Rengin rüştü vardı ya da yok aslında
mevsim gibiydi her renk: değişken ve kimi zaman baştan çıkaran.
Sözcüklerdi ve de renklere eşlik eden
tıpkı şairin parmağına dokunan bir kelebek gibi acıları kurşunluyordu o
d/okunuş.
Acının resmini çizen titrek bir tükeniş
saklıydı belli ki gün de ömür de acının müridiydi.
Sesler kesildi önce sonra soluğu
kesildi tanrıların ve paralel evrenlerin ve işte bekledi şair, evraka demenin
de muadiliydi şiirler.
Şiirler geçmedi kursağından
meleklerin çünkü kanatları yorgundu ve mecali yoktu yutkunmak adına.
Şehrin tavus kuşuydu belki de kepaze
şiirler ve şiirlerin baş tacı aşk.
Bir törene dönüştü zaman ve zaman
bile aşka yenik düştü.
Sözlenen şafak ve gece günün başını
b/ağladı ve yollara döküldü insanlar: bir dünyadan diğerine idi yolculuk ve
muradı dillenen her şair kendi kozasını ördü ne de olsa başka bir evrenin
ç/ağrısına şahitti tümden gelen ruhlar, sen kazan ben kepçe saldılar tüm
duyularını.
Esaretin bekçisi iblis.
Mukozasında çatlak olan bir tanrı
belki de yoldan çıkan şiirlerin kökünü kazıdı.
Aşkın hatırına çöreklendi sözcükler
hele ki o soru işaretinde saklı sırlar yok muydu?
Şairin ufku idi bir sonraki masal.
Masalın nutku tutuldu bu kez ne de
olsa şairdi sözcükleri ve aşkı şiar edinen lakin sönen bir ışık gibi söndü de
feri aşkın.
Ruhun şaşkın mizacına tünedi kuşlar
ve misafir ettiler şarkıları hele ki çer çöpten yaptıkları o mabet yok muydu?
Yol bilmez iz bilmez masallar dile
geldi ve şehir kocaman bir rahmete dönüştü.
Şiirlerden bina yapmıştı Tanrı ve
binalardan yuva ve yuvalardan kahin kuşlar uçuşa geçti.
Kainatı sahiplenmişti duygular ve
şairin kayıp pabucu esrarını koruyordu.
Bir masaldı madem hayatın nüvesi ve
istikrarla sevdi kuşlar ve melekler yeniden görev başına döndü ve elbet
çığlıklar yükseliyordu binalardan.
Penceresi olmayan bir eve ev denmezdi
ve aşkın barınmadığı yüreğe de yürek.
Küredikleri ihaneti uzay boşluğuna
döktü çalışkan ruhlar ve şairin inşa edeceği yuvaya tonlarca ağırlığında tuğla
taşıdılar yine de eksik olan bir şeyler vardı çünkü şair küsmüştü en çok da
kendine. Sözcükler misafiriydi yüreğin hem de yatılı misafir lakin şair onları
doyurmuyordu ve günden güne zayıfladı sözcükler elbette iksiri aşktı
hikayelerin ve şiirlerin lakin zaaflarına yenik düşen kimse şairin hayallerini
ve kalbini bir kez çalmış ve geri getirmemişti.
Aşka susayan evren.
Çatısı akan kaçak şiirler şehri.
Uçmayı unutan kuşlar.
Ve kendini unutan şair.
Göğe kement atan göçmen kuşlar artık
göç etmeyecekti bu üzgün yürekten ve bağdaş kurdukları her masal nihayetinde
şairin gerçeği olacaktı.
Aymazlığında yalnızlığın fitne
fücurdu madem ölümsüzlüğün ilanı.
Aşkın yakamozlarında sürünen düşler
mademki gerçeklerin gölgesi idi.
Sözcüklerin kıvrandığı ve aşkın artık
adının dahi anılmadığı.
Şehre ve sözcüklere gereken bir düş
prensiydi şairin kalbini çalacak bir izdihamdı belki de duyguların resmigeçit
yapması gereken.
Karaborsaya düşmüştü bir kez mutluluk
ve çığlığı kesilmişti sevinçlerin.
