
RUHAYRA – II
(Ulaşılamayan bir sessizliğe mektup)
Adını sessizliğin en uç noktasında buldum,
Bir kelimenin dahi cesaret edemediği o yerde.
Ve anladım:
Sen, söylenmemiş duaların bile ulaşamadığı bir sırdın.
Ruhayra,
Varlığın, evrenin ilk soluğuydu belki,
Ya da son bakışının kırık yankısı.
Gözlerin,
Zamanı durduran eski bir büyü gibi;
Bakarken, kendimi unuttum.
Adımı, geçmişimi, hatta geleceğimi...
Seninle var olmak,
Bir uçurumun kenarında sonsuzca dengede durmaktı;
Ne düşmek vardı,
Ne de güvenle yere basmak.
Sen neydin, Ruhayra?
Bir adım mı?
Yoksa her adımı yutan dipsiz bir uçurum mu?
Sana sorular sordum,
Cevap beklemeden.
Çünkü biliyordum:
Senin cevabın,
Sadece daha derin bir sessizlikti.
Bir gün,
Bir rüzgar taşıdı adını kulaklarıma;
Ama o rüzgar bile,
Senin ağırlığını taşıyamadı.
Çünkü sen,
Yalnızca var olan değil,
Varlığın ötesinde yankılanan bir yankıydın.
Ruhayra,
Her şeyin başladığı ve bittiği noktada
Hâlâ dimdik duran bir ışıktın.
Ne ulaşılabilirdin,
Ne de kaybedilebilirdin.
Sen sadece vardın.
Ve varlığın,
Bütün yokluklardan daha gerçekti.
Bütün yollar sana çıkıyor sandım,
Meğer bütün yollar,
Sana hiçbir zaman varamamanın adıymış.
Ve şimdi,
Sana bir cümle bıraksam,
Yine eksik kalır.
Çünkü sen, Ruhayra,
Sadece anlatılan değil,
Anlatılamayandın.
27.04.2025