‘’Sana bu son mektubu,
Artık senden mektup beklemediğimi söylemek için
yazıyorum Pollyanna
son şiirini yazmaya cesaret edememiş bir şair
olarak.’’(Didem Madak)
Şiir…
Şirin gözükmeyen gözüme lakin öncemde.
Farzım ve farazi yangınlarım ve şiir küskün olmadığım kadar
kendime yine fi tarihinde kendimle uzlaştığımdan da öte her ne kadar şiire
düşkünlüğüm olmasa da öncemde meğerse ben HAYATI VE SEVGİYİ VE TÜM HAYALLERİ
şiir nezdinde yaşamışçasına bellemiş içime ç/ekmişim…
Mübalağa dahi edemezken şimdilerde ritmik bir sevgi ve
seyyahtır şiir yüreğim ve kıyama dururcasına yazmaya durduğum şiirlerim…
Ve de duyduğum o ilk ve son ikaz; bir ibare bir ikrar bir
isyan bir şükür ve nelere nelere delalet şiir.
Mektuplar ise darmadağın duygularımı aynı pencereye yerleştirip
tanıdığım tanımadığım onlarca insana peyderpey yazdığım ve otağı kurduğum ve
bir ok gibi saplanan kalbime.
Gök tebessüm ehli.
Yerküre huzursuz.
Yüreğimse sökük ve kibirsiz ve yangından ilk kurtardığım.
Hüznümse reşit lakin eşit olmayan diğer insanlarca kabul
görsem ya da görmesem ne ki kalemin dudağının uçukladığı ve elime alıp da o
kırık sazı azımsandığım ölçüde azat edilesi bir ruh saklı içimde ara sıra
çökertme oynayan ara sıra h/alay çeken ve işte duyguların alayı kimine göre bir
alay unsuru olsam bile.
Sevdikçe düze çıktığım.
Yandıkça harlanan ruhum.
Yâdında dünün ve yarenim iken kalem milyon kere öykündüğüm
huzurun gül yüzü ve seyyah yüreğim…
Hazandayız.
Aylardan Kasım.
Söküklerim salkım saçak ve göğün mentollü nefesi ne zamanki
gözümü ufka diksem ve çalıntı olmayan methiyelerle yoluma devam ettiğim ve tek
davam iken arayışım elbette deva’ m Allah katında saklı elbet devam ederken yolculuğuma
bir nebze de olsa huzur bulduğum bu kılıksız iyi yüzlü cihanda aslında kendimin
içinde kendimin kaybolduğu akabinde arayışım…
Ve mekânın cennet olsun sevgili Didem Madak.
Düşlerim…
Tespih böceği gibi
dağınık iç âlemim:
Suret-i kati yazmam
sevmem dediğim günlerin özlemi var içimde bilip bilmeden yandığım dağlara
dayanıp yağmalandığım ve yağan rahmetin her zerresi konuşlu olduğum göğün en
metruk hanesi bazen miskin bazen şaşkın acılarla eşleşen yorgun ve meftun
kalbimde isyanlara mahal veren bir şarkının peçesinde saklı namelerim…
İstifli
yorgunluğum.
İbaresi kayıp
maruzatı bir bir sayıp, kendime rastlama ümidi ile baş koyduğum yolun malum
gölgesi ve işte sığınağım uzakların yakın kılındığı ve aidiyet duygumdan yoksun
kaldığım zamanların dağınık yüzleri.
Yüzsüz bir sevda
masalı mihrabın yaslandığı yüreğinde yasında kurulan idam sehpası ve metruk
bilmecelerin ilk harfi son hecesi aşkın şaşkın derdest prensesi…
Şivesi yok artık
yılların şiarım şiir; şaşkınlığımı ise mazur görün bayım az evvel ince bir ipin
ucunda sallandırıldı şaşı yüreğim hayli aşina olduğum bir ölüm olsa bile iç âlemimin
huzura kavuştuğu ben yeniden doğmak istiyorum.
Kehribar sarısı bir
maruzat.
Aylak ruhların
devasında kurulu bir tuzak.
Meali yok iken
hayatın ve işte mazlum rüzgârın son fısıltısı kulağımda saklı dünlerin melun
hatırası.
