Ölümün rengini nakşedebilirim
Bir şiirin yalnızlığında giyindiğim
mintanımdır mevsime binaen yazılası romanlarımdır kalem ara sıra düztaban.
Ben bir nesrim.
Ben bir şiir iken damıttığım yüreğin
külünden inşa ettiğim cennetin muadili elbet dizelerimde hayat bulmamdan öte…
Defalarca ölüp ölüp dirildiğim
yetmediği yadsıdıkları yetmedi defnedildiğim kimsesizler mezarlığı…
Top yekûn firar ettiğim edilgen
duygularımın etken mizacı elbet dingin bir ruha duyduğum özlem ertesi özneme
hem sadık hem yabancı ifrata kaçan ilhamın tohum saçtığı…
Bir merhaledir ki içimde kaynayan
kazan.
Bir metafor denizi…
Ah, azizim nasıl da öykündüm ben süt
liman hayatlara yetmedi…
Örtündüm bir gizin sabahında
pencereme konan kuşlar misali şakıdığım anbean diri bir lütuf iken güzün armağanı
sözcüklerim kadar patavatsız bazense o şarlatan rüzgâr içimi ta içimi esip
kavuran böğrüme sapladığım kaleminse divası divanesi olduğum şiirin mahşere
dönük duası ve sıfatlarda can bulduğum kadar nazına niyazına yenik düştüğüm
aşkın ketum dünyası…
Ben bir hareyim.
Bir haneyim tek basamaklı.
Bir latif esinti ki çocukluğumun
bozuk para kumbarası.
Yoksa kundurası kayıp bir çocuk muyum
da kum döken silahın cilalı rotası.
Ben aşkım.
Ben aşikâr şiirim.
Aşina olduğum ölüme diktiğim sancakta
saklı yası üfüren şarlatan bir kâhinim.
Ah, yürek mezarlığı.
Ah, kürediğim keten tohumu yaz
helvası.
Tütsüm.
Tüttüğüm.
Tükendiğim.
Türettiğim.
Türevi ömrün integrali dünün.
Çapında dairenin yarı zamanlı bir
şair miyim yoksa?
Noksan aklım.
Kıtlık misali doyurduğum ruhumda
saklı derdim meramım.
Kırkladığım acılarım.
Tütün kokan gecelerin sefası.
Gecesefası bir aşkın kum torbası ve
işte döktüğüm kum ve işte geçkin günüm ve işte dökümlü etekleri şiirin bir
hasbıhal ettiğim bir geri kaçtığım tünediğim şu dal tükettiğim nefesim.
Şahikasıyım aşkın.
Oh, ne ala, azizim.
Rüyamda seken varlığı yalnızlığın.
Kümülatif bir acı silsilesinde dik
başlı dik açısıyım içimdeki üçgenin eş kenarına konan bir vaveyla açığımı
arayanlara sunduğum bir masal bir şiir bir roman ve nicesi.
Ant içtiğim üstüne.
Öpüp de üç kere başıma koyduğum
kutsal kitabım.
Kıta sahanlığı devletin masasında
saklı sır dosyalar ve işgal edilen hüzünlü toprakları şairin şahikası şiirin
sarnıcı mevsimin sarkacı ömrün…
Leyli bir düş.
Meyyali ömrün.
Mizacı dünün.
Mihenk taşı sözcüklerin.
Mihrabım ve mabedim ve matemim ve
içinde saklandığım mahzenim.
Bir fobi belki de ölüm.
Bir hobi belki de zulüm.
Körü körüne sevdiğim kör noktası
içinde yaşadığım lahidin çıkış kapısı.
Gizin sancısı.
İzini sürdüğüm umudun tefrikası.
Hizaya getirdiğim iç sesim.
Baskın olsa bile dış sesin yok iken
önemi.
İade-i itibar madem yazdığım her
şiir.
İnzivada geçen ömrün içgüdüsünde
şekillenen sevdalandığım şehir.
Metazori bir gün bir güleç bir asıl
yüzü kaderin.
Melankoli dolu yüreğin tekleyen
sesinde saklı ansızın tetiklenen ve duran zamanın kulağı çınlatan melodisi.
Bir rabıta.
Bir de sabıkası şairin kaç kere
tıkıldımsa şiir mahzenine ölümüne kalmak istediğim o derin gayya kuyusu
sektiğim Arnavut kaldırımı ve kabaran gölgenin Arnavut damarı.
İlahi bir çağrı.
Ağdalı değil açık seçik beyanım…
Ölümden değil sevdiklerimi
kaybetmekten korktuğumun duası sığındığım yüce Makam kolumu sıvadığım
sıvazladığım kadar kederi elimden kayan göçük zaman.
Ben hoyrat bir esintiyim.
Ben hayta bir şarkıyım.
Ben nazenin bir kuş.
Cıngılını unutamadığım bir düş.
Bir gülüşe tav olduğum bazen
avladığım bazen avlandığım şu kibirli dünyada kinden kirden tasadan arındığım
kadar masum kaldığım tevazu yüklü benliğimin de olmaz mı arzusu?
Her renk bir armağan.
Her armağan bir öykü.
Her öykü insana dair.
Her insan aslında tekabül ettiği
kadar yazılan binlerce şiir.
İklimden yana yok şartım ve ben her
dem sonbaharım her yağmur bir hediye her rahmet kursağımdan geçtiği müddetçe
hamt ettiğim şükrettiğim sancılı hayatımda mil çektiğim kaderin gözlerinde
resmettiğim bir hayatın ta kendisi iken yazdığım yazacağım her şiir…