ESKİ TÜRKLERİN
GELENEKSEL İNANÇ SİSTEMİNDE SALGIN
Kürşat BARDAKCI
*
Öz
Eski Türklerin inanç sisteminde salgın,
çoğunlukla Erlik Han ya da kötü
ruhların gönderdiği bir felaket olarak
düşünülür. İnanışa göre Erlik Han ve kötü
ruhlar, insanların kendilerine karşı
saygısızlıkları karşısında onları cezalandır-
mak için ve kendilerine kurban sunulması
için bu hastalıkları gönderirler. İn-
sanlar da onların isteğini yerine
getirerek, onlara kurban sunarlar ve salgının
sona ereceğini ümit ederler. Ancak onların
isteği yerine getirilse bile hastalık
her zaman geçmez. Bu süreçte salgın
hastalığa yakalanan kişiye ise yakla-
şılmaz. İnsanların salgın hastalığa
yakalanan kişiyi bilmeleri ve ondan uzak
durmaları için hasta kişinin çadırının
girişine bir bayrak asılır. Bu salgınları
önceden bilmek ve tedbir almak amacıyla da
çeşitli kehanetlerde bulunulur.
Bu kehanetlerden en önemlisi ateşe bakarak
kehanette bulunmaktır. Ayrıca
“şamanın göğe çıkışı” motif de bu
kehanetler kapsamında değerlendirilebilir
Türkistan’da hayat, arka arkaya gelen
şiddetli soğukların ve tipinin, aşırı
sıcaklık ve kuraklıkların, sel ve çekirge
baskınlarının daima tehdidi altınday-
dı. Bazı yaz aylarında bir damla bile
yağmurun düşmediği aşırı kuraklıklar,
bazı kış aylarında da aşırı soğuklar,
salgın hastalıkların ortaya çıkmasına yol
açıyor ve toplu halde hayvan ölümleri
meydana geliyordu. Özellikle aşırı so-
ğuklar ciddi salgınların ortaya çıkmasına
sebep oluyordu. Bu aşırı soğukların
sebep olduğu hastalıklar Türkler tarafından
yut olarak tanımlanıyordu.
Çin’den Anadolu’ya; Mezopotamya’dan
Avrupa’ya eski medeniyetlerin ne-
redeyse hepsinde, doğadaki salgın
hastalıklar ve diğer felaketler, yarı tanrısal
varlıkların, cinlerin, hayaletlerin ya da
kötü ruhların işleri olarak görülürdü.
Türklerin komşuları olan eski Çinlilerde
salgına özgü “veba tanrısı” inanı-
şı bulunurken; Gök-tanrıcılık ve içerisinde
totemizm, animizm gibi unsur-
ları barındıran Şamanizm’den oluşan eski
Türk inanç sisteminde bu tür
bir “veba tanrısı” bulunmamaktaydı.
Batı Türklerinde: “Hasta insanlara hizmet
etmek için esirler görevlendirildi.
Hasta, esir tutamayacak kadar fakirse iyileşmeye ya da ölmeye terk edilir.
Tehlikeyi belirtmek üzere, çadırın kapısı
üzerine ufak bir bayrak asılır ve bu bayrak orada iki yıl
asılı bırakılırdı.” Bu bayrak asmanın amacı
korku hissi vermek olmasa bile
hastalık korkusu halk arasında iyice
yaygınlaştırılmış oluyordu. Türklerin
komşularından Moğollarda da benzer bir
uygulama görülmektedir: “Yere bir
mızrak çakılmakta ve bu mızrak siyah bir
keçe parçası ile sarılmakta ve ondan
sonra hiçbir yabancı bu (hasta) adamın
evine girmeye cesaret etmemektedir.”
Bu bilgilerden anlaşılacağı üzere Türkler
ve Moğollarda salgın hastalığa yaka-
lanan kişi karantinaya alınıyordu.
Altaylılar olmak üzere bütün Türkler,
hastalıkların iyileşmesi ümidiyle, kut-
sal kabul edilen ağaçların etrafında
dönerek, kümeler oluşturur ve çoğu kez
hastalıkları temsilen ağaçlara kumaş
parçaları bağlayarak veya çivileyerek
sağlık temennilerinde bulunurlardı. Bu
ritüel, gelenekleşmiş bir şekilde
Anadolu’ya da taşınmıştır.
Eski Türkler arasında, milattan önceki
dönemlerden itibaren, at ile gök ara-
sında bir bağlantı olduğu ve atın gökten
geldiği gibi bir düşünce bulunuyordu.
Dolayısıyla kurban edilen atlar da önce
Tengri yani Gök tanrıya sunulurdu.
Sonuç olarak, eski Türklerde salgın,
çoğunlukla Erlik Han ya da kötü ruh-
ların bir işiydi. İnanışa göre onlar,
kendilerine yapılan saygısızlıktan dolayı
insanlara salgın gönderirler ve onlardan
kendilerine kurban sunulmasını is-
terlerdi. Erlik Han’a kurban sunulmadığı
zaman salgına yakalanan kişi artık
iyileşemezdi. Hatta bu kişi öldüğünde,
insanlara salgın göndermesi için Erlik
Han’ın hizmetine girerdi.