
Kaç öğün atladığımı hatırlamıyorum
hatta kaç günün kaç senenin de geçtiğini.
Bilinmezlik bildirgesi tansiyonu
yükselten bilinenlerin ise nabzı alınmıyor ben yine de üstüme alınıyorum
zamanın sarkacında kaç ömür kaç insan yitmişken ve üstüme geçiriyorum sıcak yaz
havasını ve kalbim güm güm atıyor ne de olsa yaz’ ı yolcu etmeye az kaldı bu
anlamda yazı mahiyetinde bir şeyler karalama ihtiyacı hissediyorum.
Nemli bir hava ve berrak bir gökyüzü
ve sabahın ilk saatlerinde teşrif eden güneş göz açtırmıyor hani ve ben hızlıca
aklımda geçiriyorum:
‘’Nerede kaldın ey, haylaz hazan?’’
Düşlerden köprüler kuruyorum önümdeki
boşluğa düşmezden önce ve aklıma aşk düşüyor daha doğrusu aşka düşmenin
mevsimini bekliyorum ne de olsa yeniden kovulacağım kapısında beri yandan
savsaklıyorum aşkı ve yüreğimin mimarisi hüzün ile iç geçiriyorum.
Matemin örtüsü sedef sözcüklerin
üstünü örtüyor bense umuda sarılıyorum sıkı sıkı bir de içimdeki rüzgar
üşütüyor iç sesimi ve dış sesle muhatap olmadan yola düşüyorum ve parmak
uçlarında yürüyorum günün ve öğretilerin işin ilginci ismimi dahi hatırlamazken
her bilgi yerli yerinde hatta taşmış da fazlasıyla zihnimin koridorlarından.
Bir bulut olma ihtimalim var ama beni
başka bir isimle çağırıyorlar elbet tepki vermiyorum bu yüzden tepkisizliklerine
mahal veren sessizliğimle de değil gülümsemek nefes almakta dahi zorlanıyorum.
Gün yüzlü bir kadınsa az ileride
oturan ve o yaşlı teyze nur yüzüyle dudakları da kıpır kıpır elindeki dua
kitabını bir saniye dahi bırakmazken aralıksız okuyup üflüyor.
Bir vecize gibi tavandaki ihtişamlı
avize salınmakta bense günü sallıyorum daha doğrusu savsaklıyorum olanı biteni
ve adımı hatırlamak adına telefon defterini elime alıyorum ve birileri beni
uyarıyor:
‘’O telefon defterinin modası çoktan
geçti yeter ki sen iste ben sana bak nasıl da akıllı cihazlar alacağım.’’
Aklını yitirmiş olmalı insanlar. Ne
yani, akıllı cihaz da ne anlama gelmekte?
Ses etmiyorum derken yerimden kalkıp
volta atıyorum evin uzun koridorlarında.
Bir şeyler tanıdık ama…
Evin içindeki bu insanlarsa nasıl da
yabancı bana aslında benim kendime olan yabancılıktan yabani hayvanlar gibi
homurdanmak geliyor içimden. İyi de… Ya çıktığım deliğe yine gönderirlerse
beni?
Ve alt belleğim yavaş yavaş dağıtıyor
bulutları.
Öyle ya, çıktığım o delik: iyi de
köstebek miyim ben ya, o adamın dedikleri:
‘’Delirtme bizi. Köstebek olduğunu
biliyoruz ve kurye olduğunu da.’’
Ne kuryesi isem artık?
Ya da köstebek olarak nerede
çalıştığım neresi ola ki?
İhtisas alanımı da hatırlamıyorum ve
masada duran deftere ilişiyor gözüm ve tam da elime alacakken:
‘’Henüz çok erken. Belki daha
sonra.’’
Emir veren birileri var yukarıdan ve
ben aşağıdakiyim yani bir köstebeğim madem.
Başımı sallıyorum ama ağzımdan tek
kelime dökülmüyor ve birilerini fısıldarken duyuyorum:
‘’Yoksa gerçeği söylesek mi?’’
Demek ki gerçek olmayan şeyler
kafamın bir uydurması değil.
Devam ediyor fısıltılar:
‘’Biz karar veremeyiz geç mi erken
mi, diye. Belki de danışmalı ona göre davranmalıyız.’’
Demek ki danışılacak birileri var iyi
de burası ne askeri karargâh ne de danışma meclisi yoksa bahsettikleri…
‘’İlaçlarını da almadı bu gün. Oysaki
öncesinde ne güzeldi.’’
