadar aşkın da havsalasından taşan bitimsiz özlem.

Palazlanmış bir hüznün minvalinde sekme olasılığım açık ara farkla bayrak elimde ve dönülmez akşamların ufkunda saklı tuttuğum nice ukde.

Hacmini tahayyül dahi edemezken.

Hasretin iz düşümünde sözcüklerle oynaştığım.

İçtiğim çayın deminde derlediğim masallar misal:

Telvesin bandığım kadar hayatın kurumuş dere yataklarında gidip gelen ölü balıklar.

İklim hayli sitemkâr ve yaz, kavurucu güneşiyle huzuruna çıktı bir kez insanların.

Her duygunun rengi başka mevsimi de başka uykulu gözlerle yatarken yataktan düşüp kendimi yerde bulduğum uzun soluklu bunaltıcı gecenin çeperinde aralıksız ettiğim dualarla sabahı zor ettiğim.

Her şey aslında tek bir karede can bulmakta:

Sevginin eşleştiği duygular bazen korkutucu gerçekler ve nasıl ki düşmez kalkmaz bir Allah…

Gölgeler acıya paye veren.

Hüzne mahal veren gerçekler aslında anlatmak istediklerim tam olarak bunlar da değil:

İğne deliğinden gözlemlediğim hayat.

İğne deliğinden geçecek kadar da huzursuz ve ince iken ruhum bu bağlamda kimse iğneleyen sözleriyle cesaret bulup da yapışmışken iki yakama istem dışı bir ruh haliyle bir yanaşıp bir uzaklaşıyorum kendimden zaten tüm mesele de bu değil mi tam olarak?

Kendimle özdeşleştirdiğim her insan öz veri ile sevdiğim.

Yağız gecenin ertesinde yorgun bir gün ışığı ki sabahın köründe yorgun kılındıysa insan bir kere…

Geçiştirdiğim ne var ne yok, tok karnıma aldığım bir ilaç gibi sözcüklerin kanımda dolaştığı ve miski amber kokuları ile hüzünle donanımlı bir yolculuğa çıktığım gecenin ertesi umudu da savsaklamadan şükre doyamadığım kadar da sabrımın neticesini aldığım…

 

 


( İğne Deliği... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 19.10.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu