
Örtülü ödenek misali hezeyan
birikintisi.
Defolu söylemler de tanık hani ve
nakşeden bir deyiş sanırsın ki herkes müptelası kaderin…
Dokunaklı tutuşlarında ve tuşlarında
adeta söylenmemiş ifa bulmamış hidayetin.
Zamanla depreşen belki zamanın
körüklediği yine de hep söylenen: zaman ilaçtır, mirim.
Acılar.
Dokunaklı bir tezahür.
Tutuşan içimdeki kuru dallar aslında
üstüne tünediğim ve zamanla unuttuğum hatta unutulduğumun da beyanı.
Nasiplenip dünden.
Şerh düşüp an’a.
Yarını ise milat bilip aslında miadı
dolmuş her şeyin ve tüm zamanın…
Kirli düşler.
Düşüşler.
Düşüşe geçen benlik.
Belki de soykırım.
Aşkın hulasası ve tetikleyen
duyguları.
Az sonra sabah olacağını bilmek belki
de.
Kora dönen gece; geceyi tütsüleyen
kötülük ve karanlık.
Şehlası ömrün; zifiri yalnızlığın;
sözcüklerin rehaveti belki revani tadında her yazılası.
Övünüp de.
Unutup da.
Unutulmaya dair.
Şaibeli ya da sıdkı sıyrılıp
yalanlardan susmayı yeğleyen.
Yağ misali kayıp da eksenden aslında
yağ misali birbirine iltifatlar yağdıran ve tebessümler sunan yine korunaklı
dünyaların aşkla ve yoklukla imtihanı.
Bir kadın.
Bir kız çocuğu ya da ufak bir oğlan
çocuğu.
Korumasız.
Sebepli sebepsiz.
Düşüp de gözden sakilce.
Düşürüp de elimizden yanlışlıkla
kırdıklarımız…
Ve kırgınlıklarımız.
Zamanın dip boyası mı yoksa gece?
Gecenin neferi mi yoksa şafak?
Aşkın tohumu mu hasret?
Öykündüklerimize toz konduramazken
ölümüne sevdiklerimize dokunmaya hatta bakmaya kıyamazken.
Ve o kapalı pencere ve o kapalı
perdeler.
Dünyalar yalın; dünyalar tutsak;
dünyalar kayıp; aslında rüya babında her dünya ve küçülen benlik aslında sabaha
saniyeler kala ölmeyi dilemekle de eş değer.
Yoğun bakım ünitesinde terk edilmiş
bir bebek.
Bir hıçkırık kondurup geçmişe oysaki
dünü olmayan bir fani ve erişkinlerin ödün vermedikleri kimliklerinden üreyen
bir zat.
Zaman mı nankör yoksa insan mı isyana
paye veren?
Bir gülücük ısmarlarken melekler ve
korurken bu sübyanı ve ellemeye dahi çekinirken o bebek hemşiresi belki de asla
sahibi olamayacağı bir ceninle hasbıhal tadında iken içindeki sunumu o dünyalar
tatlısı bebek sezip de minik elleriyle hemşirenin parmağını sıkarken ansızın ve
de usulca.
Acılar ve acılar ve… korunaklı
dünyalarımızdan bir şekilde kovulduğumuz.
Meleklerin istilasında cennete sadece
bebekler ve çocuklar iken konuk ve insanlar… birbirinden alacaklı ve birbirine
öfkeli ve somurtkan mizaçları ile karaya çaldıkları masum dünyalarda bilmeden
aslında günü geldiğinde cehennemin yolunu tutacaklarını.
Tutkulu ise aşklar… aşk meleğine bir
hezeyan ya da bir isyan iken dokunan belki de imkansız sevdaların bedellerini
masum bebekler öderken.
***
‘’Çok mu geç kaldım, doktor?’’
‘’Yaşamak için hayır lakin bebek
sahibi olmak için evet, geç kaldın.’’
‘’Ölmeyi seçsem peki yine anne şansım
olmayacak mı?’’
‘’Tanrı’ya mı karşı geliyorsun ve
bunu bile bile iddia edeceğine ben bile inanmazken. Sen ki…’’
‘’Ben ki bir meleğim ve ben ki
annelerin sahip çıkmadıklarına bebeklerine annelik yapan sahte bir kadın.’’
‘’Kadınlık… kadın olmak mı insan
mı?’’
‘’Seçim yapacağım zaman değil artık
yine de seçimimi ölümden yana yapardım.’’
‘’İsyan etme hakkın yok kızım. Sen
bir sağlık neferisin ve sayısız çocuğun da manevi annesi ve koruyucu meleği.’’
‘’Tedavim tamamlandı madem…’’
‘’Sorunun devamını biliyorum ve
söylüyorum da cevabını. Evet, Tanrı anne olma hakkını elinden aldı ama insan
olma hakkın hala sende saklı.’’
‘’Cevabımı aldım, sayın doktorum.
İzninizle ben yoğum bakım ünitesine geçiyorum. Annesi doğumda ölen bir bebeğin
bakımını üstlenmeliyim ve de diğerlerinin.’’
Sözcükler.
Yalın.
İnsanlar.
Kayıp.
Mizaç.
Teferruatlı ama insanlığın da sunumu
değil mi o değişken mizaç?
İnsanlar… bazen kayıtsız bazense
yorgun aslında müptelası hayatın ve hayatı su gibi kana kana içmekten gayrisini
düşünmezken…
***
‘’Nöbetin bitti mi Sevgi Hemşire?’’
‘’Daha değil.’’
‘’İyi de çizelgede öyle yazmıyor. Sen
çoktan gitmiş olmalıydın.’’
‘’Nasıl giderim Canan Hemşire, nasıl
giderim? Kendimden giderim ancak bu güzel dünyadan nasıl giderim?’’
‘’Duymadım. Ne dedin?’’
‘’Yarın nöbette görüşürüz. Kolay
gelsin.’’
SON.