Adoş’un Terliği, Marilyn Monroe’nun Eteği
Adoş’un Terliği, Marilyn Monroe’nun Eteği

Günce – 28 Haziran 2025

Merhaba güncem,
Ayın yirmi beşinden beri seninle muhabbet etmeye gelemedim. Seni ne çok özlediğimin şimdi farkına varıyorum. Yazmadığım günler için bahane üretmek istemem. Ama dilersen o birkaç günün özetini geçeyim.

Yirmi dördünde, akşam yemeğimizi yedikten sonra Akçay’dan ayrılıp evimize dönme kararı aldık. Engin, beni düşünerek aceleci davrandı. Kayınvalidemse, benim rahat tavırlarımı görünce Karakaşlıma sık sık ver yansın etti: “Bu kadar sık boğaz etme beni..." Yalnızca gülümsedim. Didem’in yanına İstanbul’a gitmem gerekiyordu ertesi sabah. Engin’in telaşesi de bundandı zaten.

Kayınvalidem Nebahat Sultan ve Sebahat Teyze, kardeşleri Mehmet’le birlikte Zeytinli sahilinde oturacaklarmış. Bu bile uzayıp giden tartışmalara sebep oldu. Bu cadı kazanına Mehmet Dayı da eklendi. Yengemiz Necibe ise, kuruyan bir zeytin ağacı gibi içine çekilmişti. Ununu elemiş, eleğini duvara asmış da haberi yok gibi oturuyordu tekerlekli sandalyesinde.

Yanlarına sadece “Allah’a ısmarladık” demeye uğramıştık. Eskiden bize yaptığı mantıdan söz açıldı. “Yine yaparım,” dedi. Gözlerini nereye kaçıracağını bilemiyor gibiydi. Ve o anda Mehmet Dayı’nın, karısının yanağını sevgiyle okşadığını gördüm. Gözyaşlarımı o an toprağa mı akıttım, denize mi; hâlâ bilmiyorum.

Ertesi sabah saat 07.30’da Pamukkale otobüsüyle yola çıktım. Engin’e el sallarken, koyu camların ardından beni görmüş olmasını diledim. Daha önce pek çok yolculuk anısı yazmışlığım var ama bu defa yazmak için bir gayret sarf etmediğim doğru.

Bursa’ya kadar genç bir hanımefendiyle yan yana geldik, hiç konuşmadık. Kulaklıklarını taktı, kendini izole etti. Belki toplantıya gidiyordu, belki özel bir gün içindi bu yolculuk… Servis masasındaki elbise askısı dikkatimi çekti. Bursa’dan sonra yaşı bana yakın bir hanım oturdu yanıma. Biraz çabalasam konuşurdu ama bu kez ben naza çektim kendimi.

İstanbul’da Didoş’um izinliydi, beni karşıladı. O kıvırcık saçlarını nasıl da kokladım, yavrumu nasıl hasretle bağrıma bastım… Boğazımda hâlâ çözülmeyen bir düğüm var o günden beri.

Açıkçası özet geçmek, hiç de kolay değil sevgili günlük. Neyden bahsetsem bilemedim. Ama yemek kısmı mühim. Yavrumun özlediği ev yemeklerini yapmak için manavdan alışveriş yaptık eve varmadan. Dolmalık, kahvaltılık, kavurmalık acı biberler aldık. Meyve de ekledik sepete. Dut görüp “Bu sene dut yemedim,” dediğinde, hemen onu da ilave ettik. Ertesi gün mutfağa girdim. Onun sevdiklerini pişirdim, bir de kısır yaptım. Akçay’da yaptığım kısırdan haberi vardı; ona tattırmadan içim rahat etmeyecekti.
Analık sadece yemekle özdeş değil elbet… ama bazen bir tabak kısırda saklanıyor yılların sevgisi.

Ve geldik yirmi yedisine…

Dilara ve annesi “Adoş”, yani Adalet Hanım’dan sana daha önce söz ettim mi bilmiyorum. Didoş’un sadece arkadaşı değil, komşuları da onu bağırlarına basmış. Koca İstanbul’da, kızımın karşısına böyle güzel kalpli insanlar çıkmış ya… Şükrediyorum. Anne yemeği, anne terliği, kavga edilecek kadar yakın bir ev ortamı…
Doğuş, Dilara’nın abisi, tatlı cadım Didoş’a abi kesilmiş.
Adoş minicik bir kadın, bu çocuklarla nasıl başa çıkıyor aklım almıyor.

Yine ağlıyorum. Bu sefer saklamıyorum gözyaşlarımı.
Kız Kulesi siliyor gözümü, Boğaz Köprüsü sırtımı sıvazlıyor:
“Merak etme… Bundan böyle yalnız değilsiniz,” der gibi.

Akşam yemeğinden sonra, Dilara’yı da alıp diğer arkadaşı –pardon, kardeşi demek lazım– Çağla’ya düğününü hayırlamaya gideceğiz. Son ana kadar ziyaretin tarihi belirsizdi. Hem mesleklerinin yoğunluğu hem de İstanbul trafiği işleri zorlaştırdı. Neyse ki ulaştık. Beş katı çıkıp yeni gelin evine vardık. Sıcak, çok sıcak. Üst kat olması, tıpkı bizim ev gibi, yazları eziyete dönüşüyor. Yeni tanışıyoruz damatla. Mustafa, hemen bir vantilatör getirip karşıma koyuyor. Rüzgâr estikçe renkli elbisemin etekleri havalanmaya başlıyor.

Ve o an…
Aklıma hemen Marilyn Monroe’nun ünlü sahnesi geliyor: Beyaz elbisesiyle havalandırma mazgalı üzerinde durup eteği uçuşurken verdiği o efsanevi poz…
Tarihe kazınan bu sahne, 1955 yapımı The Seven Year Itch (Yaz Bekarı) adlı filmdeydi.
Bunu o anda yüksek sesle mi söyledim, yoksa sadece içimden mi geçirdim… hâlâ emin değilim.

H. Çiğdem Deniz 
( Adoş’un Terliği, Marilyn Monroe’nun Eteği başlıklı yazı çitlembik tarafından 28.06.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu