
Hayatın bir hurafeden ibaret olduğunu
biliyordu aslında hükmetmekle filan ilgili de değildi sadece duvarlardaki ayak
izlerini takip edip en üst kata çıkmak istiyordu hani melaikelerin pür neşe
coşkusuna tanık olduğu o çatı katı; hani kuşların ölü yavrularını gömüp de kuş
mezarlarına ekmek kırıntıları bırakmayı ihmal etmediği.
Bir reçete idi her cümle; refüze
edilse bile sevgisinden taviz vermediği.
Hangi mübarek isyanda saklıydı
gerçekler ya da mübarek miydi isyanların telaffuz edildiği satır aralıkları
yoksa muteber bir yok oluş muydu her hicaz makamı yoksa hicran makamı mıydı
zamanla insanların alıp veremediği?
Şimdi kuşkanatlarında dünyanın,
gitmek vardı iyi de çıkışı olmayan o hücreden nereye düşerdi ki yolu?
Yaftalanmak ile ilgili düşüncelerini
gözden geçirdi ve bu sözcüğü yüreğinin sözlüğünden sıyırıp sınır dışı etti her
olumsuz duyguyu.
Sığan kalbine ve bir o kadar yedek
kalplerde güncellerken sevgisini aslında kalbin yedeği olur muydu, bunu bile
bilmiyordu.
Ya da sevginin yedeği, yediği kurşunlar
mıydı?
Örsünde saklı.
Övgüsü iken en doğurgan…
Sonrasını düşündü.
Kibarca geri çekti ellerini ve
başından aşağı dökülen gül yapraklarını savurdu elinin tersiyle.
Yolu mezarlığa düşmüştü madem.
Başı ise öne düşmüş filan değil
bilakis dik ve vakur duruşuyla.
Mezarlıkta kimseler yoktu. ne ayazın
soğukluğunu duyumsadı ne de buz kesen ellerinin kirlenmesine aldırış etti.
Mezarlığın bitimindeki o metruk eve
ilişti gözleri.
Sonra içindeki duygular kıpraştı
esinti yine üşümelere mahal verirken ve düşünmeye devam etti.
Bir ikram mıydı ölüm yoksa bir
kurtuluş mu ya da yarımların tama tekabül ettiği kesirli bir yolculuk muydu?
Yarımlar mademki bütün olmuyordu;
mademki gidenlerle bozmuştu aklını geride kalanlar…
Gülmekten başka elinden gelen yoktu
ama sırası mıydı şimdi gülücük savurmanın.
Ölü bedenlerin kabir azabı çektiği
muğlak mıydı peki yoksa yaşlı halasının ölüm korkusuna yenik düşüp de başını
dayadığı seccade ıslanırken gözyaşlarıyla…
Yenik düşen kendisi idi oysa herkesin
gözünden.
Sahi, bu kadar günahın telafisi var
mıydı da aralıksız ibadet etmesi gerekirken… af diledi ansızın ve biliyordu da
günahlarını.
Çok sevmekle iştigal bir ömür.
Komikti çok komik hem de.
Oysaki karşılığında ihanet benzeri
tekeline girmiş duygularıyla insanların hep saf addedilen varlığı, biliyordu ki
artık bir rahatsızlığa yol açmıyordu ve bir ömür bu yanılgıya düşüp nasıl da
suçlamıştı kendini.
İş yerinde bile telefonda yaptığı tüm
iş görüşmelerini kısa keserdi. En verimli iş gören olması asla bir tesadüf
değildi gerçi iş arkadaşları fazla haz etmezdi onun başarılarından ama…
İçindeki kuş nasıl da didikliyordu
yüreğini ve sen ölmedin mi daha, demekten de caydı.
Dirilen mevzular.
Dingin ruhlar.
Deşmektense dünü devirmekti maksadı
yoluna çıkan putları.
Tanrı, demeyi hoş görmüyordu kimi insan
madem.
Hatta adından yola çıkıp ona çirkin
ithamlarda bulunanlardan da haz etmiyordu madem…
Görüntü kirliliği yaratan ne ise.
Hak ihlali mi?
Sorun değildi artık.
