Martı...




Her sözcüğün bir anlamı var mıydı sahi ya da her anlam farklı sözcük ve duyguları mı çağrıştırıyordu?

Üstelemedim bile ne de olsa yanlışlar ve ön yargılar üste çıkmayı iyi bilirdi.

Bir özgürlük idi belki de varılan son nokta ve uğursuz bir ünlem işareti her düşünce ve duygu şerit değiştirip de farklılıklara tosladığında hele…

Bir sihirbaz olma ihtimali ile dokundum boş kutuya ve kapağının açılmasını bekledim elbet çil çil altınların da saçılmasını.

Nice kehanet gerçek olmuştu hele ki hurafeler kimi zaman gerçekleri ölü ve düşleri yaşar kılarken…

Bir düştüm ben de en alasından bir düş.

Düşmekse yenik hele ki içimdeki izdihamda kaybolduğum ve bir gemici feneri ile lacivert denizi aydınlatma ihtimalim.

Bir kuş olmam da an meselesi idi ne de olsa ne zaman üşüsem kanatlarının altına sığınıyordum evrenin belki de kat çıkıyordum göğe hem de en afilisinden bir dilek tutup da içimden.

İmleci yoktu hayallerin.

İmkan dâhilinde olmasa da gerçekleşmesi.

Ama gerçeklerin illa ki bir gerekçesi vardı en çok da acıya çanak tutanlar sancılı bir frekanstı ne de olsa ne zamanki çanak antene tünesem…

Ve işte evrim geçiyordum ben de tüm soyumun sonlanma ihtimali ile biliyordum da sonumun geldiğini ya da geleceğini en çok arkamda kalan yavrularımı düşünüyordum ve biliyordum da erkeğimin öldüğünü.

Mahcup bir denizaltı olsaydım keşke denizin altında yol alan ve kimselerin görmediği hem yavrularımı da saklı tutardım bu denizaltının içinde ama asla gerçek olmayacak bir hayaldi bu ve de tüm hayallerim bu güne kadar kurduğum.

Kurmalı bir bebek gibi karnımdan konuşuyordum adeta ve midem sırtıma yapışmıştı elbet sizin mide addettiğiniz benimse kursağım üstelik heybetli görüntümden eser kalmamıştı ve yuvamı yolumu kaybetmiştim üstelik İstanbul’un en kutsal kuşlarından olma ihtimalim artık yoktu çünkü deniz kurumuştu ve çekilmişti suyu denizin ne yazık ki İstanbul bunun yasını bile tutamıyordu ne de olsa akıtacak tek damla gözyaşı kalmamıştı.

İnsanlık da son zamanlarını yaşıyordu: kuruyan ve çatlayan topraklar ve insan neslinin hızlıca yok olduğu bu anlamda kendimden başka bir canlı görme ihtimalim yok denecek kadar azdı ne de olsa tüm canlılar hele ki insanlık nasıl da azmıştı ve İstanbul’un da çökmüştü iyice omuzları ve köprüler dahi elini ayağını çekmişti sevdalı şehirden.

Yaşanan sondu büyük ihtimalle ve kala kala kaç günüm hatta kaç saatim kalmıştı ki?

Bir susam tanesine dahi hasrettim ve bir damla suya da.

Yavrularım büyük ihtimalle ölmüştü hele ki eşim o devasa sapanla avlanıp da nasıl geçmişti kim bilir boğazından o aç insanların?

Kaçmam gerektiğini biliyordum üstelik yavrularımı geride bırakıp ne de olsa içgüdüsel bir davranıştı benimki elbet tüm canlıların da ilk korkusu iken hayatta kalmak adına yapmadıkları mı kalmıştı?

Önce aç gözlülükle her yeri talan etmişlerdi sonra birbirlerine saldırmış sonra coğrafyalar talan edilmiş nihayetinde soğuk savaşın sıcak bir açlığa dönüştüğü elbet tükenen insanlık ve soyu tükenen nice hayvan nice kuş aslında canlı başlığı altında hayatta kalan çok fazla bir şey de yoktu hani.

