
Haşmetli bir yenilginin kursağındayım
ve içimdeki ondalık düzendeki tüm sayıları yuvarlamak istiyorum ruhumun uçurum
boşluğuna.
Bir sıfır gibi kaygılıyım ve eksi
hanemde aralıksız bir tükeniş var belki artı haneden beni cezbeden bir
bekleyiş.
Bir aparat olmanın özlemi ile doluyum
ama pili olmayan bir aparat neye yarar ki?
Cereyan eden bir rüzgar var elbet
rüzgar enerjisi ile çalışan bir yel değirmeni olmanın özlemine tefekkür
ediyorum şimdi.
Muştulayan rakamlar var hangi dağın
rakımında saklı ise içimdeki s/onsuzluk hanesi ve elyaf düşlerden bir parantez
açıyorum ve insan olmanın bir m/eziyet mi yoksa c/esaret gerektirip
gerektirmediğini münazara ediyorum içimdeki ses ile.
Her şey olabilirim ve herkes de.
Belki de bu yüzden hiçliğin keyfini
sürüyorum ve sürüldüğüm topraklarda vatan hasreti ile yaşıyorum.
Yorgun ve muhalif bir tanrım var
aslında tanrının kendisiyim ve işte bu yüzden çarpıldığımı bilip gece gündüz
aralıksız tövbe ediyorum yine de dönmem imkansız eski günlere.
Şerit değiştiren arabanın patlayan
arka lastiğine saplanmış bir çivi olabilirim mesela ve hangi aklı evvel
söylediyse uyguluyorum:
Çivi çiviyi sökermiş madem.
Bu sefer diğer lastik de patlıyor
anlıyorum ki o çiviyi olduğu yerden sökmekmiş yapmış olmam gereken.
Hep mutlakıyet.
Hep mecburiyet.
Muteber duygular ve vazifeler ve hala
eksilen bir sayıyım oysaki insan olarak doğdum ben ve çok da mutlu bir
çocukluğum oldu ve ne olduysa bir anda oldu işte ve bir Anka kuşu olmayı filan
da dilememişken…
Sürgün edildiğim o tek göz oda
üstelik içinden yol geçen ve duvarların üstüme üstüme geldiği artık kim
dediyse: üzümü ye bağını sorma bu yüzden asla karşı gelmediğim kimse muhalif
olan kimse içimden geçen nihayetinde üstümden sürüp de geçenler en azından bir
sürüngen olduğumu baştan söyleyebilirlerdi hani.
Eksiliyorum.
Akacak kan damarda durmuyor/muş meğer
ve ben hala noktalamayı beceremedim üstelik bir ömür.
Açtığım bir paranteze hücum eden alt
belleğim ve bir ömür kullanmadığım sözcükler ve hangi hainse beni ihbar eden ve
işte parantezi kapama ihtimalim nerede ise hiç yok.
Artması gerekirken kan basıncımın ve
hala sıfırı görmediğim.
Metruk bir evin bodrum katında fink
atan bir sıçan gibiyim ve sinir hücrelerimi kemiriyorum az sonra sistem devre
dışı kalacak ve sonunda sonsuzluğa postalanacağım.
Ölümüne müdahil olduğum bir savaş
mademki hayatta kalma mücadelesi ve işte birileri fısıldıyor kulağıma:
-Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?
Aç değilim üstelik bir ömür ne perhiz
yaptım ne de lahana turşusu yedim.
Hala içimi kemiren sıçandan
kurtulamadım ve hala aklımın ipleri Tanrının elinde oysaki kendimin tanrısıydım
elbet çarpılana dek.
Mutlak bir sayı olma ihtimali ve işte
o zaman ne eksi ne de artı olmak önem taşıyacak başımdaki o işaret
mutlakıyetime üstün gelemeyecek belki de sıfıra yuvarlamanın mutluluğu ile
nihayetinde vücudumdan firar edecek ruhum ve tüm çivileri sökeceğim sonra da o
patlak lastikleri değiştirip kaldığım yerden devam edeceğim.
Neye denk düştüğümü bilmiyorum ama
kanımın hızına yetişemiyorum ve her ihtimale karşın bol bol sözcük pompalıyorum
damarlarıma.