Vakit epeyce ilerlemişti ve hala
mezarlıkta dolaşıp duruyordu. Önüne gelen hangi mezarsa duasını edip bir
ötekine geçiyordu.
Ruhları rahatlamış mıydı peki?
Sorun değildi ne de olsa; o, her
duanın ona verdiği mutluluğu duyumsayıp en azından ölülerle paylaştığı imanıyla
yaşayanlardan da çok şey dilemiyordu.
Dillenen rüyaları mıydı?
Devinen duyguları muteber miydi peki
Allah katında?
Soluğunu içine kesit ve tuttu uzun
süre.
Nefes aldığına şükretme ihtiyacı
duydu.
Burnuna gelen kokuyu ise duymazdan
geldi ve kulağına gelen sesleri de.
Yasına sahip çıkan her ölümlü gibi
miydi o da yoksa farklı olmanın verdiği hisle mutluluğu elleriyle kendisi mi
itiyordu?
Açılan kapılar.
Kapanan kapılar.
Yüzüne çarpan ve tokat misali acıyı
yüreğinde hissettiği.
Durmaksızın dua okuyordu ve gidip
gelen hayallerin yüreğine yaptığı baskıyı alt edemiyordu.
Geçen zamandan yana derdi yoktu asla
sadece kalan zamana asırları sığdırmak istiyordu.
Seneler evvel toprağa verdiği kim ise
ve geride kalan azınlık.
Son kozunu mu oynuyordu kader yoksa
insanların eline koz vermekle bunca zaman iyi etmemiş miydi?
Sevgiyi telaffuz ederken ve kem küm
yapan insanlardan uzak durmak adına demek ki; yeryüzünde ona ayrılmış tek bir
oda bile yoktu ne de olsa içinden geleni olduğu gibi yansıtır; kendine sopa ile
vurulsa bile ekmek uzatırdı herkese istisnasız herkese.
Koyu bir gri çalındı gözlerine ve
sisli bir güzergah.
Geldiği yolu kaybetmişti işte elbet
çıkışı bulacaktı zaten korkmazdı karanlıktan ama en çok yüreği karanlık olan
insanlardan çekinirdi sadece ama asla onlardan da korkmaz üstüne üstük beyaza
boyamak adına o siyah yürekleri…
Başa gitti yine…en başına
yolculuğunun…yüzüne yediği ilk tokat ve daha da öncesini hatırlamaya çalıştı ve
evet, yediği o ilk tokat ve avaz avaz bağırdığı sonra mutluluktan çığlık atan
bir kadın ve bir kadın daha ve bir adam aslında sayısız insan hayal meyal hatırladığı.
Konuşamadığını hatırladı sadece
ağlayarak tepki verdiği ve ilk adımlarını kutlarken ve kutsarken evren.
Bu mümkün müydü peki?
Sahi, o kadar geriye gidip de ilk
doğduğu günü anbean hatırlaması mümkün müydü?
İşte o tren garı…
Ailesinden ayrı kalacağı o bir senenin
başlangıç an’ı.
Onu geçirmeye gelmiş ailesi ve
dostları ve sınıf arkadaşları. Çatallı sesinde kaderin… of, dedi: ne bayat bir
betimleme.
Daha netti her şey artık gözünde.
Dilindeki kötü tat geri geldi
yeniden.
Pek mütevazı olamayacağım, dediği
günler geldi aklına.
El ele tutuştuğu ilk erkek ve ilk
öpücüğü verirken ve kondururken alnına.
Gülmüştü hâlbuki.
Bir o kadar da alay etmişti ilk
sevgilisi:
Ne yani, bir erkek sevgilisini
alnından mı öper tartışması kaç zamanını almıştı genç kadın da kendini müdafaa
etmek adına uzaklaşırken ondan.
Nasıl da girift ve detaylıydı
insanlarla ilişkisi.
Ne mukaddes bir duyguydu hâlbuki
adına dostluk denen; adına aşk denen ve adına merhamet denen iyi de merhametli
kimseye rastlamamıştı ömür boyu sadece Rabbinin merhametine hamt ediyordu.
Ne yani, herkes mi acımasızdı?
Ne önemi vardı ki bu saatten sonra
hem ne değişecekti bir kez çıktığı yoldan da geri dönüşü yok iken.