Günlerdir olduğum yerden kımıldayamıyordum işte ve değil uçacak halim ötmeye dahi mecalim yoktu ve günden güne düşüncelerim de bulanıklaşıyordu.

Sözcükleri katletmiş yazarlar.

Hurafeleri gerçek kılan kâhinler ve büyücüler.

Üstelik teknolojinin geldiği son nokta derken makinelerin insanları ele geçirdiği ve insanların kıtlıktan çıkarmışçasına ne var ne yok el uzattığı nihayetinde gölgelerin izdihamı ile hayaletlerin dünyayı bastığı ve Tanrı başlığında bir gücü yok sayıp en sonunda İlahi Adaletin güncellediği yenidünya düzeni.

Haksızlıklar ve zulüm ve vahşet ve taciz.

Kirli eller temiz bedenleri kirletip ruhların firar ettiği sonra güneşin geri çekildiği elbet yağmur bulutlarının yok olduğu en çok da kalabalık şehirlerin ve metropollerin çöktüğü taşıyamazken bunca insanı ve öfkeyi…

Bilim adamları netice itibari ile hiçbir şeye vakıf değildi işte üstüne üstük sayısız virüsün esir aldığı canlılar ve evrim geçiren böcekler ve doğanın katledildiği gerçeğine herkesin sonunda vakıf olduğu ama geri dönüşü olmayan hazin bir yolculuğun ertesinde gerçekleri kabullenmek asla geri getirmeyecekti eski düzeni.

Bir simit parçasına gelene kadar bir ekmek kırıntısına dahi razıydım ve hala kulaklarımdan gitmiyordu yavrularımın çığlığı elbet kanayan ve kırılan kanadımın verdiği acıyı da artık duymaz olmuştum ne de olsa tüm kanım çekilmiş ve gücüm tükenmişti elbet geneli itibariyle tüm vücudum uyuşuktu.

Uyursam yeniden uyanmayacağımı biliyordum bu anlamda açlığımı bastıracak bir şeylerin arayışındaydım elbet tünediğim bu çanak anteni ne denli güvenilirdi ki?

Ay mıydı doğan?

Dolunay mıydı artık haletiruhiyesi karnımı doyurmayan?

Bir saçak altı mı bulmalıydım yoksa ya da bir su birikintisi?

Sadece hayal görüyordum belki de ve hala kulaklarımdaki o uğultu terk etmiyordu beni.

Bir ses duymayı özlemiştim ve bu ses, ölen ve canı yanan birinin sesi olsa bile.

Bir de sönmeyen umut.

Sönen ışığımı sahi nasıl açacaktım yeniden bir de gözlerimi ve denizi özlemiştim ve ölen tüm arkadaşlarımı en azından benim gibi biri olsun olmasın bir canlının varlığını özlüyordum.

Çıt diye bir ses duydum ansızın sanırım ses, tünediğim çanak anteninden geliyordu derken bağrış çağrış ve heyecanlı bir koşturmaca adeta sanırım gitme vaktim gelmişti ve aklım da başımdan gitmişken halüsinasyonlar görme ihtimalim de sınırda iken ve çöken bağışıklık sistemim elbet kanayan kanadımdaki acıyı hesaba dahi katmazken…

Bir el uzandı ansızın büyük ihtimalle cehennemin kapısı açılmıştı hele ki yavrularımı da ölüme terk etmişken elbet gideceğim tek yerdi cehennem her ne kadar bir kuş olsam da bir insana benzeme ihtimalim olmasa da sonuçta ben yuvamı ve aç yavrularımı terk etmiştim fırtına öncesi gideceğim bir yer olmayacağını bile bile uçmuştum saatlerce hatta günlerce.

O el üstüme üstüme geliyordu ve kapadım gözlerimi usulca en azından ölüm meleği iş başında iken ben de karşı gelmezken canımın daha az acıma ihtimali ile teslim oldum o seslere ve o görünmeyen ele…

Aradan ne kadar zaman geçtiğini asla da öğrenemeyecektim ki her şey için çok geçti artık.

