
Düşlerimden topla beni ve de tasavvur
et: aşkın himayesinde yeşeren gözlerimden sor beni mademki ben aşkın ve umudun
sesiyim ve yerlisi ve ta kendisi.
Komplimanlar sunuyorum gün ışığına
Bir meddücezir ki yaşam
Kaynayan yüreğimden sökün etti edecek
Yarım kalan hayallerim ve ne zamanki
gövdem
Nihayete de erecek geçen zamanla
O halde,
Şimdi de sor beni hem bana
Ya da vazgeç: gel tüne ruhuma
Bak, bak, yürüdüğüm dehliz nasıl da
aydınlanıverdi
Elbet ilhamın gücü ya da
Seferi yalnızlığımın muğlak güdüsü
Ve gözlere inen perde de kavuşmuşken
ferahlığa
Bir dua bir niyet bir de dilek
Hele ki:
Aşkın da efendisi ateş gibi
Yanan yürek.
Korlarımla besle beni
Ve közle şiiri
Ucu yanık mektuplarımdan da
bulabilirsin g/izimi
Acıya da hüzne de yalnızlığa
Es verip
Mademki bununla sakit yaşam
Bense bir bebek gibi
Elinde emziği yerine kalemi
D/işlerken de sözcükleri
Un ufak edilmiş yüreğim mademki
Ansızın infilak etti:
Adına ister şiir de ister Sevgi.
Titrime yakışır bir zarafeti
Bahşeden mademki ulu Tanrı…
Bir düş takvimi adeta içine düşülesi
neydi sahi neydi?
Hani kovuğunda s/aklandığım.
Hani, ansızın yerle yeksan olan
korunaklı dünyam…
Nuh da demiyorlardı Peygamber de:
Nursuz yüzlerin yersiz ithamların
sonlandığı bir dünya hayali benimki:
Geçen bunca zamanın zarfında içine
koymayı unuttuğum bir dilek gibi belki de çoktan girmiş olmam gereken mezarımın
başında asılı hem gözlerim hem şiirlerim hem de fal taşı gibi diken kimse
karanlık gözlerini ve yok saydıkları varlığım nur inse ne mi ki alnıma dökülen
perçemin her teli ve her zerrem ve her harfim ve kutsalım ve duyumsadığım
sevgim nasıl da mubahtır bana elbet Rabbimin, ol, dediği ve izin verdiği
sürece.
Kaftanım mı?
Ya da saltanatını süremediğim bedenim
mi?
Ne derdi varsa zalimin masumiyetini
bahşedene duyduğum İlahi Aşkın içimde sönmeyen Ateşin tek kıvılcımından dahi
doğabilirken: hem gün hem şiir hem sevgi hem sevinç.
Bedenime hapsolduğum kadar özgür
bırakmak ruhumu ve yüreğimi temiz tutmak en çok da haşmetli duygular
külliyesinde, sevdiğim insanları ayrı tuttuğum bir b/ölme gibi kilitli tüm
güzellikler aralıksız akan Sevgi Çeşmesinde ve işte ruhumla özdeşleşen nice
insan Rabbime fısıldarken iç sesimi eşlik eden melekler bir de Sağır Sultan ve
ben hayatı da mutluluğu da ağırdan alırken varsın, ‘’ağır ol, Molla’’ desinler
bana.
İzafidir yüzümde uçuşan peçem.
Perçemimde ise saklı ara ara beyazlar
ve doğal olmakla eş değer ne saçıma boya ne yüzüme ardıç kuşları gibi heyecanla
ve telaşla yaşar ve severken kolum kanadım kırık filan da değil hani ve
biteviye kırılan kalbim nasıl ki emanet Rabbime hali hazırda ansızın da firar
edip sefil bedenimden cennetime uçabilirim.
Sevgi.
Kutsalım.
Ve umut.
İman gücü en başta ve itikat ettiğim
kadar Rabbe isyan etmekse haşa gel gör ki: kendime verdiğim söz ve annemin de
rızası ile ve işte haiz olduklarımla en şerefli makamı içime inşa ettiğim.
Ne cüssem.
Ne de cübbem.