Özlemime önce kılıf
biçtim ama sığamadığım kılıfına.
Yüreğime sicim
misali aşklar dizdim bakamadım gidenlerin ardından gelmeleri gitmeleri ansızın,
sızan ruhumda sahi saklı kalır mı gün ışığı?
Gecenin tefrikası.
Gün yüzlü
sevdaların melankolik rüyası.
Hazzın değil
hazanın hiç değil haiz olduklarımın rötuşladığı adeta yüreğin cilası kalem
elimde mizan dibimde hüzün içimde eşelediğim toprak ve uyruğum iken umut ulak
bildiğim kalem ve seferi hüznün dalgalarında boğulan kelam:
Selamın kayıp ritmi.
Defolu hayallerin
gücüne gittiği ne de olsa çalınan her hayal ve her şiir benim öz evladım
gibiydi:
Özüme sadık sözümle
arşınladığım.
Rengine müptela
pembe yolların harikalar diyarı.
Uzvu mu göğün yoksa
uzantısı mı söylemeye durduğum şiirlerin hazin makamı hazansa yol yorgunu az
evvel arzı endam etti ve de şairin dediği gibi yaz çoktan ebediyete intikal
etti.
Son yazımdı dünümde
saklı:
Yaza yaza yaz
mevsiminden köpüren bir öfke gibi sıcağın ettiği ve eriyen buzulların
esaretinde hazanı yüklenip de şerh düşmüşken aşk meleği ve iki lafın biri bazen
lal bir yürekte esir kalan şairin tutulan nutku kalemin nüktesi…
Düşlerimi teskin ediyorum ve yolum
yarı-zamanlı bir şiire düşüyor.
Tasvip de etmiyorum kimi imgeyi satır
arasında boğulan bir esinti.
Nasıl da nasıl da yürek üşüyor.
Aldatıların baş-şehri iken aşk ve
alıntı miracında özlemin kalem tokuşturuyorum yorgun zamanların iflah olmaz
yalnızlığında serseri bir hüzne b/anıyorum aşkı.
Metruk hecelerin infiali kılı kırk
yardığım bir savaş ve hazan ötesi yorgun zamanların tanrısı adeta içimde saklı
hicaz.
Sözcükler kurusıkı, özlem yandan
çarklı ve kendime edemediğim veda en çok da temize geçerken aşkı ve yalnızlığı.
Şerh düşüyorum.
Saf tutuyorum.
Bitik bataryasında umudun sadece
Rabbe koşuyorum.
İzahı yok iken pek çok şeyin ve idam
mangası hüzünlü şehrin:
Birbirine kavuşamayan iki yakası
nasıl da damgalı ve yaralı tütsüler yaktığım ömrün eşrafı sayacın kırık vasfı
ve yüreğime saplanan şarapnel parçası:
Oysaki uykudayım uzağında hayatın
yakın tuttuğum hüsran iken elde olmayan nedenlerden ve işte kapkaça uğradı
hayallerim.
Mesir yerinde top koşturan bir çocuk
gibi, yüreğimi çimdikleyen mevsim gibi ihbar etsem ne ki ne içimden geçenleri…
Siyam ikizim.
Şiarım mevsim.
Simamda saklı unutamadığım gidişin.
Ve işte otağı kurduğum göğün nemli ve
nazlı sesi az evvel çaktı şimşek az evvel ruhuma akın etti gök gürültüsü lakin
korkmuyor da değilim hani yine de serlere banıp sırlarımı da sineye çekip ve
semanın derin tevazuunda cidarım iken kara bulutların kapıştığı gün ortası ve
hüsran denizinde terk edilmiş bir sandal misali oysaki az evvel dümenindeydim
gemimin daha şimdi akça teninde göğün Zühre’si idim tutkunun, meylettiğim
yarı-zamanlı yarınlarım tutuşan eteklerim ne ki yüreğim zift karası gönlün
çeperinde izbandut çehreler ve yanılgı ertesi ortasından yırttığım kendime
yazdığım mektup adresime göndersem bile ulaşmayan ulaşılması imkânsız bir
yakanın yok işte ederi…