Deneme / Hayata Dair Denemeler
Eklenme Tarihi : 8/9/2025
‘’Sen beyaz bir kadınsın
Uzaktaki
Gözlerin aklımdan çıkmıyor
Sen beyaz bir kadınsın karanlıkları
dinleyen
Uzaktaki
Sarmaşıkları duyuyor musun rüzgârda
Yorgun başını üşümüş yastığına
koyuyor musun?
Uyuyor musun?’’(Alıntı)
Yol yorgunuyum ve seyyah teninde
yıldızların…
Ah, bulutların aksi adeta içine
düştüğüm zemheri…
Bilinmezin iniltisinde cebbar bir
telaşla düştüm yola düşmeden başım iki yana…
Düşendin sen gözlerimden bir zaman
öncesi bir de gün ertesi.
Ruhumda ıslıklar ve şehrin sokakları
yorgun bir çay ocağında demlendim aşkınla.
Hüznümse bıçkın ve şişkin ve rengimle
ve yasımla suskun hatta azıcık da olsa mutlu olmaya meyyal…
Bir tüp geçitti yüreğim sense
temaşası yalnızlığın ve zifiri karanlıkta dahi görebilirken önümü o dik
açısında özlemin ve beyaz teninde yoksunluğunla hemhal, uğurladığım mazinin
küflü kokusunda ve kof varlığında dünün, güne haraç mezat giriştiğim yarını ise
şimdiden ütülediğim.
Oysaki kat iziydi aşk, ruhun ve
yüreğin şeklini alan…
Doğaçlama sevdiğim ve yaşadığım kadın
ve iklim ve yüreğin merasimi ve tutuklu kaldığım bir ölçek ki baş edemediğim
sevici nefesi ve nefsi ölü zaferlerin.
Bahşedilendi acı.
Bağışladığımsa sen ve yas yüklü o dar
açı.
Kopçası koptu sonra gecenin ve
savruldum ve sustum da sadece sustum söylenceler kanatlanırken dinledim ve şerh
düştüm omzumdaki meleklere.
Sefil bir kuştum ben belki bir çocuk
ve çocuksu bir aşk ve rüzgârın gel-git leri.
Hüznüme muhalifti şehir ve o beyaz
tenli kadın.
Hep de çocuk kaldım sadece sakil ve
sefil bir hüzünle içli dışlı.
Yaş aldım ve beyaz tenliydim ama
büyümedim ve çocuk kalmaya mahkûmdum.
Masum.
Yorgun.
Telaşlı.
Pasaklı.
Beyaz teninde sayfanın dokudum hayatı
ve aşkı ve çocuk kalbimle kala kaldım.
Redifler sürüklendi peşimden ve
sünepe gölgeler seğirtti bir bir bense semazen yüreğimle küçüldüm sonra büyüdüm
aslında bir noktadan çıkıp yola s/onsuz olmanın meali ile içime çektim evreni.
Kanadıkça kardım.
Kandıkça kanadım.
Kanatmadım kandırmadım da.
Hangi düş’ün sağanağına yakalandın da
seyyah yıldızlardan mı çekiniyorsun, ey sefil kalbim ve dudaklarımdan dökülen
tozlarından mı ibaret sandın mı beni kayan yıldızların deminde derlediğim bir
şarkı gibi mırıldandığım her notada mı saklıyım sence?
İzahı yoktur içimdeki mealin.
Yoktur tutanağı söyleyeceklerimin.
Bir dudağı yerde bir dudağı gökte o
Arap Lala gibi aşkla mı beslenirim sanırsın yoksa çok mu aşikârdır yalnızlığım
ve boş vermişliğim?
Yüreğin surlarında saklıdır sırlarım
ve ait olduğum tek mekân elbet sevdalı şehrin efsunlu varlığında yaşarım ben ve
şaibeli sözcüklerden kaçınırım aslında ırgat bir düşüm ben düşmeyense gözümden
o tek damla yaşta saklı mazimdir: hem asi hem asil olduğumun da göstergesi
yoksa nasıl saklı tutardım dik duruşumu iç sesimden taviz vermediğim de ortada
ve tapusu duyguların sadece bende saklı.
Usumdan uzak.
Yasıma yakın.
Uzağımda yakınımda kimse yolumu
gözleyen.
Oysaki yola henüz çıkmadım ben.
Yoldan da çıkmadım ve yola gelmesi
gereken duygularıma duacıyım nasıl ben olarak kalırdım?
Hüzün grafiğinde geçit vermezler.
