
Bir çığlığın iniltisinde meylediyor
zaman ve devasa bir çukur öte yanda gömülmeyi bekleyen dört gözlü g/örüntüler.
Bir muadili var ya da yok üzüncün
derken zifiri karanlığın hürmetle karşıladığı gün ışığı.
Su küreleri var yalnızlığın boğduğu.
Redifler var bir de: esefle
hükmetmekse aşka koyu gözleri var gecenin ve ela bir yalnızlık.
Tık nefes acılar; tık nefes gölgeler
ve bir KOH hastası gibi meylediyor ölüme.
Sudan sebepleri var yalnızlığın sudan
bir rivayet belki de öksüzlüğün muadili hele ki o kışkırtıcı sessizlik yok mu…
Boğum boğum elleri ölümün tırsan bir
yüküm; şaşırtıcı bir öfke.
Zemherilerde yanan soğuktan.
Ekvatorda ölen soğuktan.
Her şey arapsaçı.
Sancılı mehtabı mı ararsın künyende
ve asla ses etme.
Yıldızlı bir gecenin naşı mıdır yoksa
sesler öyle ya güdülerin teslim aldığı hikayelerdir su döküp de ellerine
karanın izini sürdüğün bir de tırlatan menkıbelerdir ördüğün.
Sanrılar koğuşu…ne gam.
Hezeyan yüklü geçit…çok da umurunda
hani geçit vermeyenin lav ettiği.
Sakıncalı hurafeler günahın kül bastı
seferberliği kırağı çalan geceye de çalım atan elbette alımlı taze gelinin
gerdek sonrası yatağında ölü bulunduğu.
Bir çocuk gelinse kaderi yalnızlığın
ve su doku oynayan bir şebekse satırlar alın size muhabir imler dolunayı
sustururken oysaki güneş az evvel çözmüştü bağcıklarını.
Ve işte temsili misal bir yorgunluk.
Ne akasya ağaçları var ne de bir
çınarı yüreğin sadece izbelerde at koşturan dürtüler var görünmezliğin bir
temenni olduğu.
Çocuk olmanın hükümranlığında
d/üşüyorum yollara ve elimde kocaman bir torba diğer elimi sıkı sıkı
kavramışken annemin parmakları.
Parmakla gösterilen halis munis bir
çekirdek aileyiz biz asla da çekirdek çıtlamayan ne de olsa penceremizdeki
perde sıkı sıkıya kapalıdır: eh, bir kardeşim olduğunu söylemek de farz oldu
aslında artık olmadığına hükmetsem da dilimi ısırırım ne zamanki annem sırtını
dönüp de ağabeyimin odasına elinde bir tepsi yemekle gitse sonra ne mi olur?
Elbette annem canhıraş yemesi
için paralanır ki o bir tabak çorba ne
de özenle yapılmıştır ve nasıl da servis edilir.
Perdeleri ne zaman açmaya yeltensem
usulca yaklaşır annem yanıma ve kocaman bir sırrı örter gibi önce perdeyi
düzeltir sonra da beni odama yollar.
Pencerede durmanın şerefine asla nail
olamadım ve bir ağabeyim olduğunu da herkesten saklıyorum en çok karşı komşumuz
Hümeyra Hanım ola ki rastlasa bize çarşı yolunda.
Kırk ikindiler.
Bir de kırkı dolmuş hayal
kırıklıkları.
Zamanın lav ettiği bir hüzün olsa
keşke benimki eh, ne de olsa ağabeyimle oynamama izin yok ama demiyorum da
neden, diye sadece süt dökmüş kedi gibi koltuğunda oturan üzgün babamla
duygularımız restleşiyor ne zamanki ondan bana bir resim çizmesini istesem.
Geçen hafta bahçede oynamak için
yolum düşmüşken oyuna…elbette restleştiğim başkaları da var.
Hümeyra Hanımın oğlu bir de Baytar
Ahmet Efendi gerçi ikisi de çok fazla soru sormaktan imtina etmiyorlar
lakin…gerisi de yok işte hem daha kaç yaşındayım ki ve annem zamanı geldiğince
her şeyi anlatacağını söylerken babama kulak kesilmiştim ki ve neyi kime ne
zaman ve nasıl anlatacaklarını soracak oldum ki…
Bizim evde zaman geçmez hem bizim
evde ayna da yok aslında biz bir evden çok bir cehennemde yaşıyoruz.
Öğretmenimiz bir
kompozisyon yazın dedi ve kaleme aldığımı da okuyup altına imzasını atmadan
evvel yanıma geldi Sevgi Öğretmen ve demez mi:
‘’Sizin evde kapılar
hep kilitli midir? Ya da hayal gücün mü çok fazla Şermin? Ve ben şimdi
yazdıklarını yırtıyor ve hiçbir şey de sormuyorum sanırım size misafir olmanın
zamanı geldi de geçiyor ve sana bu yazılı sınavdan notum da pekiyi ve şimdi
seni evine gönderiyorum. Al da yazdığım bu mektubu babana ver ve imzalat.
Gerisini de bana bırak.’’
Neyin neyden ibaret
olduğu.
Kimliğim.
