
‘’sonbaharların kralı gelirmiş meğer İstanbul’a
ciğerlerimin filmini çektiler
ciğerlerim artist oldular icabında
akut alevlenmiş kronik bir sonbahar gibi
bakıyordu
sigara figüran falan.
ben kırmızı bir yaprağı oynuyordum esas kız
olarak
uçuşuyordum, uçuşmakmış meğer benim anlamım
ben bunu geç anladım.
senin için şiir yazacaktım İstanbul
ismini ağrı koyacaktım.
oysa bir şiir niyeydi sanki’’(Didem Madak)
S/üzgün bir rengim şehre geç kalmış da bir şiirim…
Efsunlu iç sesimde büyüttüğüm bir yasım var benim: az kaldı
içimde saklı o kızı gelin edeceğim şehrin en tepesine konacağım ve sonsuza
değin orada kalacağım…
Ümit vaat eden de bir rengim ben: hem şehrin kubbesiyim hem
de şiirin hutbesi içimde kalan ukdenin de peşindeyim…
Hem ben peşinen sevdim şiiri ve seni:
Nemalandığım her sokağında yürüdüm bir bileşke iken iç
sesimin devasa taslağında yaşadım yaşattım duyguları.
Hüznün mefkûresi bendeniz şiir kızın da inkârı yok iken şiir
dilinde yaşadığım yaşattığım şehrin isyanında saklı bir veryansın belki de bir
varsayım şehri teğet geçen şiirin gölgesinde büyüttüğüm çocuklarım…
Ön sözü olmalı hem
her şiirin hele ki şair yaslı ve sevdalı iken içinde seken iklime diktiği her
şiirse şehre armağanı ve adağıdır şairin ölümün renginde kara bahtında mazinin
bir bataklığa da sürüklenirken dış sesin hâkimiyeti ile ne söyler ki şair
dilinden düşmeyen şarkıların ve şiirlerin nezdinde elbette sus payı birer
söylemdir şiirleri…
Şiir mektebinde en
önde oturur şair…
Zimmetli olduğu
kadar şehrin coğrafyasında aslında bir kıvılcımdır bu imkânsız aşkı başlatan ve
yangına mahal veren tutuşan etekleridir şairin döktüğü kadar da eteğindeki
taşları ve döktüğü kadar son gelmez gözyaşlarını…