
Yaşlı bahçelerin saman yığını dolu
gölgesine uzanıyorum.
İçimdeki tarhımın bekçisi paylıyor
beni.
Ne sesim diri ne yangınlarım ölü.
Kirli duvağında kirli geline nispet
yapan bir beyzade fısıldıyor aşkın tonunu.
Yüreğin mateminde böcekler var yine
için için kundaklanan içmişliğin öfkesine bayat bir nida sunan.
Deyimlerin külliyatında homurdanan
afakanlar var hala göğe nispet yaparcasına yerin altında yaşayan iblis ve
bilumum yaratık.
Göğün çeperine tohum dikmiştim bir
gece vakti ve Tanrı saklanmıştı gün yorgunluğunu gidermek adına evreni uykuya
yatırdığı günün yirmi beşinci saati.
Şahit tutulduğum şehri kundaklıyorum.
Varlık yoksun hem de ne yoksun.
Bir varmış bir yokmuş, diyenlerin
yalancısıyım ne de olsa hiç olmadılar.
Olması gereken ne ise olmadı da.
Olumsuzluğumu sırtladığım günün
kepenkleri paslanmış: ne itebiliyorum ne de uzanıp çekmeye çalışıp da gelmiyor
işte aslında gelmeyi unutan çok şey var.
Mesela kapıyı çalmayan saadet. Kızın
adı da Saadet.
Kimin kimsen var mı, diyorum. Demez
olayım.
Kundaklanan sözcüklerim havada asılı
kalıyor.
Saadet… bizim Saadet: evin karşı
köşesindeki marketin kasiyeri Saadet.
Neyin nesidir diye soruyor kadının
biri. Ne de olsa Saadet pek süslü.
Pembe yanaklarına eşlik eden rimeli
ve ateş rengi ruju.
Sanki töhmet altında kasadaki
paralar. Bir bakıyorum ve kala kalıyorum.
Ne o öyle?
Ben yüz lira verdim; o ise elli
liranın üstünü verdi.
Kız Saadet… demez olaydım. Ağlamaya
başlıyor oysaki mesaisine yeni başlamıştı.
Karşı çıkıyor Saadet.
Vallahi de elli lira verdiniz.
Bir elli lira için kalbini mi
kıracağım senin? İyi de eve gittiğimde bu sefer babam kafamı kıracak üstelik
eve eksik file ile gideceğim.
Hani babamın rakısı?
İyi de babam rakı içmez ki.
Çizmeyi aşıyorum ve avaz avaz
bağırıyorum.
Al senin olsun.
Fileyi de savuruyorum yere.
Pişkin pişkin gülüyor bizim Saadet.
Hayır ya; neymiş: bizim Saadet.
Artık bizim değil sizin olsun
Saadet’iniz.
Yolda Kamuran Teyze’ye rastlıyorum.
Kız, neyin var, diyor.
Cevap vermiyorum. Versem inanacak mı
ki?
Yine de kem küm edip ağzımdaki
baklayı çıkarıyorum.
‘’Vay, vay…’’ diyor ve gerisini de
getirmiyor.
‘’Daha dün…’’
Ne olmuş ki dün?
Söylemiyor.
‘’Sen şimdi görürsün, seni gidi
seni…’’
Böyle olmasını istemezdim… dememe
fırsat vermeden hışımla dalıyor markete.
Ne o öyle? Bir kalabalık bir
kalabalık ki?
İndirim günü de değil bu gün hele ki
zam üstüne zam iken kim doldurur ki marketi?
Alkış sesleri ve çığlıklar. Belli ki
bir kutlama var yoksa ters giden bir şey mi… gerisini getirmiyor ne de olsa
ters giden tek şey cüzdanımdaki eksik para.
Marketin müdürü tüm endamıyla geliyor
ve salına salına yürürken şıkırdıyor etekleri. Sanırsın ki assolist.
Kapıda iki adam mütemadiyen resim
çekiyorlar.
Allah Allah, ne oldu da böylesi bir
coşku içerisinde herkes?
Kodaman bir adam ve elindeki araba anahtarı
ile arz-ı endam ediyor arkasında Saadet.