Renkler de kırgındı ve boyalar da
kurumuş ve karartılar hakimdi şehre ve şaire ve tüm kuşlar karanlığa hapsolmuş
yarasalar gibi gün ışığına hasretti.
Paralel evrenlerde doğan güneş yolunu
kaybetmişti bir kez ve Tanrı da umudunu kesmişti bu içi geçmiş şehirden
nihayetinden her şey olacağına varırdı, demekse boşa kürek çekmekti.
Sözcükler kabristan yolunu tutmuştu
bir kez ve her gün ölü şiirler mezarlığına defnedildi yazılmayan ve unutulmuş
tüm şiirler hem ağlıyordu hem de sonsuzluğa sefere çıkıyordu ve muradı
dillenmiyordu artık kimselerin.
Gecenin dahi tükenmişti gücü ve
güneşi o, bile özlemişti ve özlemin yükü ağır gelmiş olacak ki…
Bir güneş peyda oldu ansızın günün
birinde ve güller açtı gökyüzünde.
Hurafeler kundaklanmıştı ve
nihayetinde gün yüzü görmeye adaydı şehir ve ışıkları az da olsa yanmaya
başlamıştı.
Ölü şiirler mezarlığına yolu düşen
bir yabancı müridi şiir dünyasının nasıl da merak etmişti bu unutulmuş şiirleri
yazan şairin dünyasını ve bir avazda gelmiş konmuştu şehre ve gel-git akıllı
kalan şiirler hala mızmızlanırken bir dize yazdı ve sundu gizemli yabancı ne de
olsa şair kimliği ile dokunulmazlığını ilan etmişti bir kez evrende.
Unutulmuş tüm şiirler bu dizeyle
açtılar gözlerini ve sözcüklere yetiştirdiler yeni kurtarıcılarını lakin pek de
razı gelmeyecek gibiydiler ne de olsa üzgün şairdi onların sahibesi ve sahip
çıkacak ilk ve son kişi lakin şair o kadar inancının yitirmişti ki aşka ve
güvene…
Ve şahika dile geldi:
‘’Gidip uyandıralım şairimizi
mutsuzluk uykusundan ve sahip çıkalım uyuyan tüm sözcüklere ve hep bir ağızdan
da çağlayalım ki gün yüzüne çıksın şairimiz. Biz ona borçluyuz ve sonsuza kadar
da sahip çıkacağız şairimize. Sevsin sevmesin ve varsın yeniden aşık olmasın
biz el birliği ile yeniden şiir yazmasına yardımcı olacağız.’’
Oysaki gizemli şairin hiçbir art
niyeti yoktu ve sırf merakından gelmişti şiirler ülkesine hele ki duymuştu
madem bir kez şairin gizemini sadece onu yakından tanımak istiyordu.
Ve kapıyı aldı ilham perisi önce
lakin kapı açılmadı.
Sonra sözcükler uyandı uykudan ve
hurra gittiler kapısına şairin.
Yine açılmadı.
Son bir kez daha deneyeceklerdi ve
gizemli şairin yazdığı o tek dize ile gideceklerdi kapısına şairin ve gittiler
de.
Yine açılmadı kapı.
Gizemli şair merakına mademki yenik
düşmüştü bu mutsuz şairin ve gidip dayandı kapısına ve tüm gücüyle dile getirdi
yazdığı o tek dizeyi ve anında açıldı kapı ve cebinden çıkardığı şairin kayıp
pabucunu da ayağına geçirdi.
Tüm şehir o tek dize ile yeniden
doğdu ve uyandılar mutsuzluk uykusundan. Tanrılar yedi gün yedi gece aşkın
bayramını ilan ettiler ve tüm nikâh şekerlerine de o tek dize eşlik etti,
yaralı şairi yeniden hayata döndüren ve aşka inandıran lakin bu, tek dize
sonsuza kadar şehrin ve sevdalı şairlerin ve tüm sözcüklerin bir sırrı olarak
kaldı ve Tanrı katında mukaddes addedildi.
Ne de olsa ne de olsa…
Aşktı tüm kainatı kurtaran ve kimse
de asla bilmedi mutsuz şairi yeniden aşka inandıran dizeyi ve tüm evren aşkla
ve şiirle kutsandı ve rahmetin en büyüğüne denk düşen tüm âlem bir kez daha
inandı aşkın mucizevi gücüne.