
Bir m/eziyet edindiğim aşikâr ve
konakladığım her sapakta iz bırakıyorum geride oysaki parmak uçlarımla
yürüyorum ben bu evrende ve de sessizlikle imtihan oluyorum.
Gürültüsüz sağanağın makûs damlasıyım
ve hasretin de bileşkesi iken içimdeki rüzgâr ve delik deşik ruhum.
Galeyana gelenlere bakıyorum da…
arkası gelmiyor işte çünkü önüme dikili gözlerim belki de süzgün yüreğimde bir
rahmeti teyelliyorum bir de hüznü.
Makul olduğum kadar müphem
ayrıntılarda kayboluyorum derken peşime düşen avcı ile sözlendiğim o hazan
bahçesi.
Bir kuşum ben.
Bir kurşun kadar da ağır yüklendiğim.
Belki de kurşundan bir askerim kuruşu
kuruşuna hak ettiğim ve izafi rotamda çemkiriyor iblis.
Umudun ta kendisiyim yüzleştiğime
biat yüzlerce kez y/anıldığım ve şehrin göbeğinde ıssız bir ağacım göğün
menkıbesini kazımış gövdesine.
Sür-git hezeyan mevsimsiz bir destur
adeta ve tünediğim kadar türettiğim hayallerim her ne kadar bozguna uğrasam da
pekişen asaletim ve sessizliğim.
Düşlerimi gömdüğüm o düş çukuru yok
mu üzeri örtülü olsa da içine düşenleri nasıl çıkartmam gerektiğini bilmediğim.
Geviş getiren rüzgârın son utkuyum
mevsimin de tohuma kaçan ruhu ne de olsa kapıştığım kadar kapılıyorum aşka ve
uzaktan seyrediyorum her izlekte kapışanları.
Surlarda saklı metanet.
Serlerle sırlarım.
Kodaman düşlerim.
Bir yetim beyit olsam kime ne?
Haznemde yangın ve doğuştan
yürekliyim ben ihbar ettiğim ebabil kuşlarına tüm kırgınlığım ne de olsa onlar
da sonunda ihanet ettiler bana ve ben masalımı yazmazdan önce uydurduğum
masallarda düş tepsileri sunuyorum misafirlerime.
Anamdan ayrı düştüğümden beri ve de
babamı asla tanımadığım ne de olsa anneannem büyüttü beni ve düş çeperinde hep
yenilgiye uğradı kadın kıt kanaat geçinsek de asla aç kalmadı ruhumuz.
Sonramı tensiye etmek istedim ne de
olsa sonrama bağdaş kuracağımı asla hayal etmedim.
Bol köpüklü şekersiz kahvesini içtiği
son sabahında ve avluda toplanan tüm mahalle… artık sahipsizliğimi meşru
kılmıştım lakin reşit de değildim.
Yüreğimin müridi bir tokat idi
hayatın savurduğu ve ben henüz on yedisinde bir çocuk oysaki kadın denirdi
bizim oralarda on beşine erişir ermez kocaya varanlara.
Bir aldatıyı sahiplenip de ve düş
köstebeği ruhumla izdivaç kuracak illa ki mevsimsiz acılar ve rüzgârdı.
Geniş ölçekli bir yürek pervazında
kumrular ve tek göz odasında şaşı olduğum bir Pazar.
Rugan ayakkabılarım ayağımı sıkarken
ve bana sahip çıkan sevgili akrabam. Uzaktan akrabam olduğunu bilsem de bana
sahip çıkacağı asla gelmezdi aklıma ne de olsa kaç evladı ile savaş veriyordu
bir baltaya sap olamamış kocasını da en büyük evladı olarak kabul etmişken hele
ki yatağa teslim olmuş yetişkin bir çocuk ve asla da iki lafın belini kıramayan
bir kalabalık ve nihayetinde benim de dahil olduğum.
Sözcükleri yutuyordum işte aş
niyetine ne de olsa mahcup ve zavallı idim özellikle yeğenlerimin gözünde.
Oysaki yanılmıştım ve yanıldığıma ilk
gün vakıf oldum.
