İtaat etmem gerektiğini biliyordum
aslında bilinmezliğin kollarında düşkün bir mizaçtı yüklendiğim.
Taburesi kırık bir çay bahçesiydi
gidip gitmemek arasında kararsız kaldığım oysaki ben, beş yıldızlı otellerin
lobisinde oturmaya alışkındım ve tanınmazlığın gölgesinde kala kalmıştım.
Kaç sıfır yenik başladıysam hayata
öyle ya, kolay olmamıştı buralara gelmem ve haddinden fazla ısrarcı bir
kabullenmişlikle beti benzi atmış iklimlerin sağdıcı bir ağaç gölgesiydim.
Şehir benimdi tıpkı benim şehre ait
olmam kadar doğal ve hüznümle depreşen yokuşlarında gidip geliyordum kimine
göre sürünüyor yine de renk vermiyordum yaşadığım zorlukların kat ve katını
yaşatmak adına da içimden geçen hisleri yine kendime saklıyordum.
Kursağımda kalan nice lokma ve kör düğüm
olmuşluğun da kaçışı yoktu.
Yetim bir trafik lambasıydım ben ne
de olsa nice gel-git yüklenmiş ve kimi zaman da nerede duracağımı bilmediğim
ama illa ki ışık sarıda takılı kalıyor ben de hayatı beklemeye alıyordum
elbette hayatın fazlaca umurunda olmadığım aşikârdı ama kendime duyduğum
güvenle bir şekilde alt ediyordum karşılaştığım güçlükleri.
Buraya kadar her şey tastamam, değil
mi?
Üstelik yanaklarımın pembeleştiğini
de fark etmediniz.
Ya, size seslendiğimi nereden
çıkardınız?
Sözcükler saçımın buklelerine konan
çapkın kelebek gibi işkilleniyordu işte ama renk değiştirmemeye de imkân yoktu
ve bu yüzden saçımın rengiyle de sık sık oynuyordum: denemediğim renk
kalmamıştı nihayetinde renkleri birbiri ile karıştırıp haletiruhiyeme uygun
sayısız renk denedim elbet saatlerce de uğraştım eski doğal rengime dönmek
adına ama çok geç kalmıştım.
Süzgeçten geçen duyguların hükmü
vardı ya da yok aslında varla yok arası mutluluğun dikenlerine takılıp da
kaçmıştı içimdeki huzurun naylon çorabı: eh, ket vurulası bir sihirdi benimki
ve ayağımda olmayan ayakkabının değildi suç sadece bal kabağına dönüşmeden
hayat ben idareten giyip çıkarıyordum: kâh üstüme uymayan kostümleri kâh
ayağıma dar gelen iskarpinleri.
Birazdan tavşan olup masaldaki tüm
ağaçları ve de havuçları kemirecektim işte…
İsyanın haddi hesabı yoktu madem ve
Tanrı, bana uzaklardan göz kırparken.
İzahı da yoktu masalsı dünyamın kırık
penceresine tünemiş anaç kuş tüm azmiyle kuluçkaya yatıp da eşinin onu terk
ettiğinde her şey için çok geç olduğunu illa ki anlayacaktı ve ben, sadece
hayal kırıklığına uğramakla kalmayıp bir de kurulu düzenimi sonlandıracaktım.
Ket vuran ne ise…
Mutluydum kimine göre ama dedim ya;
bu, çok göreceli bir mutluluktu. Şakıyan iç sesime müdahil olan devasa dış ses
ve yalnızlığın aymazlığında, ben duygularımın tanrısıydım ama beni ele geçiren
düşüncelerimdi ve doğal olarak kaldığım ikilemden asla firar edemiyordum.
Sözcükler kanamaya başlamıştım ve ben
artık plan-program dâhilinde yaşamayı reddediyordum ve nihayetinde olanlar
oldu.
Güme giden bir hayat.
Gümbürtülü bir yolculuğun da verdiği
molayı sonsuzluğa ayarladığı ve işte tüm dış mihraklar vazifelerini bir çırpıda
ifa etmişti.
Başımdan dökülen kaynar sular ve ne
yazık ki yürek yanığının acil müdahale edebilecek bir merhemi de yoktu ve
acilen bir çıkış noktası bulmam lazımdı.
Kramp giren bacaklarım: deli gibi
koşuyordum ve fermanını sonlandıramadığım kaderin dipçiği ile nihayetinde
vurulmuştum.
Koşu bandında geçen hayatın araziye
dönüşen ıssızlığında bu sefer sayısız engel arasında koşup da bir yol bulmanın
asla mümkün olmadığı.
Sırıtan sadece kader değildi ve
görünen de buzdağının küçücük bir parçası olmasının ötesinde asla da erimeye
niyetli gözükmüyordu ve havanın ayazı daha da işledi içime.
