Bilinmezin meali idi sıradanlık ve
top yekûn kucaklaşmıştık hiçlikle.
Mevsimin damıydı onardığım belki de
mevsimsiz bir ölümdü yalnızlığın atan şafağı.
Gündü b/ölünen uğruna ekmek
doğradığım kuş silsilesi artık kimse nifak sokan soytarı yalnızlığın sırtını
sıvazlıyordu Yaratan.
Aşk meclisi toplanmıştı göğün
bitiminde:
Öylesine bir izdiham ki.
Hınca hınç esaret aşkın buğrası ve
karamel rengindeydi kâinat:
Aşktı adı olmayan her adam her kadın.
Kimi Âdemoğlu kimi Havva kızı ve işte
buz kesen bir cesaret.
Aşktı salkım saçak.
Aşktı yalnızlığın hücresinde büyüyen…
Gözümde büyüttüğüm değildi artık
insan yüreğimden firar eden onca hezeyan.
Bir ritim bozukluğu idi aşk ve meyve
veren ağaca eşlik eden o sıra dışı ateş ve asalet.
Hurafeler doğurgan.
İmbat rüzgârı bazen yayvan bir
gülüşle cesaret bulan.
İndinde göğün ihtimaller dâhilinde
ölümün.
Kamburu vardı ya da yok aşkın en çok
da sıra sayı sıfatlarından mustarip.
Kekremsi idi t/adı ve hicreti şiirin.
Derin dondurucuda geçen bitimsiz ömrü
aşk meclisinin.
Teyakkuzda olan duygular…
Ah, uçuşan onca rubai.
Kaskatı kesilmiş dolunay ve şuası
ömrün şurası sessizliğin.
Şüheda ne kadar iklim kaldıysa geride
mazi idi dikilen sökükleri aşk perisinin…
Meltemin hasıydı ay.
Ayın şavkı kayan yıldızlardan
nemalanan.
Cahil cesareti idi aşk.
En büyülü var oluştu ve de.
Hiçliğin sırlarına ve sınırlarına
vakıf mıydı sahi insanlık ve işte aşk meclisiydi oturumu başlatan.
Evren sökün etti.
Bir düş’ ün kovuğunda kalan hangi
hayal ise koptu kopacak kıyamet.
Fıtratına en yakın olandı aşk
meleğinin elbet özlem yüklü bir hikaye ve de en güzel aşk iken imkansızlığın
hicvinde kavuşamayan âşıklar…
Perdeli sesi gecenin.
Pervazında büyüyen bir çiçek gibi.
Aşkın şadırvanı.
Yalnızlığın bağlanmış basireti.
Yüreğin dinmeyen temposu ve de kâinat
orkestrası.
Tıp tıp tıp…
Sesi kısılmayan.
Tik tak tik tak…
Ah, asla sonlanmayan zamanın
ilerleyişi.
Tın.
Hangi kafaydı sahi tınlayan ya da
hangi gamlı nota?
Ve işte özet geçti Tanrı.
Sesler bağlandı.
Sessizlik ç/ağladı.
Haşmetli bir varlık evreni dolduran.
Aşkın büyüsü bazen ters tepse de
hedefi bulan.
Meclisin görkemli vardiyası.
Günü kayıp gecesi muğlak hasreti
bazense yalnızlığı ile yerle yeksan olmuşken yürek ve mehtap.
Başı bağlanmıştı güneşin.
Mehtabın tansiyonu ise düşmeden.
Kayan yıldızlardı belki de âşıkları
saklayan.
Bazense şaklaban bir isyan.
Mağdur kılınan nice insan ve hiçliğe
verilen selam.
Ve koydu son noktayı Tanrı:
Benden bu kadar artık sizi sizle
bırakıyorum ve her birinize görev veriyorum:
Çözün artık aşkın şifresini…
Ağlayan gök.
Yumruklanan yerküre.
İhtiva ettiği duygulardan değil
arınmak daha da büyüyen bir merak.
Ve insanlık nihayetinde terk
edilmişti öyle ki Yaratan bile isyan etmişti bunca duyarsızlığa ve aşk artık
yerlerde sürünen bir yapraktı konacağı dalı olmayan ve Rabbi onu korumayan.
Milyonlarca yıl anlatıldı aşk.
Aşkı yaşayan şehveti de yaşattı ve
insanlık yoldan çıkmışken bir kere.
Derken uzaklardan gelen sese kulak
kabarttı evren:
‘’Bana aşkı anlat anne…’’
Aşk anlatılır mıydı sahi yoksa yaşanır
mı?
Son nefesini veren kadın siper etti
gövdesini evladına ve yağan kurşunlardan korudu çocuğunu:
Aşk ne miydi?
Bir ihanetin vardiyası.
Bir yalnızlığın peçesine saklanan
sırlar.
Bir annenin canını hiçe saydığı
üstelik üstüne yağan mermiler ve o silahın tetiğini çekense büyük aşkla
evlendiği eşine hayatı zehir eden ötesinde aşk diye uzatıp da elini Azrail’i
olmuşken karısının…
Aşkın sıfıra indirgendiği hatta daha
da altına.
Gözün kör olduğu gözlerini kan
bulamışken…
Arsızca sırıttı iblis:
‘’Tam da istediğim gibi…’’
Yaratan ne mi istemişti ötesinde
nasıl mı yaratmıştı kulunu?
Şalteri indirdi o bilinmez güç ve
aşkın artık vadesi doldu…
O kadar çok anlatılmıştı ki aşk ve o
kadar çok yoldan çıkmıştı ki insanlık ve de çıkarmıştı ki yoldan aşkı…
Zaman da dondu mekân da.
Gözler de doldu.
Nutku tutuldu kâinatın.
Tutulmuşken aşka yürekler artık
tutuktu dili aşkın ve tayin edildiği son makamına uğurlandı aşk ve gerçek
âşıklar ve de Hak âşıkları…