Hangi düşün yörüngesinden çıktım da
zılgıt yiyen mevsime dönük yüzümde zemherilere teslim oldum durduk yere?
Muhatabı olmadığım karanlığın kara
listesindeyim
Deşifre edeceğim bozulmuş bir yeminin
İzinde süklüm püklüm sürüklendiğim
Düş mevsimin ertesinde
Bir rubai kadar ıssızım
Islıklandığım kadar mutlu olsaydım
keşke.
İzafi bir dağın yamacına küsmüş bir
gelincik
Belki de kumsala şerh düşen denizyıldızına
konmuş
Bir darağacı gibi ayyuka çıkan
Ölümün bet sesinde
Susturulmuş yabani bir aşk masalıyım
Irkı yok hem mevsimin
Mevsimin tadı da yok içimdeki
Dilemma
Mermer mezar başlığına dayadığım
ayaklarım
Çarpıldığım kadar
Çarpıtılmış gerçeklerden düşen neyse
payıma
Nazenin rüzgarın kolunda ölmüş bir
çiçekten
Damlayan kanın nezdinde
İçimi yalayan aşkın ölü nefsinde
Söğüt dallarında
Gezinen fermanıyım yalnızlığın
Ölüm öncesi geçen içimden
Geçmelerin ertesinde başım mademki
ermedi arşa
Sabır taşım çatladığından beri
Didindiğim neyse uğruna
Sökün eden yaslı niyazıyım
Söylenmeyen hangi acıysa düşen payıma
Sezilerimden asılı kaldığım
Yeminin açık bağrında
Ağrıma giden herkesten ve her şeyden
Çok ama çok uzağım
Ölümle sevişen bedenim
Hiç olmadığı kadar ait olmadığım
evrenin
Şaşalı neşesine isyan ettiğim kadar
Kotardığım ölüm artık
Üstelik hiç de olmadığım kadar
umurunda
Sormuyorum da artık:
Neden beni kucaklamadınız, ey
zemheri?
Ela gözlerinde yenilginin
Bir ebabil kuşu kadar bile olamadığım
El kadar ufak yüreğimdeki zenginliği
Nasıl olur da rahmet bilip kabul
etmediniz?
Ben de artık yokum bu oyunda
Ölümün serkeş kokusunda oynadım da
son elimi
Meğerse iki el baş içinmiş:
Yüce Tanrım, al beni koynuna
Cennet bahçende ağırlamasan da
Razıyım cehennemde yanmaya
Hiç olmadığım kadar kanadı da içim
geldim huzuruna