Aslında
kimliksizliğimle bir çocuk olmaktan çok öte bir yalancı olma ihtimalim ve
yumurta kapıya dayanıp da…
Babamın özrü fayda
etmedi elbet öğretmenin yazdığı mektubu gösterdiğimde babama ve hışımla üstüme
yürüdü:
‘’Sen nasıl böyle bir
şeye cesaret edersin? Ne yani bunca zaman saklı sırrımızı nasıl yansıtmaya
kalkarsın insanlara? Hem bizim evimiz burası kimsenin adım atma hakkının da
olmadığı.’’
Ünlem imleci bir yanıp
bir sönerken ve sırtımdan ter boşanırken üstelik hiçbir suçum da yok iken…
Bir teselli olacaksa
madem öğretmenimin ziyareti ve…
Bir hafta rapor aldım
doktordan bu olayın üzerinden yirmi dört saat geçmemişken sonra da babam
kaydımı alacağını söyledi okuldan.
Kapıya gelen öğretmenim
ise kapı duvarla karşılaşmıştı.
Bir zaman aşımına
uğramış olmayı dilerdim bir de metruk bir odada kimin yaşadığını bilmezken
muhtemel seçenekleri sıraladım bir bir:
Ya, bendim yanlışı
doğru bilen…
Ya, benim ağabeyim
ölüydü ve babamla evde bir ölünün etrafına pervane idi.
Üstelik bunca zaman
nasıl karşılaşmamıza engel olmuşlardı?
Umarsız bir çocuk olmam
ise Tanrının bahşettiği bir özellikti ve asla da kapı arkasında durmaz direkt
odama yollanırdım en azından oyuncaklarım ve kitaplarım ile doldurduğum o küçük
dünya bana aitti üstelik annem ve babam asla odama uğramazlardı ne de olsa
onların cenneti idi ağabeyimin müdavimi olduğu cehennem. Ta ki…
Yeni okuluma tam uyum
sağlayacaktım ki…
Ve yeni sınıf
öğretmenim Açelya Hanım beni yanına çağırdı:
‘’Sevgili Şermin, bu
gece seni misafir edeceğim evimde artık yarına Allah kerim.’’
Ne demekti bu şimdi?
Hem benim cehennemim
onların cenneti olmak zorunda değil iken bakalım, ben böyle bir talepte
bulunmuş muydum?
‘’Yarına her şey belli
olacak. Hem belki aydınlık yeni bir evin olacak ve de oyun arkadaşların.’’
Nasıl yani?
Ağabeyimi görmesem ve
onunla konuşmasam bile benim ailemdi o cehennem belki de ileride cennet olma
ihtimali ile tüm sıkıntıları göğüslediğim.
Açelya Öğretmeni
tanıyalı çok zaman olmamıştı lakin kanım ısınıvermişti ona ve yeni sınıfıma
üstelik evden okula kendi başıma geliyordum. Eh, ne de olsa annemin işi gücü
hep ağabeyimle idi: adını bile dillendiremediğim ve yüreğimi onunla dinlendiremediğim.
Öğretmenimin çocuğu
yoktu aslında yıllar evvel kaybetmişlerdi kızlarını bu yüzden yalnızlık onlar
için biçilmiş kaftandı yine de yeniden bir çocuk sahibi olmayı diliyorlardı
doğal yollardan olmasa bile. İyi de ne demekti bu?
‘’Öğretmenim nasıl
olacak bu? Yani bebeğinizi karnınızda taşımadan nasıl anne olacaksınız?’’
Cevap vermesini
bekliyordum ki gözüm televizyon ekranına kaydı.
Yakınlarda bir evde
hane halkına baskın yapılmış ve yüzü gözü kir pas içinde engelli bir oğlan
çocuğuna rast gelmişti polis.
Tam televizyona
odaklanmıştım ki öğretmenin kapadı kumandadan.
‘’Şermin ne yapalım
biliyor musun?’’
‘’Ne yapalım
öğretmenim?’’
‘’Bir süre televizyon
seyretmeyelim bir de kendi hikayemizi kendimiz yazalım.’’
‘’Nasıl olacak bu,
peki? Zaten benim bir hikayem yok mu?’’
‘’Kim bilir belki de
yeni bir hikaye yazmanın zamanı gelmiştir. Var mısın?’’
‘’Nasıl becereceğim
bunu peki?’’
‘’Pencereden bakmak
ister misin hani perdelerin kapalı olmadığı? Bir de sana evi gezdireyim hani
kapıların kilitli olmadığı?’’
‘’Ne yani? Sizin evde
kapalı ve kilitli oda yok mu? Bir de perdeler… a, cidden perdeler de açık ve
dışarısı ne de aydınlık.’’
‘’Geri dönmek ister
misin Şermin? En azından biraz büyüyene ve onlar cezalarını çekene kadar…’’
‘’Onlar kim,
öğretmenim? Hem annem ve babam beni merak etmez mi?’’
‘’Onlarla konuşacağım
canım ve eminim ki onlar da bunu kabullenecek ister istemez.’’
‘’Pencereden dışarı
bakabilir miyim öğretmenim? Dışarısı içeriden nasıl görünüyor çok merak
ediyorum.’’
‘’Ya, dışarıdan
içerisi?’’
‘’Ne demek istediniz,
öğretmenim?’’
‘’Bunu zamanla
anlayacaksın. Hadi, gel, beraber bakalım pencereden. Hem belli mi olur; bir
yıldız kayar da dilek tutarız…’’