Düş birikintilerine basıyorum gecenin
ve hacizli yorgunluğunda ilahi gölgelerin peşine düşüyorum.
Kibirli mevsimden de alacağım çok şey
var hani ve üstüne örttüğü çarşafın içinde izdihama yol açan düş kürelerine
sızıyorum en azından düş zamanı gelmeden istiflemeliyim düşsel cümlelerini
züğürt ömrümün.
Kocaman bir tabela var göğün
tepesinde: adeta temcit pilavı gibi çoğalan kuş sürüsünden arda kalan bir
masalın da tabelası gibi.
İstiflenmiş bulutlar üstelik hiç
birinin ismi yok tıpkı şehir gibi tıpkı şiir gibi artık kimse kulp takan aşka
belli ki beylik söylemler aşka dair o girdapta ve o girift yoksunlukta şakıyan
ulemaları gece bekçilerinin de boyunlarına asılı düdüğün de gürültü babında
attığı her adımda saklı hani huzur.
Keşke asayiş berkemal olsa bilakis
içine düşülesi bir kaos belki de ritim bozukluğu şehrin ve devasa kanatları var
ölümün elbet geri dönüşü de yok olup bitenlerin.
Resmi yok üstelik olup bitenin ne de
resmi kaydı.
Kol gezen renkler adeta kolluk
kuvvetlerinin apoleti gibi hezeyan ve heyecan içindeki insanlar.
Radara takılan acılar var misal ve
rap rap yürüyor karanlık.
Bir imla hatası adeta şehrin yedi
tepesine tüneyen kuşların gölgelerine düşkünlükleri tıpkı aşkın da bir ihmal
olduğu gibi ihbar etmek istiyor birileri bunca şatafatlı cümleleri.
Tedirgin olan noktalama işaretleri ve
not alan kâtip.
Aşk ise eşkıyası özlemim ve şiarında
saklı hüzün aralıksız kolaçan ediyor geceyi ve üstü örtülü özlemler kanat
açıyor sessizliğe az sonra da infilak edecek göğe tüneyen sıkılgan nazarında
umudun adeta bir melek gibi süzülüyor gözlerindeki yaşta asılı acılar isimsiz
ve nasıl da kibirsiz ne de olsa istila edildi aşk.
Göğün kompartımanları.
Gökdelenler süzülüyor bulutların
gözlerinden.
Kesif sessizlik ve aşikâr ölümcül
taarruzu geleceğin.
Yarınların minvalinde sönen bir ışık
bağdaş kuran ölüme ve devasa bir geçiş en çok da hayatın bitiminde devreye
giren yeniden doğma isteği ve karartıların tabusunda saklı isyan.
Ölü gömücü bekçiler mezarlığı mesken
tutmuş ve gölgelerini ayrı bir yerde biriktiriyorlar.
Bir lahit ise özlem duyulan.
Bir lanetse efkârın infilakı ile yeri
göğü dolduran.
Ucu elbet masumiyete ve çocuklara
dokunan lanetli bir aşkın can çekişip de yeri göğü birbirine kattığı.
Hecelenen sözcükler boynunda asılı
ölüm meleğin ve göğün şimendiferi adeta kokladıkça acıyı berbat bir koku
yayılıyor etrafa ve yatak döşek insanları dövündükçe dizlerinde peyda olan
bedenler var bir sekmeden diğer sekmeye geçen şehir ışıkları gibi.
İflah olmaz artık insanlık hele ki
şeytana dahi pabucunu dahi ters giydirmişken adeta imalat hatası duygular ve
bir çocuk sesi peyda olan.
İçe dokunan bir yakarış ayyuka çıkan
ve henüz doğmamış bir çocuğun göğe çizdiği resim en çok da cenin pozisyonunda
saklı iken annesinin karnında kan damlıyor gökyüzünden ve peçesini kaldırıyor
gece hele ki üstü örtülü iken duygular son zamanlarda olup bitene de anlam
veremezken Tanrı.
Şerit değiştiriyor rüzgâr ve
meleklerin kanat açtığı ölüm öncesi şafak.
Kibirli isyanlar var misal ve alt
yazı geçilen duygular.
Bir kadının önsezisinde saklı iken
annelik duygusu ve uykuda geçen zamanı anne karnındaki ceninin en çok da anne
sıcaklığından ayrı düşmek istemezken.
Mezarlık hınca hınç dolu.
Gelenler var bir de gitmeye dair bir
bekleyiş.
Bir de gelecek olanlar var aralıksız
ve hummalı bir çalışma ile kazılan mezarlar var bir de kemik yığınlarının bir
çukurda toplandığı.
Şeytan azapta gerek.
İnleyen bir iç ses ve şeytan giydiği
ters pabuçta kendini bu yanlışa düşürenin kim olduğunu çözmeye çalışıyor.
Tanrı çoktan çekmiş elini eteğini
yeryüzünden ve yeni bir dünya yaratmanın özlemi ile bekliyor tetikte.
Göğe kurulan salıncakta gidip geliyor
çocuk ruhlar adeta bir oyun parkı cennetin ön hazırlığında kilit noktası iken
bu oyun parkı ve buluta kaçan topun peşinde ölü çocuklar ve nasıl da mahzun.
El yordamı ile seçiliyor gidici
ruhlar.
Kıyamet alameti elbet bunca masum
insanın önden gidişi.
Hala bir çocuk sesi hıçkırığı
dinmeyen bu sefer de bulut kanıyor kırmızı rahmetle.
Bir düş kuvözünde kibirli saltanatı
iklimin elbet ölülerin resmigeçidi.
Azıcık geri gidiyor zaman ve bir evin
mutfağında elindeki bıçakla kan doğrayan bir adam silueti.
Açlığın değil azgınlığın emsali iken
ve ellerindeki kanı üstüne sürüyor adam hatta öncesinde ağzına götürüp yalıyor
kırmızı kanı ve kan çanağı gözlerinde gecenin şeytanca bir gülüş yüzünde peyda
olan ve dış sesin asla intibak etmediği iç ses daha doğrusu herkes kendi
bildiğini okurken kimse birbirinden haberdar değil.
Az ileride yemek masasının dibine
yığılmış genç bir kadın ve sessizce kala kalmış attığı yerde üstelik iki canlı
gerçi kadın can vereli dakikalar olmuş ama karnındaki bebek hala yaşamaya
çalışıyor.
Sessizliğe mahal veren bir tablo
lakin sessizliğin sesi kulak tırmalıyor ve mutfaktaki adam kendi kendine
mırıldanıyor:
‘’Hak ettin güzelim madem beni
aldatmaya meylettin.’’
Hak görülen ve de hak edilen…
Ya, hak veren birileri var mı?
Tutunmaksa hayata artık kadın için
yapacak bir şey yok üstelik tek suçu alışveriş esnasında rastladığı okul
arkadaşı ile ettiği sohbet ve sonrasında sözleşiyorlar okul yemeği için üstelik
onlarca insanın bir araya geleceği sıradan bir yemek daha doğrusu okul
anılarını yâd edecekleri…
Sadece sunumu hayatın da değil.
Sürülen bir hayat bir dünyadan
diğerine ve elinde okul yıllığı eve geldiğinde eşi, hamile kadının gösterdiği
üç beş resim okul yıllığında.
‘’Bak, Rasim tanıdın mı?’’
Güler yüzlü bir genç kız ve sıra
arkadaşı ile baş başa vermiş objektife gülümsüyorlar:
‘’Ne kadar zayıf ve güzelmişim değil
mi o zamanlar? Eh, tabi sen beni o zamanlar hiç görmediğin için asla kıyaslaman
da mümkün değil şimdiki ve o zamanki halimi?’’
Rasim’in gözlerinde şeytani
parıltılar.
Gözlerini resimden alamıyor adam.
‘’Lise hayatım boyunca sıra
arkadaşım: Levent hatta bu gün onu gördüğümde ben değil o beni tanıdı. Müthiş
zeki bir çocuktu, kocacığım. Tanımanı çok isterdim. Çok büyük hayalleri vardı
ve neredeyse hepsini gerçekleştirmiş gel gör ki mutlu olmak adına adım attığı
evliliğinde gün yüzü görmemiş. Karısı onu aldatmış, olacak iş mi Remzi? Eh,
işte kadın kıymet bilmemiş.’’
Olacak iş mi? Bunca sene sonra
tarihten bir sayfa açılıyor ve huzurun tam ortasına düşüyor bomba.
‘’Dalmışım okul yıllığıma Rasim.
Salata da yarım kaldı. Belki sen hazırlarsın sofrayı. Malum doğuma da günler
kaldı. Artık ayakta uzun süre kalamıyorum. Hem, biliyor musun? A, Rasim neden
yüzün kıpkırmızı oldu? Yoksa yediğin bir şey mi dokundu? Yoksa yine fıstık mı
yedin, kocacığım? Ah, be güzelim dokunan şeyleri niye yersin ki? Dur sana
alerji hapını getireyim. Sen de bir göz at okul yıllığına. Okulun yemeği varmış
doğumdan sonra giderim belki. Sen ne dersin?’’
***
İşte bir mezar daha rezerve edildi ve
bir tane daha.
Ya, bu doğmamış çocuğa kim
don-mezar-biçecek? Dokuz ayı bile dolmadan anne karnında gel de öl, olacak iş
mi?
Üstelik annesi de bebek da sağlıklı
iken ölüm bu denli erken mi yapışır insanın yakasına?
Teyakkuzda evren ve Tanrı.
Hani olur da bir çocuk doğmadan
düşmez yolu cennete hem annenin de cehennemlik olduğunu kim söyledi?
***
‘’Suyunu da getirdim, Rasim. Hadi yut
hemen. O elindeki ne Rasim? Neden öyle bakıyorsun? Sen salata yapmayacak mıydın
o elindeki bıçakla? Rasim…’’