Hamt ettiğim kadar mutluyum ben:
Kimine göre Kadı Kızı.
Kimine göre muallimin kızı.
Dünde kalsa bile ben en çok muallime
olarak anılmayı sevdim bir de anneme evlat olabilmeyi şimdilerde o, iken benim
gözümün nuru ve işte elimden kayıp da gitmesin diye Rabbime niyaz eylediğim
elbet başım gözüm üstüne.
Sevginin dilemması saygınlıksa eş
değer de.
Sözcükler ise tek lüksüm öncemde lal.
Andaki mevcudiyetim ve çalakalem
yazdıklarım bir de gagaladığım ağaç kovuğundan çıkıp da bir kalem-kakan
hüviyeti ile beyaz ve masum ve bakir o boş sayfaya serildiğim.
Bir hışımla gelip gidenler var bir de
gerçi onlar asla gelmezken.
Gitmelerine göz yummak mı?
Haşa!
Ama benim cennetimi de cehenneme
çevirdiler.
Bir renk.
Bir de ulaşması imkânsız o rakım:
Aşkın kalburüstü varlığı yoktan var
edene duyduğum inancın zirvesinde ve işte sadece aciz bir kul olmaktan da öte
Rabbime kulluk etmenin verdiği huzur ve sevmeye doyamadığım.
Uçuşan sıfatlar.
Yükselen naralar.
Zanlar ve de: adeta zamlı birer mayın
bahçesi yüreklerindeki zehri boca ettikleri yetmezmiş gibi kurunun yanında
yaşın da yandığı.
Yaş alıyor insan ve yası da büyüyor
çünkü gerçekleri görebilmek adına belli bir zamanın geçmesi lazım lakin ben
öyle insanlar tanıdım ki çocukluklarından bu yana geçen zaman da hali hazırda
soludukları nefreti görmezden gelip kutsandıklarını sandıkları kadar da sizi
illa ki hor gören ve muhatap olmasam bile adeta bir görevmişçesine sevgiyi
kalleşçe öldürüp sevgiyi masumiyeti delice ezip yargılayanlar.
Derken yarın:
Elbet Allah yaş bereketi versin zaman
hızla geçip giderken yaş da yas da başka anlamlara sürüklenmekte.
Algılar.
Algı eşiği.
Alt bilinç.
Eklendi mi de kalp gözü…
Üstüne üstük kalp gözünün bir
açıklaması yok iken ve işte sundukları açılım resmen hayal gördüğüme inanan ve
sanrı yüklü benliklerini bana mal edenler.
Adeta kayıp bir rota ve de nota.
Tüm kapıları açabilirken Sol anahtarı
ve işte uyarıcıların eşliğinde sevgiyi de hüznü de hassasiyeti de değil bulanık
görmek yok sayıp tüm bunları insanın sabrını deneyenler…
Yine de dert etmiyorum artık en çok
ve de sadece Allah bilsin kulunu, yetiyor insana üstelik sevgi paylaştıkça
çoğalan huzur veren bir yolculuk bir nüans ve içinde neler neler saklı.
Umuda asılı bir yaprak misali bir
duygudan diğerine sürüklendiğim.
Bir çiçek olsam da solsam da yeniden
toprağa düşüp filizlendiğim.
Siperimde saklıyım, Eyvallah.
Ama hayatta bu dünyada ben de varım
ve dimdik ayaktayım.
Hassasiyet ve heyecanlı bir benlik ve
coşkulu ve temposu düşmeyen duygular ve işte ilk sırada sorgulandığım:
Sakin olmaksa huzurlu olmaktan farklı
bir boyut ve evet, her zaman sakin olamasam da ansızın huzur ile dolu
olabiliyorum en azından vicdanım rahat en azından niyetim belli Allah katında.
Büyümediğim kadar da bin yaşında bir
çocuk mahiyetinde ıssız yollara vurup da kendimi içimde çalan ıslığı armağan
ediyorum çevremde bulutlarda uçuşan tüm kuşlara ve bu yazımı sizlere armağan
ediyorum, sevgili dostlarım:
Her gününüz bayram tadında geçsin ve
asla içinizdeki o masum ve yaralı çocuğu üzmeyin…