Göz pınarlarımdaki damlalar sarkıta
dönüşmüştü ve ben ters açan bir laleydim elbet kışın ortasında yarına
çıkacağımın da bir garantisi yok iken.
Kulvarında tekti acılar ama ikilem
yüklü bir mizansen nihayetinde şekil değiştiren duygular ve renklerin
albenisine kapılıp içimdeki gök kuşağına teslim olduğum.
Teslim olmam gerekiyordu madem…
Teselli bulmam da gerekiyordu.
Gerisi gelmeyen hayal batağına
saplanıp kalmış bir gerçeğin ne gibi getirisi olabilirdi ki hele ki bir ömür
gözlerim kapalı yaşayıp gitmişken şimdi neyin mücadelesini veriyordum?
İşin içinde bir bit yeniği vardı
madem ve bizzat ben çözmeliydim tüm problemleri gerçi problemin ta kendisi yine
bendim.
Sıradan bir kasvet nihayetinde sıra
dışı bir hezimete dönüşmüştü ve muadilim yoktu benim evrende ya da saklı
tuttuğum bir sırrım da gerçi herkes tarafınca sır küpü addediliyordum ama:
İhanet ettiğim zaten tanrısal
boyuttaki hiçliğimin mukayese dahi kabul etmediği nice kabullenişti ve ruhumla
uyumsuz vücudumdan kurtulmanın tek yolu da:
Hayat boyu taşıdığım yükten
kurtulmanın vaktiydi artık ve soruların tek muhatabı da bendim ve sadece başımı
onaylar mahiyette sallamakla kalmadım altına imzamı da attım:
‘’Kabul ediyor musunuz? Gerçi baştan
beri sorulması gereken bu soruyu en sona sakladık ama…’’
‘’Garanti vermiyorsunuz lakin hani
olur da sağ çıkamazsam ameliyattan.’’
‘’Tüm testlerden geçtiniz ve gerekli
tetkikler de yapıldı bu anlamda doktor heyeti tarafından bir sakınca görülmüyor
ameliyatınızda yeter ki; kendinizle barışık olmayı kabullenin hem fena mı olur
yeniden başka bir hayata başlamak üstelik sizi yıllar evvel terk etmiş
kocanızın gözlerinde önünde bambaşka bir kimlikle salınmak…’’
‘’Etik bir görüş belirtmediğinizin
siz de farkındasınız ne de olsa ticari açıdan bir yorumdu dile getirdiğiniz ama
ben zaten her şeyin en başından beri farkındayım.’’
‘’Artıları olduğu kadar eksileri de
var elbette ve tabii ki de yanılma payı ama buna değeceğini siz de biliyorsunuz
hele ki…’’
‘’Hele ki bana ihanet eden kocama
hala âşıkken…’’
‘’Üstelik onu kendinize yeniden âşık
edebilirsiniz ki ekibimize yüzde yüz güveniyorum.’’
‘’Ya, kendimi yeniden sevebilecek
miyim?’’
‘’Yüreğinize dolgu ya da implant
yapma imkânımız yok ne yazık ki.’’
‘’Mutlu yaşamaktansa güzel ölmeyi
tercih ettim madem ve de lütfen kararımı değiştirmeden yapın ameliyatımı.’’
‘’Son bir kez eski yüzünüze bakmak
ister misiniz peki?’’
‘’Ne fark eder ki? Ne de olsa yeni
yüzüme bile bakmayacağım.’’
‘’Bu kadar çaresiz olamazsınız hele
ki bizler tüm imkânları seferber etmişken.’’
‘’İmkân mı? Güldürmeyin beni.
İmkânınız olsaydı çoktan ruhumu şekillendirip beni bu ameliyattan
caydırırdınız. Top şimdi sizde ve kader zaten kalede beklemede üstelik ördüğü
ağlardan kurtulma imkânım da yok iken. Son bir şey daha, beyler…’’
‘’Bu kadar umutsuz olmak size
yakışmıyor. Devam edin lütfen.’’
‘’Sizce devamı var mı? Ya, başı var
mıydı bu hikâyenin? Ya, ölü hikâye kahramanlarının artık yapacak bir şeyi yok
iken üstelik ölümün son seçenek de olmadığı… Hele ki seçme hakkınız yoksa ve de
yeniden başlamanın mümkün olmadığı mademki her son, yeni başlangıçtır… Vücudumu
asla affetmeyeceğim çünkü asla bana ait olmadı pek çok kadın gibi de kendimi
reddederken üstüne üstük sayısız insan tarafından reddedilirken hele ki bu
insanların başında sevdiğiniz insan gelirken. Nereye kadar kaçar ki bir insan
kendinden? Nereye kadar? Uyutun beni lütfen sonsuza kadar.’’