Neymiş ki güzel olan?
‘’Durum onu gerektiriyordu ama. Ne de
olsa bilinci yerindeydi.’’
Ne yani? Bilinçsiz miyim ben şimdi?
Elbette bilincim yerinde değil yoksa adımı hatırlamaz mıydım?
Sözcük enflasyonu yaşanmakta etrafımda
ve kim olduğunu kestiremediğim bunca insan sahiden yerleşik mi zihnimde ve adım
ve kimliğim…
Yeniden geçiyorum oturduğum koltuğa
ve fısıltılar kesiliyor ansızın sanki benim duymamam ve bilmemen gereken bir
şeylerin yanık kokusu geliyor burnuma.
Hem masadaki deftere ulaşmam yasak
hem de konuşulanlar gizleniyor benden aslında daha da fazlası gizlenmekte ve
ecel terleri dökmeye başlıyorum.
Benim burada olmamam lazım hatta hiç
de var olmamalıydım.
Demeye kalmıyor kapı çalınıyor ve
telaşla açıyor evdekiler kapıyı.
‘’Müjdeler olsun.’’
Sesini dahi tanımadığım bir erkek
sesi.
‘’Başarılı geçti ameliyat ve artık
bize ayak bağı olmayacak içerideki.’’
İçeride onca insan olmasına rağmen
üstüme alıyorum bu ‘’içerideki’’ sözcüğünü. Ya, dışarıdakiler?
‘’Artık ona ihtiyacımız kalmadı hem.
Her an gönderebiliriz de geldiği yere. Nilgün yaşayacak madem.’’
Gitmesi gereken biri mi var sahiden?
Yoksa o ben miyim? Üstelik kim olduğumu ve adımı dahi hatırlayamazken…
Hedef tahtası olma ihtimalim daha
doğrusu hedefteki yabancı. İyi de bir yabancı isem bunca insanın içinde yerim
ne?
Dokunulmazlığı tartışılıyor adeta
varlığımın aslında hiçliğe denk düştüğümü de kolaylıkla kestirebilirken.
Kapı yeniden vuruluyor ama gelen kişi
çok da gelmesi arzulanan biri olduğundan mı ne herkes kapını vurulması ile
adeta yerine mıhlanıyor ve gözler bana çevriliyor:
‘’Sıran geldi. Şimdi kalk ve aç
kapıyı.’’
Buyruklar huzursuz ediyor beni ve
gözlerim kararıyor birden bire. Sanırım kalp krizi geçiriyorum ya da ölüm
öncesi yoklamamı alıyor Yaratan ve tam da yerimden kalkacakken… Derken kapının
vurulmasını duymaz hale geliyorum ve tam da bayılacakken aklıma geliyor ismim
ve kim olduğum ve karanlığa teslim oluyorum sanırım hesap kesim tarihini belli
etti kader.
Adım Muhittin.
Ve ben bir köstebeğim üstelik her
şeyi ailem için kızım için yaptım ben ve işte maçın rövanşı.
Yarına çıkar mıyım çıkmaz mıyım
bilmez haldeyim ama geri döndüğüm koğuşum pek bir rahat. Öncesinde uzunca bir
vakit ağırlanmışken hastanede ve donörü olduğum kızım uzun süre sonra da olsa
sağlığına kavuşmuşken…
Öncesinde çalıştığım şebekenin tüm
kayıtlarını ele geçirmişken emniyet ve neresinden baksan en az yirmi yıl
yediğim bu davadan yine de alnımın akıyla çıkmışken ve çökertmişken polis bu
şerefsiz şebekeyi ve işte anamın ak sütü gibi de helal iken gayri meşru
yollardan kazandığım para…
Elbet bunu söyleyen ben değilim ne de
olsa hayatını devlete adamış bir memur olarak bulaştığım bu yasa dışı işin de
tek kazancı iken sağlığına kavuşan kızım ve o da dâhil olmak üzere hiç kimse
bilmiyor bu şebekeye dâhil olduğumu en azından hayatımın kalanı garantide ve
vicdanım da rahat.
Çıkınca ne mi yapacağım?
Elbet her şeye sıfırdan başlayacağım
kader izin verdiği takdirde ve kızımı uzaktan seyredeceğim seyirci koltuğunda
gerçi o, babasını yasa dışı işlere karışmış bir vatan haini olarak biliyor ama
asla öğrenmeyecek de bu işe neden kalkıştığımı.
‘’Ziyaretçin var, bay donör.’’