Bu nasıl bir saadettir ki herkes
eşlik ediyor.
Ne oldu, diye sormama gerek kalmadan
müdür bir açıklama yapıyor.
‘’Mağazamız çalışanlarından Sayın
Saadet Hoşses bu gün çok önemli bir işe imzasını attı daha doğrusu… şey,
mağazanın girişinde unutulan çantayı fark etti ve hemen gerekeni yaptı.
İyi de ne varmış ki çantada… dememe
fırsat kalmadan yeni bir alkış tufanı ve avaz avaz tüm market çalışanları ve
müşteriler.
Devam ediyor müdür:
‘’Çantanın sahibi ünlü is adamı Sayın
Muzaffer Görgeç’e durum intikal etti ve akabinde şoförü ile teşrif ettiler
mağazamıza derken Saadet Hanımla hasbıhal edip… utanıyorum söylemekten ama…bu,
bu bir yıldırım aşkı. Hele ki öncesinde de müşterimiz olan Sayın Muzaffer Bey
akabinde marketimizi de ödül yağmuruna tuttu ve bu gün alışveriş yapan ilk yüz
kişinin harcamalarını karşılayacak üstelik oldukça makul bir rakam karşılığında…
şey, ben sözü sayın müstakbel gelin adayımıza veriyorum… ay, dilim sürçtü: çalışanımız…
şey, eski çalışanımız şimdinin muhterem hanımefendisi…
Kulaklarım çınlıyor. Ya, tansiyonum
yükseldi ya da ben rüya görüyorum yoksa kâbus mu demeliydim?
Kamuran Teyze ile şaşkınlık
içerisinde birbirimize bakıyoruz.
Ne yani, onca uğraş, onca hırgür ve kaos…
ne olmuş ki çantayı sahibine teslim ettiyse?
Söz almak istiyor Kamuran Teyze:
‘’Ben söz hakkı istiyorum.’’
‘’Davetiyeler sınırlı sayıda kişiye
gönderilecektir efendim ayrıca öncesinde mahallemizde yapılacak kına gecesine
tüm semt sakinleri davetlidir. Giriş ücreti sadece beş yüz liracık. O da
peşinen ödenecektir.’’
Kolumu çekiştiriyor Kamuran Teyze.
‘’Battı balık yan gider. Hadi şu kına
organizasyonuna adımızı yazdıralım. Hem belli mi olur? Bir sonraki kınayı da
biz düzenleriz. Neyimiz eksik ki Saadet’ten?’’
Aksi aksi yüzüne bakıyorum Kamuran
teyzenin:
‘’Size kolay gelsin. Daha eve gidip
ders çalışacağım ne de olsa haftaya sınava gireceğim. Elim ekmek tutsun yeter
ki. Daha da önemlisi öğrencilerime layık bir öğretmen olarak görev yapayım’’
Kamuran Teyze kıs kıs gülüyor:
‘’Sen daha çok sınava girersin. Fena
mı olurdu hani, çabucak köşeyi dönsen?’’
‘’Hangi köşe?’’ diye soracağım da
Kamuran Teyzeye o, çoktan gözden kaybolmuş.
‘’Sizden mi düştü, bayan?’’
‘’Ne o?’’
‘’KPSS kılavuzu.’’
‘’Ah, evet, benim o.’’
‘’Başarılar diliyorum. Belli ki
adaysınız siz de devlet memurluğu için?’’
‘’Evet. Ya, siz?’’
‘’Ben o sınava tam dört kez girdim.’’
‘’Ya, şimdi?’’
‘’Şu, karşıdaki tezgâhı görüyor
musunuz? Hani meyve, sebze dizili olan?’’
‘’Evet. Neden ki?’’
‘’Hiç. Beklerim hani tezgâhıma.
Halden en taze haliyle alıyorum her birini üstelik uygun fiyat. Marketler kadar
pahalı değil hem kaliteli de.’’
‘’Siz, siz?’’
‘’Sınav sonrası konuşuruz bayan. Size
de uygun bir iş ayarlarız Allah’ın izniyle. İnsanlık öldü mü?’’