Koca evin en büyük odası bana tahsis
edilmişti işte ve kaç kardeş aynı odada tıklım tıklım yaşarken ben bir bavulluk
eşyamla çoktan sahiplenmiştim o geniş ve ferah odayı üstelik kimse tek laf
etmemiş ve gülümseyerek bakıyorlardı evin yeni ferdine.
Günsüz özlemlerim bitmişti ama bana
kol kanat geren rahmetli anneannemin acısı çok tazeydi.
Günlerdir aradığımı bir saniyede
bulmuştum aslında ne aradığım tartışılır en azından bulmaya ant içmiştim
közümde saklı sözlerimi tek tek iliştirirken yakama.
Rahmetin ta kendisi.
Metanetin de iz düşümü.
Pervasız olmadığım kadar da
paranoyaktım ne de olsa yalnızlığımdı sirayet eden ve ben bulutların üstünde
dolaşmıyorum bilakis kuş bakışı evreni seyrediyor ve yaşımın on sekiz olmasını
bekliyordum sözüm ona özgürlüğümü ilan edecektim bana ait olmayan bir hayatı
nasıl sürdüreceksem cebimde beş kuruş olmadan.
Aksayan bir şeyler vardı ya da yoktu
iyi de neye takılmıştım ben?
İnancım tam.
Kendime olan güvenim… eh, idare eder!
Sefil olduğumu mu duyuracaktım yani
tüm dünyaya ve düş gücümle asılı kaldığım o gönül tarhında ben miydim fazla
olan bu evrene?
Sıraya dizildi acılar.
Önce yatalak eniştem gözlerini kapadı
dünyaya sonra evin en küçük ferdi Özge kayıplara karıştı ve ardında da bir not
bırakmıştı:
‘’Beni merak etmeyin sakın.
Mutluluğun peşinden gittim.’’
Sahi fermanı sadece bu iki cümleden
mi ibaretti?
İki gözü iki çeşme ağlıyordu halam ve
elinde kalan üç kuruşla evi döndürmeye çalışıyordu.
Kapışan ne idi de acılar illa ki
hayatın serpintileriydi?
Muteber yanılgılar kuşandık sonra ve
çat kapı geldiler.
Karşı komşumuzun yeni öğretmen çıkmış
o sırık oğlu ve bir yanında annesi bir elinde çiçek geldiler işte.
Emir büyük yerdendi.
Emsalsizliğin de sınırında takılmıştı
bir kez el frenim ve hala reşit değildim.
Sonlanmasını beklediğim neydi de
başlamasını da arzu etmiyordum hikâyemin?
Sözcükler takılıydı boğazımda ne de
olsa aklı kısa saçı uzun bir kızdım insanların gözünde hele ki vasim iken halam.
Aşkla tanışmamış bir yavru kuştum
ailesinden çoktan ayrı düşmüş ve asla da kavuşma ihtimali olmayan en azından bu
hayatta ve bir hayatımın olup olmadığı da tartışılırdı hani.
Sahi, nasıl içerlerdi kahvelerini
görücüler?
Görmeyi istedikleri neden bendim de
bir başkası değildi hele ki sahipsizliğim de dillere düşmüşken.
Umudun basireti b/ağlanmıştı bir kez
ve nihayetinde de benim başımdı bağlanacak olan…
Ve o gece kararımı verdim.
Ait olmadığım bir evi neden yuva
bellemiştim ki ve illa ki yuvaya kavuşmam adına sevmediğim, tanımadığım bir
adamla mı evlenecektim ve yazgımı yazdım.
Teşrif eden hayat sevinci idi
ilkelerime sahip çıkmak adına ufkumu da aydınlık kılacak bir de aklımdan çıkan
o seviye tespit sınavı sahi ne ara açıklanacaktı yoksa açıklanmış mıydı da ben
adres değişikliğimden dolayı sonucunu hala elime alamamıştım?
Annemin kaderini yaşamak istemiyordum
asla. Tanımadığı bir adamla evlenip de aniden kıskançlık krizine kapılıp da
kurşunları anneme yağdırdığı üstelik ben henüz annemin karnında iken.