Kafası karıncalanıyordu.
Elleri de.
Boğazında kesif bir acı vardı.
Ruhu muydu acıyan yoksa bedeninde mi
bir sorun vardı?
Göğsü daralırken bir ferahlık geldi
göğsüne.
Gri bulutlar yavaş yavaş aydınlığa
çıkıyordu.
Genç kadın hala düşünüyordu.
Yoksa duyguları mıydı her şeye ve
mutluluğa ket vuran?
Adını hatırlamaya çalıştı sonra.
Sahi, adı neydi? Ne de olsa adından
başka her şeyi kondururlardı onu çağırırken oysaki hiçbir arkadaşı böylesi bir
durumla karşılaşmamıştı ömür boyu.
Adını unutmuştu işte: unutturmuşlardı
bir şekilde.
Sıfatlar geldi aklına. Onları da
unutmuştu.
Sonra edimler geldi aklına ve biteviye
emir kipi kullanan insanlar geldi aklına.
Hep nüfuslu bir sevgi ve saygıydı
adını unutan kadının yolculuğu.
Dünyayı gezmek istese herkesten çabuk
gider gelir ve tamamlardı bu devri alemi ama o, duyguları ile yaptığı tinsel
yolculuğu hiçbir şeye değişmezdi.
Kabaran duyguları değildi.
Göğsü kabarmıyordu.
Ama yüreği kabarıyordu: çok çok dolu
idi ve hala da içine almak istediklerinin sırasını bekliyordu.
İnancı ile saf tutmuştu bir ömür yine
de aciz, münafık bir fani diye telaffuz edilmişti.
Görüntü itibariyle neye denk
düşüyordu da peşinen hükmetmişlerdi?
Ne de olsa evren ve sıraya girmiş
insanlar bir şekilde bölmeyi ve bölünmeyi marifet bilmişlerdi.
Ya şimdi?
Sahi, neden hep –di’li geçmiş zaman
kullanıyordu?
Önünde sayılı ve sıralı ne ise…
Hangi kapıdan geçmişti?
Kapılar neden sert kapanıyordu?
Hiç mi yumuşak olan bir duygu
kalmamıştı?
Elleri yumuşaktı ve kalbi de ama
gerisini getiremiyordu işte…
Gerisi neden gelmiyordu?
Müthiş bir basınç hissetti bedeninde
ve elinde olmadan bağırmaya başladı oysaki bağıran bir başkasıydı iyi de niye
üstüne abanmıştı bunca alet ve insan?
Arz edilen.
Talep edilen.
Arz ve talep dengesi.
Üniversitede gördüğü ilk ders ve o
denge denen mefhum geldi aklına.
Dengede olması gereken onca şey ve o
da dengede ve dengeli kalmak adına elinden gelen her şeyi yapsa da…
Dengi?
Denk?
Neydi tüm olup biten?
Densiz çok hem de… sahi, kim demişti
bunu?
A, evet, amiri idi bunu söyleyen ne
zamanki bir yolsuzluğunu mesai arkadaşının yönetime bildirmiş… peki, sonra ne
olmuştu?
Küçük bir kutuya koyduğu neyi var
neyi yok, kapı önüne konmuştu işte ismi olmayan kadın.
Ama… biri ona sesleniyordu hem de
ismiyle.
Bu mümkün müydü?
Öylesine güçlü bir taarruz idi ki ama
yaşamak savaş olmamalıydı yoksa savaşın ta kendisi iken, kadın siperinde yaşama
mücadelesi mi veriyordu iyi de buna kim sebep vermişti?
Neyin anlamı varsa geride kalan ve
ilerisi için de ışık yok iken hala karanlık bir tünelde bir ileri bir geri
gidip geldiği ve son cümleyle noktayı koydu ana haber spikeri:
‘’Kadına şiddette mutlu son. Henüz
adı bilinmeyen kadın, uğradığı silahlı saldırıdan ağır yaralı olarak verdiği
hayat mücadelesinde herkesin yüzünü güldürdü. Hoş geldin yeniden aramıza cesur
kadın.’’
Yayın bitmişti işte ve bir el silah
sesi duyuldu stüdyoda.
Yarının haber bülteni şimdiden
hazırdı işte.