Her söylence bir aldatı aslında yoksa
hayat mıdır bir alıntı mahiyetinde çalıntı gölgelerin nezdinde değil umudun
eşiğinde baş verirken sevgi ve yaşama sevinci…
Hırpani bir ruhtan ibaret olabilirim
misal…
Ve de ihmal edilmişken benliğim:
Asası kırık bir düş ve güleç bir
şarkı ve işte ruhumun söküklerinde saklı tuttuğum o yakarış:
Cengâver bir mevsim ölümsüz bir
nazire hicvettiğim ise kendi öyküm kendi ömrüm dik başlı kalemimin izini
sürdüğüm bir mimoza bir çöl çiçeği belki de aslında içimde yaşattığım Akdeniz
iklimi, kara ikliminin karanlığında ve yağan debdebeli karın kıyısında
büyüttüğüm bir erik ağacı ve işte mevsimsiz açan çiçeklerden ibaret iken hem
içine sığındığım kale’ m bir de gizemin izini süren münferit hecelerin
cıvıldadığı dimdik kalemimin göğsüne saplanmış o şarapnel parçasından yağan
kanın izinde kardığım rengim kandığım matemin kaybolmakla iştigal ömrün de son
hecesinde saklı kalburüstü hayallerim…
Sessizlik.
Huzur.
Mutlandığım kıyısında ömrün
öykündüğüm tüm sözcüklerin gürül gürül sesinde kayıp bir minvalden bin bir
yüreğe sektiğim kadar ilham perimin sevdasında boca ettiğim yalnızlığın
doğasında saklı bir resim gibi…
Meftunu olduğum şu sözlük:
Hani, içimi deşen yokluk ve ansızın hâsıl
olan bir varlık elbet inancın sesinde iman gücünün nezdinde İlahi Adalete olan
inancımla tutamağım iken umut hayata ve tutunduğum onca dal kırılsa bile
kırmadığım kadar kalemimi kıymadığım kadar kale duvarlarımda açan çiçeklere…
Öyküm birden başlamadı.
Binden geriye saydığım bir yaz
akşamı.
Hicretin övüncü.
Yalnızlığın hörgücü.
Sığınağım ve sağanağım ve sarmalında
hidayetin…
Göz ucumda değil gönlümün surunda
açan çiçeklerin…
Koklamaya dahi kıyamadığım.
Kapıp da koyuverdiğim kadar kendimi.
Taş taşıyıp da kolum yorulmuşsa ne
ki…
Aşkla andığım kadar hüznümün rahmetini.
Bir bilge ki sırdaşım.
Bir bilgi ki ulaşılası sırlarım.
Ve mihenk taşı ömrün.
Taşkınlık yapan cehaletin sürmanşet
yenilgisi.
Tahayyül ettiğimden de öte imiş meğer
hayat ve hayallerimin g/örüntüsünde tasarladığım bir mevzu filan da değil
sadece.
Göğsümü gere gere sevdiğimi
söylediğim en çok da intikal etmediği kadar kimi asalak beyinlere…
Beylik söylemler.
Bencileyin sevenler.
Beyhude olduğunu düşünen kimse
hayallerimin ve işte bir ırgat gibi ve işte bir düş mevsimi baş veren şiir gibi
umut gibi kapışan yerin göğün değil şerrine lanet okuduğum iblisin hiç değil
b/aktığım kadar önüme peşim sıra gelen hayallerim ve yıldız kimliğimin
kuyruğuna basanların değil Allah yolunda yaşanan doğruların ferinde bir neferim
ben:
Allah izin versin yeter ki…
Yeter ki sönmesin ışığım ve İlahi
Adaletin izinde…
Seyrelen zamanın saçları misali
saniyelerin bir asra günlerin bir sırra tekabül ettiği…
Perdeli gözlerden uzak tutsun beni
Rabbim ve kazadan beladan iftiradan da korusun yeter ki.
Annemin sesinde.
İki nefes arası öldürdüğüm nefsin
nezdinde.
Umudun da kalesi iken yaşama sevincim
ve yazma gayretim.
Ödün vermediğim kadar değerlerimden
ödünç aldığım değil elbet yürek ve kelam ve kalem en çok da diklendiğim yalana
en çok da hislendiğim her ezan vakti rükû ettiğim Rabbin makamına kabul etsin
beni yeter ki yüce Mevla.
Rüştünü ispatlamışken içimde esen rüzgâr.
Dingin bir hayata öykündüğüm bazen
hayta bir sevince sığdıramadığım kadar bentleri aştığım bedenimden taştığım ve
işte masalların gerçeğe dönüştüğü aşkın ve ilham perimin nezdinde bilinmezin
tevafuk ettiği göreceli iken mutluluk ve işte huzurun nakşettiği nüktedan bir
yürek ve içten edilen her dua ve duayeni ömrün kolluk kuvvetim iken de sevgi
aslında rücu eden her duygunun dibin görsem de hayatın ve işte o devasa asamda
saklı anılarım anlarım tüm hatıralarım.
Eşref saatine denk düşmüşken kaderin
ve bir imla hatasında kederin nakşettiği kaderin izinde hüznün nezdinde ve
soğuk rüzgârların estiği insan nefsine uzaklığım kadar baş başa kaldığım kadar
iç dünyamın her zerresine eşlik etmenin de nüktedan vecizesi iken yaşama
sevincim:
Mutlak bir mutluluğu…
Mukaddes bir yolculuğu da
bahşetmişken yüce Huda…
Her ‘’ol’’ dediğinde ve olmazın oluru
hayalimi gerçek kılan inancımın seyrinde Allah aşkı ile yanan ateşin tek
kıvılcımı dahi nice mucizeye delalet o hisle ve de hissikablelvuku iken bir
ömrün bir saniyeye tekabül ettiği kadar hayatın zaaflarına kafa tuttuğum kadar
da zalime ve nefrete.
Hüzün nasıl ki hoyrat bir esinti…
Ve işte yüzölçümünde ömrün korunaklı
dünyalarımızı da korusun yeter ki yüce Mevla ve korusun ki bizler de huzurun
dünyasında ve künyesinde nice yıkılmaz külliye inşa edelim elbet inancın ve
umudun ve sevginin ışığında da sönmesin asla huzurun ve mutluluğun feri…
Bir noktaya sadece bir noktaya
tekabül eden varlıklarımızı da kutsasın yeter ki yüce Mevla…
Hele ki: bir de ‘’ol’’ dedi mi…