Hangi renktin söyle rüştünü
ispatlayan hangi ışıldaktı sığınağın ve işte yerin göğün menkıbesi saf
durağanlığında hayatın seferisi addedildi iç sesim azık bildiğim arz ettiğim
top yekûn bir firarın da mezarını kazdım kalemin ince ucuyla belki de kederdi bana
zarf atan varsa yoksa kaderin verdiği huzur ve huşuyla.
Dalgalandım öncemde.
Dürttüm ruhumu peşine düştüğüm
gizemde.
Gamdı sol yanım ve gem vurdum sağıma.
Sözcüklerdi yüreğin reçinesi ve ses
bildim sessizliği ve aşk bildim annemin güzel varlığını ve kundaklanmış neyim
var neyim yok sadece meylettim rüzgâra ve pekişen bir hasretle önce kuşandım
sonra kuşatıldım yarınlara dönük umut teknemle ve her ne kadar su alsa da delik
dibi sadece sustum susturulmuş olduğum kadar cihanın saf tuttuğu gerçeklerden nemalandım
ve üç yanlışın tüm doğruları götürdüğü bir iklimde ve de ikindi vakti serildim
menzilimde doğacak yeni gün İlahi Sıcaklığında hamt ettim şükrettim belki de
baştan kaybettim hayatın oyununa geldiğim kadar sobeledim de tüm duyguları ve
ruhun sarmalında sadece sus payı söylemlerde buldum mutluluğu ne de olsa
kaderdi ve de kalem benim yerime konuşan…
Düşlerim tekbir getiriyor sözcüklerse
bol keseden kucaklarken ruhumun damgasında saklı mührün yaktığı ve işte o
devasa kesit tek hamlede savrulduğum ne ki varsa yoksa soluduğum hüznü ve
gizemi ve işte savunduğum kadar İlahi Aşkı ve teslimiyeti renklerle hemhal
karanlığın tokuştuğu gecede saklı bak nasıl da dolunay ve kasvetin sus payı
söyleminde saklı kâh recim kâh sarı bir resim hüviyetimse aşikâr dil yaramdan
çıkıp da yola varacağım yürek külliyemde saklı nizam ve tüm yanık mısralar bir
gölgenin mahiyetinde güleç bir imgeye de hani olur da rast gelirim diye en çok
da sarmalında hüznün salındığım kadar cihanda salladığım şu beşik ve işte aşkın
eşiğinde selam verirken tüm cihana ben ki revnak bir gölge kadar sen ki aşkın
ümmeti ve işte sefasını sürdüğüm cefadan arda kalan üç beş hatıra bir gök bir
de yer kavuşamadı ya birbirine ve işte nakşı evrenin nazlı bir sevgide eğilip
bükülmeden kimse sevdiğim gel gör ki: boynum kıldan ince Rabbin Dergâhında azat
edilesi bir gölge ne ki hem, nemlenmiş ve nemalanmış duygulardan dahi çok ama
çok öte kırbacı dürüstlüğün kıraç topraklara sürüldüğüm en çok da yangını
başlatan zifiri karanlığa asla teslim olmadan ve işte dalkavuğu tüm imgelerin
uçuşan tülünde tüm gerçeklerin varsa yoksa racon kesen hüznün köpürttüğü
dalgalar misali devrik bir kralmışçasına ve işte razı iken de bahtıma varsa
yoksa kurşun yediğim aşkın minvalinde semiren sonsuz hece özlemse gebe gecelere
şiarım İlahi Aşk şairliğimse buraya kadar, sevgili hafız gözümden tanıdığın şu
şatafatlı yalnızlığımın da tek bekçisi iken kalem ve kaile alınmadığı kadar dik
kale’ m zil zurna iken imgeler ve işte boyut atladığım bir şiir misali
bodoslama sevdiğim en çok da içimdeki çocuğa mazhar olası bir masal misali
yeter ki mutlu sonlansın bu ezeli ve ebedi arayışım en çok da arşı alaya çıkan
hüznümün gölgesinde saklı tuttuğum sadık bir kuldan ötesi Rabbime kavuşmanın
verdiği coşku ve heyecanla külliyesinde sır dolu dosyaların hiçliğimle hidayete
kavuşmanın rüzgârında dalına hasret bir yaprak gibi sürüklendiğim yeter ki
kavuşayım Sonsuz ve İlahi Aşkıma, ateşin erittiği kadar tüm buzları kordan bir
hare yağdığı kadar da içime en derine…