Hiçbir şey hissetmiyordum demek ki acılarımı sonlandırmıştı Tanrı ve kutsanan bir kuş olma ihtimalim ile aralıksız zikrediyordum İlahi Gücü hani olur da yeniden bir şans daha verir diye gerçi çoğu şey için artık imkânsızdı ama…

Huzurluydum en azından.

Bir ölü için fazlaca huzurlu.

Canımın yanması geçmişti ve kanadım artık acımıyordu derken içimdeki sıcaklığın yansıması ile çekilen kanımın yerine geldiğini hissettim ve bir o kadar açlığım da susuzluğum da geçmişti.

Yoksa cehennem yerine yanlışlıkla cennete mi tayin olmuştum?

Ve açtım gözlerimi.

Sahi neredeydim ben? Elbet kimsesiz kuşlar mezarlığında bir çöp konteynırın içinde ya da kenarında…

Kanatlarım soğuk değildi ve çırpmaktan korksam da hafifçe kımıldadım olduğum yerde ve de kolaylıkla hareket edebildiğimi hissetmek beni cesaretlendirmişti işte.

‘’Doğru yaptığımıza emin misin?’’

‘’Tabii ki de. Sonuçta özgür bir canlı o kuş. Dilediğince uçmalı ve kolaylıkla yiyebilmeli herkes gibi her kuş gibi.’’

‘’Ben de canlıyım ama istediğim her şeyi yemiyorum belki de gereğinden fazla besledik hayvanı. Bak nasıl da semirdi. Sence özgür bırakmanın zamanı gelmedi mi?’’

‘’Her gün aralıksız belgesel seyredersen böyle olur, akıllım. Doğanın bir ritmi var üstelik bu kuş türünün son örneği.’’

‘’Ne yani? Senle ben gibi mi?’’

‘’Ne malum bizden başka birilerinin de olmadığı? Hadi, şu kalan yemi de verelim hayvana sonra da sırtlar düşeriz yola.’’

‘’Sence kaç gün yeter heybemizdekiler?’’

‘’Elbet bir çıkış yolu bulacağız ve illa ki yiyecek bir şeyler de bulacağız. Fazla merak iyi değildir hem.’’

‘’Kanadı hala tam iyileşmedi. Sence uçamayacak mı artık?’’

‘’Ya, biz ne kadar dayanacağız sence? Kafesin kapısını kapamayı unutma, e mi?’’

‘’Uçamayacak bir kuş için fazla endişe etmiyor musun?’’

‘’Bunu asla bilemezsin, akıllım.’’

‘’Ya, sen, her şeyi bildiğini mi sanıyorsun? Bak kaç gündür yoldayız hala tek bir canlıya bile rastlamadık.’’

‘’Ama o bizi buldu. Demek oluyor ki hala bir şans var.’’

‘’Ödevlerimi yapmadığım için mi cezalandırdı Tanrı bizi yoksa? Bir de Aysel’i yanağından öpmüştüm teneffüste üstelik bana kızacağını bile bile…’’

‘’Son pişmanlık fayda etmez. Hem belli mi olur, belki Aysel’e de rastlarız.’’

‘’O zaman acele edelim, ağabey. Belli mi olur bir de diğer yanağından öperim.’’

‘’Hala akıllanmadın değil mi?’’

‘’Her şey için çok geç değil mi? Tamam, saçını çekeceğim Aysel’i ilk gördüğümde sonra da kafesteki kuşumu ona vereceğim.’’

‘’Düş önüme seni gamsız. Yolumuzdan kimse bizi alıkoyamaz.’’

‘’Elbet alıkoyamaz çünkü kimse kalmadı geride. Duyuyor musun ağabey?’’

‘’Kes sesini de kulak kabartayım gelen sese.’’

‘’Ses değil, ağabey, sesler. Sanırım martının yuvasına ve yavrularına yaklaşıyoruz. Yaşasın, Tanrı bizi seviyor.’’

 


( Martı... başlıklı yazı GÜLÜM-ŞİİRİN TEK H/ECESİ İKEN AŞK... tarafından 8.06.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu