Hüseyin, mezarlığın demir kapısından çıkıp şehrin loş sokaklarına adım attığında, gökyüzünde şafak sökümünün ilk ışıkları belirmeye başlıyordu.
Gece boyunca yaşadığı korku, gerilim ve ihanet, günün aydınlığıyla birlikte biraz olsun hafifliyor gibiydi.
Üzerindeki toprak ve kül kokusu, rüzgarla birlikte dağıldı.
Evine doğru yürürken, olanları düşündü. Bir vasiyet, bir ailenin yıkılışı, bir lanet ve nihayetinde, sessizliğe gömülen bir sır. Kimse yaşananların gerçek boyutunu asla öğrenemeyecekti.
Bazen, en büyük cesaret, gerçeği açığa çıkarmak değil, onunla nasıl yaşanacağını bilmekti.
Kapısının önüne geldiğinde, durdu ve derin bir nefes aldı. İçeri girdi, ardından kapıyı yavaşça kapattı. Sonsuz gibi görünen gece sona ermişti.
Odasında, masasının üzerinde duran eski aile fotoğrafına baktı.
Artık daha farklı bir şey görüyordu.
Geçmiş, sadece hatıralardan ibaret değildi; aynı zamanda öğrenilen dersler ve taşınan sırlarla doluydu.
Pencereye yanaştı.
Güneş, ufukta yükseliyordu. Yeni bir gün, yeni bir başlangıç demekti. Mezarlıktaki lanet ve sırlar, orada, karanlıkta kalmıştı.
Hüseyin, hafifçe gülümsedi. Belki de gerçek miras, servet veya isim değil, bu sınavdan sağ kurtulmak ve şafağı tekrar görebilmekti.
İsmail Gökkuş
SON