Hazan mahsulü yüreğimde ise çıkışım
yoktur bu kâbustan ve fukara benliğimle yakın durduğum şah damarım elbet
koşmaların sancısıdır her can verdiğimde can bulduğum bir şiir ve sanrısıdır
mutluluk her aşka düştüğümde kendimden kaçtığım…
‘’Siyah bir gelinliğe benzeyecekti bu
şiir
Uzun kuyruklusundan
İmgelerle yer değiştiriyorum
Cümle kapıların önünde kelimelerle
beş-taş oynuyorum
Karanlık sokaklardan biraz korkuyorum
Ama korkmuyorum da
esasında.’’(Alıntı)
Düşler biriktirdim metruk hecelerde
ve kavurdum yüreğimi, mevsimi:
Devasa bir sayaçtı saklı içimde.
Dev kadar büyük acılar ve de
Acının lahzasında baş göz edemediğim
yasım ve yaşım.
Kukumav kuşlarıyla eşleştiğim her
gece yarısı
Öbür yarım mı nerede peki?
Varlığımla kat çıktım şehre: ah, o
uzun koridorları şehrin bazen nazenin sırlar kekelerken ismimi.
Yüreğimin rotasıydı şiir ve acı ve
mısralarda yerleşken misilleme yapan imgelerin göz yaşı ve tutarsızca sevdim
ben kimse aklınıza gelen gelmeyen lakin gidenlerden olmadım ben ama nihayetinde
sırra kadem bastığım ömrün girdabı ve telaffuzu olmayan hüznün kıyasının
olmadığı ve kıyasıya sevdiğim hayatın kulvarı ve insanların dimağında saklı
kızıl saçlı bir kızdım ben.
Latife yapmadığım üstelik ve
çillerimle hemhal çile bilmediğim günler ve yıllar yaşadım ben çok uzun bir
zaman.
Gönlün hengamesi ne ki?
Gördüğüme inandığım ve olduğum gibi
göründüğüm sonra pır diye uçtuğum çiçek bahçesi.
Bir tınıysam insanlarda saklı.
Belki de adı konulmamış bir tanı ve
acı…
Hep uzun saçlıydım eteğim de uzun
aslında kısa kaldığımdı hayat ne de olsa alçaklarda yaşadım ben tepelere kondum
kimi zaman ama asla Kaf dağına çıkmadım ezelden yine de yüksek bir rakımdı
taçlandığım ve taşlandığım.
Adı yalnızlık idi ve iksirli.
Adı sevgi idi hem insanlar ve hayat
diye yola çıktığım…
Yolda da kaldığım ama çıkmadan yolumdan
dolaşıp da döndüğüm kürkçü dükkanı ne de olsa içimde saklıydı mabedim belki
mahzenim bir o kadar matemim ama gülmeyi de hep sevdim hatta gürültülü güldüğüm
sonra da içime kaçan hıçkırık ve solan gülümsemem.
Belki de başa çıkamadığımdandı
insanlarla oysaki ne kolaydı güvenmek ve sevmek…
İmha ettiğimse dünüm.
İma ettiğim günüm.
Yarınlara da kefil olsam keşke belki
de kala kaldığım bir başıma rüzgarla oynaşan saçlarım ve sefil telaşım ve
hırçınlığım bir o kadar huysuz ama iyi yürekli bir temenni ile elimi uzattığım
insan ırkı.
Ne mintanım.
Ne minvalim.
Ne de muzip yüreğim.
Şükür mundar değilim ne de kirli ve
kindar ama çok kırılgan ve hep de sil baştan başladığım her gün devasa bir
rahmet ve umutla hayal kırıklıkları sürgülediğim.
Hüznüme layık bir güleç yüz isem ve
babamın gözünün nuru bir gül’den öte gülümsemeyi dileyen ve unutulan bir köşede
ve yaslı adaya sürgün edildiğim ama hep de sevdiğim illa ki İstanbul’un karası
ve asfaltları ve her kaldırımı her köşesi bir iklim gibi gezindiğim şehrin de
yedi tepesini mesken edindiğim…
Mihrabı yerinde işte duyguların ve
soluksuz kaldığımın da ispatı iken dörtnala yazdığım sonra da nal topladığım
belki de yüreğin sadık seyisi her açıda saklı farklı bir acı ve lahza boyumdan
büyük duygularla sırnaşık gürültülü bir hüzünle içimden taşınamadığım ve yatıya
kaldığım şiirde sakince s/üzüldüğüm en çok da hayatı şiir gibi içtiğim…