Yatılı okuyacağım bir okul üstelik
öğretmen çıkacağım ve nihayetinde ülkemin genç ve ümit eden bir neferi olarak
yollara düşeceğim…
Eski adresime gelen sınav sonuç
belgemi artık almıştım elime ve önümdeki iki yoldan birini seçmek zorundaydım
aslında tek isteğim iken özgürce yaşamımı idame ettirip bu vatana hizmet edecek
bir gönüllü eğitimci artık devlet beni nereye tayin ederse kanımın son
damlasına kadar sahip çıkacağım ilkelerim.
Rabbim yetişmişti imdadıma. Hiç
tanımadığım bir adama eş olmak yerine eşi benzeri olmayan duygularla ben artık
yüreğimle firardaydım ve halamın elini öpüp de bana helallik verirken ve
biliyordum ki artık hesabıma yatacak her kuruştan o da nasiplenecekti üstelik
bendim yine kendime söz veren en azından bana sahip çıktıkları o kısa sürede
bile sevildiğimi hissetmiştim ya…
Bavulum geldiği gibi eşikteydi bu
sefer dışarı çıkarmak adına kapıda beklediğim ve ne ilginç ki içimdeki his beni
o yabancı adama yakın hissettiriyordu en azından ben de bir eğitimci olarak
kuracağım hayatımda belki de ben de bir öğretmene gönül verecektim ama
öncelikle eğitimim ve öğrencilerim…
***
Halamın duaları hala yüreğimde
saklıdır ve onu da aile mezarlığımıza anneannemin yanına gömdük.
Kader işte ben geldiğim gibi giderken
o bir daha dönmemek üzere gitmişti ve çil yavrusu gibi dağılan ailesi. Tüm
evlatları başka diyarlara sürülmüştü adeta kaderin emriyle elbette karşı
çıkamayacakları tek mecra iken.
Ben ise yüreğimi sürgün etmiştim
belki de aşkı hep tek kişilik yaşayacağım ta ki halamı ziyarete gittiğim gün
kabristanda ona rastlayana kadar.
Komşuluk vazifelerini yapıyorlardı
lakin laf olsun diye değil içlerinden geldiği gibi ve göz ucuyla beni süzdüğünü
çok geç fark ettim ne de olsa toprağı otlardan ve çöplerden temizlerken aklıma
bile gelmezdi etrafıma bakmak.
‘’Nazan Hanım?’’
Sahi bu, bir soru muydu yoksa ben
hala ölülerin beni fısıldadığını mı sanıyordum ne de olsa yatakhanede hep
duyuyordum kâh anneannemin sesini kâh halamın hıçkırıklarını ve bunu fark eden
yine en yakın arkadaşım olmuştu ranzanın üstünde yatan:
‘’Nazan kiminle konuşuyorsun
uykunda?’’
‘’Hatırlamıyorum.’’
‘’Ama uyanıkken de konuşuyorsun
birileri ile ve bunun geçmesini bekledim ben kimseye de tek laf etmedim. Bil
ki; bu davranışın asla normal değil.’’
Bu konuşmanın üzerinden henüz çok az
zaman geçmişti bu anlamda etrafıma bakmadım bile biri adımla seslendiğinde ta
ki omzumu dürtene kadar…
‘’İyi misiniz siz?’’
Sahi, iyi miydim? Hem bu kadar ağır
ve donanımlı bir eğitim programı bir de kimsesizliğim sahi kimsesiz miydim
ben?’’
Aklıma gelen ilk cümleyi de yüksek
sesle söylemi bulundum:
‘’Sahi kimsesiz miyim ben?’’
‘’Asla Nazan Hanım ve bilin ki
teklifim hala geçerli.’’
Sonunda aklımı kaçırmıştım işte.
Gaipten gelen bir sesti bana bunları söyleyen üstelik omzumdaki elini
hissettiğim yoksa ölmüştüm de cennette miydim beni kimsesiz bırakmayan Rabbimle
baş başa…
Başımı çevirdim ve üstüme çivilenmiş
gözlerin haşmetiyle irkildim.
Ne yani yıllar evvel benimle evlenmek
isteyen bu yabancı hala nasıl oluyor da yanı başımdaydı üstelik fikrini de
değiştirmemişken?
Ya, ben değiştirmiş miydim fikrimi?
Elimi tutmasına izin verdim yoksa
çoktan düşmüştüm yere.
Sadece elimi tutmasına izin verdim
işte ve o da tuttu elimi.