
S/onsuzluğa mal ettim kendimi ve tek
bir tebessümdü dileğim ve başım ermese de göğe ayaklarım kesilen yerden: en
müzmin duyguydu işte yerkürenin emsalsiz ç/ağrısında içime kapandığım bir
hüznün de müridi artık kaç şafak sayıyorsam aşka, anmasam da yalnızlığın
rakımını elbet şelale misali ç/ağladığım aşkın nakkaşı iken kalemimi çer çöp
dökmeden hüzün batağında bir revnak dokunuştur ki aşk, gölgesinde bile yaşarım
ben senelerce.
Gecenin taslağı.
Sonsuzluğun taşkınlığı.
Aşina değilim ben böylesine aşikâr
olan neyse tüten içimde.
Semazen gölgesi şehrin, doyumsuz
şehrin dinmez türküsü…
İstanbul’um ben İstanbul’un t/aşkın
neferi sefasını sürdüğüm yalnızlığın…
Bir beşik kertmesidir bizim İstanbul
ile olan o büyük aşkımız, sevdalı şehrin ayaklarına kapandığım…
Ah, o iki yakası bir araya gelmedi
işte ve dünyanın cephanesi saklı en derinde ve infilak etmek üzere tutundum ben
hayata ve tüten değildi gözümde bilakis için için yanan.
Nazenin kuşlar.
Soluk tenler…
Erguvanlar, laleler ve güller.
Semasında yitik bir hüzün, sararan
göğün temsilcisi elbet gecenin pervazında şakıyan bir gölge.
Sancağım elimden düşmez, adın da ve
adımladığım her karede saklıdır sen yanım.
Yansızlığım ezelden, yâd edilesi her
dün yanan hece hece.
Hangi düşün zanlısıdır şiir ve gece
ve hükmedenin naziresidir aşka yolculuğun İstanbul semaları…
Tebessümler ekti Tanrı şehrin
topraklarına ve hoyrat karelerde saklı sinsi gülüşler ve efkârın bam telinde
saklı dokunuşu rüzgârın ve işte düştüm yola, çıktı baştan şehrin ayakları ve
kodaman köprüler kondu şehrin iki yakası gelsin diye bir araya.
Bir ben gelemedim.
Bir ben bene eremedim.
Bir ben elbet biz olmanın meali idi
düşkünlüğüm yalnızlığa madem ezelden matemin örtüsüne gizlendim ve hüznün
sarkacında aşkla şavkımı sundum yere göğe.
Mavidir matemim benim ve hikmetidir
ömrün gözlerimde yok da asla sürme ve süründüğüm hece hece şehrin yalnızlığına
göz koyduğum ve şehrin ve aşkın uydusu olduğum…
Hüznün kırsalında sustuk.
Rahmine göçmen düşlerin bir düştük ki
ansızın uçtuk da sevmelerin nezdinde birer izlektik işte ağırdan aldığımız ömrün
rotasında gidip gelen melun gölgeler.
Kasvetli yolları şartladım gözyaşlarımla
ve sadece göz teması kurdum hiçliğimle.
Boşalan bataryam, sönen feri
hücrelerimin ve soluk bir izdim dünün nezdinde gün yüzü görmenin de ilk şartı
işte içimden firar eden her sözcüğün de ikbali iken bir umutla düştüm ben bu
aşka hem de bilip bilmeden.
Bir aşkın y/ansızlığını taşıyorum ve
ansızın seğiren gözlerim.
İklimin seferberliğinde gecenin
yaldızlı yolunda yıldızlar göçüyor bir bir kabrimden oysaki yaşayan bir insanım
ben ve de insanlığımı sorguladığım her g/öç vakti içime düşense şehrin ışıkları
oysaki oturduğum yerden göremiyorum hiçbir şey ve perdenin arkasında in cin top
oynarken o haletiruhiyem ki…
Kilimler serili iklimin ayaklarına.
Üşüyen pencerem.
Olmayan peçem ama illa ki yokluğumu
haykırıyorum günün de manifestosu işte şakıyan içimde.
Anlamsızlığımı sorguluyorum.
Şehir ise ıslıklıyor yalnızlığımı ve
acı acı gülüyorum çünkü asıl benim beni sorgulayan çünkü ben İstanbul’um ve
uçuşan saçlarıma konan ateş böcekleri lakin her şey izafi.
Ne benim bana huzur veren.
Ne de imtiyaz hakkım var belki de
kaşıma uğrayan bir çizik ve bir gülüş ve hıçkırık.
Defolu bir hayat.
Dokunaklı olması artık umurumda değil
ve işte özgürlüğümü ilan ettim ve aşkla erdim güne aslında hiçliğimi
kundakladım çünkü aşk her şey ve s/onsuz olmaktı…
Garip bir ikiliyiz: ben ve İstanbul
üstelik Orhan Pamuk’tan çok evvel düşmüştüm ben bu aşka ve d/okunulmazlığı bu
İlahi boyutun elbet sevmeyi öğreten idi O ve hep benimle istişare halinde.
Allah rızası için yaşadığımı geç fark
ettim zaten aksi asla mümkün olamazdı ve işte bu masalın asıl ve de asi/l
kahramanı aslında aşktı ve İstanbul ruhumda saklı bir esinti.
Tepelerinde gezindiğim yedi tepeli
şehrin.
Tepeme konan bir kuş gibi uçuşan
kanatlarım.
Üstelik daha çok başındayım bu aşkın
ve başımda esen kavak yelleri ne zaman sönecek ki belki de on sekizimdeki o
şaşkın kızın niyazıdır kabul olan çünkü aşkın büyüsüyle erdim ben bu yaşa ve bu
yas’a ne de olsa demedi mi şair? Mutlu aşk yoktur, diye ve işte mutsuzlukla
beslendiğim nasıl da geçerliliğini koruyor ve kalemin tabanları yanarken yüzüm
de alev alev ve ucu çoktan kaçan ipi yakaladım yakalayacağım ve işte aslan
yelesinde sözcüklerin içimdeki aslandır kükreyen ve kalemin her reveransında
saklıdır benim hikâyem…