Ne Yalnızım Ne Kalabalık...




Gözlerim kilitlendi mağdur sağanakların çeperinde sökün eden o tek zerrem bazense boyumu aşan dalgalara isyanım…

Yâd edilesi mazim ve yarenlik ettiğim sevecen dostlarım…

Ah, un ufak oldum ezelden oysaki boyutsuzluğumla sevmiştim her dem.

Demlendim.

Dertlendim.

Ve derledim.

Dengim değildi şu ya da bu insan çünkü ben bir kez cihanla sözlenmiştim.

Yaram.

Yarım.

Yârim.

Yandığım.

Yakıldığım.

Yaktığımdan bile haberim yokken.

Düş gücümle serildim ben ayaklarına kâinatın ve her düşümde saklıydı insan sevgim henüz kapanmadığım hücrem ve mabedim.

Koyu gecenin gözlerinden tanıdım ben aşkı ve düşkünlüğüm illa ki sevmeye sevilmekse pek nadir.

Nazenin varlığım narin yüreğim ve hicapla dolup taşan belleğim.

İndinde sevginin düşler düşmedi yakamdan bense düşmedim yakasından insanların ve bilip bilmeden sevdim herkesi çünkü herkes olmak değildi hem niyetim hem mealim.

Israrla yaşamaksa bahşedilen bir ömür.

Sevmekse yelken açtığım fırtınalı iç dünyam ve dış dünya ile eşleşen safi hüzün dolu yaralarım.

Yaranmadığımsa gün gibi aşikâr ve yetinmeyi bilmem de asla kâfi gelmedi sevdiklerime.

Kanamadığım kadar kandığım ve kardığım düşlerim ve katık ettiğim her insan düştüğüm yolda değil düştüğüm çukurda büyüyen bir filiz gibi bir tohum gibi sevgiyle çiçek açtığım ve kendimi ilk hatırladığım dört beş yaşlarında seken çocuk mizacım.

Dünümse hırkam, günümse kuşağım, yarınlarsa duvağı meltemin ve hüsran yüklendiğim ama asla yüksünmediğim ve yutkunduğum illa ki boğazımda kalan helal lokmam.

Anamın ak sütü gibi helaldir sözcüklerim ve duygularım ve eşleştiğim bazense eştiğim bazen eşemediğim genelde aşamadığım.

Fısıltılar değil artık kulağıma gelen bilakis isyan yüklü insan izlekleri ve şehirlerden İstanbul ve ben ilk günden beri İstanbul kızı olup da şehirle yolumun kesiştiği ve yalnızlığımı yüklenmişken şehir ve şiirlerimi yüklenmişken içimdeki umut yelkeni…

Miadı dolan bir şehir belki de insan kusan genelde insanı talep dolu ve kabından taşan ve surlarında yatıp kalkan mehtap ve yareni yıldızlar her gün doğumunda yakaladığım o aydınlık ve her sabah ezanında içimde güller açan üstelik tüm ezan vakitlerinde hissettiğimden de fazlası Rabbimle yüz yüze ve tek sığınağım tek limanım canım Mevla’m.

Günü öğütüp de sığındığım gece ve tevazu yüklü bir bilmece adeta göğün ıslıkladığı nazenin yüreğim ve şehir sokakları az buçuk dolu ne de olsa yolunu şaşıran tutmuş karanlığın yolunu bazen sapkın sarhoş naraları ya da şuh kahkahaları ile gecenin sakinliğine zulmeden ve yaka silktiğim eşrafım en çok da inancıma hakaret eden ve feleğini şaşırmış nice münafık.

Gölgemden bile sıkılmışken gölge edenler.

Ruhumdaki asma katı işgal edip huzurun belini bükenler.

Rengimle ve tuttuğum saf ile inancına ve Rabbine sadık saygıda kusur etmeden yaşarken dahi canımı yakanlar.

Gün ağarmadan.

Günün ışıklarına aklar düşmeden.

Gecenin kör vakti bile önümü gördüğüm ve kordan hecelerimle sevdalı şehrin nabzını tuttuğum.

Nankör insanlar oysaki nazenin bildiğim her biri ve yüreğine dokunacakken yüreğimi haddinden fazla kıranlar.

Kırılgan değilim de üstelik eskisi gibi belki kızgın.

Narin bildiğim her yürekse kimi zaman zulmeden.

Acımla mutluluğumla pay etmek duygularımı selamından ödün verenler ve imsak vakti ç/ağlayan yüreğim…

Düşlerimi telkin edense meleklerim ve kanatları ağır belki de Sağır Sultanın kulaklarını çınlatan.

Her düşün bir sonrası ve her gerçeğin bir öncesi.

Öznemle özlemimle muhalifim işte kötüye ve isyankâra ve Rabbine şirk koşana ve görevimin de bilincindeyim sadece Allah rızasını kazanmak için geldiğim dünyada Allah rızası için yaşar ve severken ve yazarken ve tutuşan kalemim ve yüreğim ve tutuşan etekleri iblisin ve zalimin.

Gönlümde kırık bir saz.

Sazın ucunda kopmuş teller.

Çengisi hüsranın ve peşrevi acının ve ben Şimal yıldızı ve şiarım sadece huzuru duyumsamanın bir öncesi sabrımla şükrümle katık yaptığım ömrün pervazında seken bir yavru kuş gibi gagaladığım duygularım ve insan sevgimden ödün vermeden sadece O’na koştuğum ve ulaşmak en tepeye gözümü diktiğim göğün de semazeni bir kimlikle şerh düştüğüm sözcüklere.

Ne yorgunum ne tembel.

Ne yalnızım ne kalabalık.

Ne varım ne yok.

Ne içliyim ne de dış sesle muhatap…

Altı üstü bir Allah’ın kulu künyemde yazan sevgimle inancımla mekik dokuduğum evren ve görünmezin şeceresinde saklı bir ışık gibi solmaya ve sönmeye de niyetim yokken daha da güçlü bir ışığa tutulduğum ve rahmeti kucaklamanın telaşı ile yaşadığım ve pür telaş sevdiğim ve umudun nakaratında saklı soytarı bir çocuk gibi kâh içime kapandığım kâh dışıma kapaklandığım ama düştüğüm yerden kalkmasını da bilen elbet sadece O’nun izniyle ve tevazu yüklü iklimde seken bir kuş gibi kanatlarımda ve yüreğimde saklı iken koca kâinat…

 


( Ne Yalnızım Ne Kalabalık... başlıklı yazı GÜLÜM-ŞİİRİN TEK H/ECESİ İKEN AŞK... tarafından 12.04.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu