TURNALAR NEDEN HEP HÜZÜNLÜDÜR;
Ve turnalar göç etti,
Boğaz'ın üstünde bir kırık notaydı son kanat çırpışları.
Marya dedi ki: "Kal."
Turna dedi: "Kalamam. Şiirlerimdeki senle düşerim yollara..."
Rıhtımda sarhoş balıkçılar ağ atmadı o gece,
Marya ağlarken gözyaşı boğazı yıkarken,
Mendil satan çocuk turna tüyü dağıttı, "Para istemez!" diye…
Kimse almadı! Zaten turna tüyü de yalandı,
Çünkü üstünde Leyla'nın ruj izi vardı!
Leyla, neden hüzünlüsün? diye sorar turnaya.
Ve gözleri bir rakı kadehi gibi devrilir…
Ve Leyla düşer bir Karaköy'e, bir düşer Moda'ya…
En sonunda turna da şiir küllerine gömülür!
Küllerinden şair doğar
Ve der ki: "Marya ile el ele gideriz,
Çünkü İstanbul artık şiir değil,
Kendini tekrar eden bir film şerididir!"
O an anladık: asıl hüzün buydu...
Ve film şeridi tekrarlanır,
Beşiktaş iskelesinde bir şiir kaybolur,
Dalgalar üstünde "Marya" yazılı bir turna tüyünde...
Leyla, Çırağan'ın camlarına vuran güneşte,
Rujunu sildi, martıya şair "Yalan!" diye fısıldadı…
Şair’e Marya ölmedi derken sarhoş uğultular,
Ortaköy'de bir sandal,
Kürekleriyle yarıyordu şiirleri külleriyle…
Dilenci çocuk da büyümüştü,
Şimdi sokak duvarlarının anıtına "Şiir satılık değil, devrimdir!" diye yazarken,
İtfaiye sireninin yerini polis sireni aldı…
Ve turna döndüğünde kanadı kırıktı,
Bozuk bir plak gibi tekrar ediyorken:
Marya, o ruj lekesi bende değildi!
O an anladı Marya: Aşk da Vefa da
Sahil yolunda ezilmiş bir gazoz kapağından ibaretti…