Ya batacağım ya da çıkacak.
Gözümden çıktı bir kez diğer şıklar
hem hiçbiri üstümde şık durmuyordu.
Birileri ise şık şık diye oynuyor.
Bir mevcudiyetin istismar edilmesidir
tüm olup biten gerçi neyin mevcudiyeti tartışılır ama…
Yakamozları kestiriyorum gözüme
oysaki ne ay ışığı var ortada ne de deniz yine de deniz gözlerimde saklı coşku
ve dalgalarla adeta kıyıya vuruyorum ve yeniden ve kırbaçla hala dağlanmış bir
yürekten nasıl bir karşılık bekliyorsam.
İçimde saklı kutular.
Alt belleğimdeki tüm içi boş
çekmeceler.
Ve seve seve.
Acı çeke çeke.
Ve işte tüm çekmeceler doldu
nihayetinde gerçi nerede ne saklı bilmiyorum ama…
Birileri sürekli hava pompalıyor
adeta içime ve dağ havasını çekiyorum içime: ah, ne güzel o miski amber kokusu
bir de insan miskin oldu mu.
Olduğum yerde dağ havası alıyorum
belki de birileri arkamdaki peteğin havasını alıyor ve işte sıcaklık tüm
varlığımı esir alıyorum artık içi boş bir parantez ya da çekmece değilim ve
belleğimde kat izleri var elleyen kimse ruhumu gel gör ki kimce vücuduma
ilişemez en azından ölene değin ve biri cesedimi yıkayana dek.
Elim değmemişken kire ve tüm ömrü
eldivenle geçirmişken hatta direksiyonda bile eldivenle hakim iken yola.
Ama hakim olamadığım bir aklım var
artık ve tansiyonum bir inip bir yükseliyor adeta ve tanrıcılık oynamaktan çok
sıkıldım üstelik ait olmadığım bir yerde ne işim var?
Sözcükler yakamozun ta kendisi.
Acı ise denizin dibi.
Ben defalarca dibe vurmuşken tepede
asılı kaldığım o izlek ne ola ki?
Sözcükler boğazımı sıkıyor ve bir
ömür boyu sakladığım ve asla kullanmadığım sözcükleri hayata geçiriyorum adeta
her biri birer hayat öpücüğü hüviyeti taşıyor.
Şimdi sihirli bir el dokunsa bana da
tüm acılarım sona erse.
Tövbe ediyorum aralıksız: duyan biri
var mı sahi?
Yalnızlık ya da kalabalık hiç
fark etmiyor.
Ya da yaldızlı veya yıldızlı bir
yolda yürüyüp yürümediğim de sonuça uzaklardan gelen o sesi zar zor duyuyorum.
Cevap veremem asla veremem hem kimse
bana soru sormadı bu güne değin: sadece emir verdiler ve ben görevimi ifa ettim
ve işte sonunda buradayım oysaki daha dün koca arsada top peşinde fink
atıyordum bir de çalım atıyordum ki…
Kanım çekiliyor adeta.
Deli gibi üşüyorum.
Yoksa düşen de ben miyim? Hani
yuvarladığım onca ondalık sayı hani içimdeki uçuruma ittiğim?
Biri gel diyor.
Ruhumsa gitmem gerektiğini söylüyor:
iyi de nereye gideceğim yoksa çoktan gittim mi?
Gel, diyen biri var hatta birileri ve
nereden gelip nerede duracağımı asla bilemiyorum tıpkı çocukluğumda olduğu
gibi:
‘’Mustafa…’’
‘’Bu, gol sayılmaz. Kesinlikle hile
vardı atışında üstelik karşı takımın oyuncusuna çelme taktın.’’
Aklımda binlerce zikzak.
Ruhumda saklı bir sayaç.
Ak saçlı dede ise beni uzaklaştırıyor
gittiğim yerden.
‘’Ana kuzusu Mustafa…’’
İşte uğradığım ilk hakaret de ana
kuzusu olmak hata mı?
‘’Bana mı dedin sen?’’
‘’Sana dedim elbet. Yalan mı?’’
Nerede takılıyım sahi?
Daha demin eksiliyordum sonra tam da
sıfırlanmıştım ki…
Ruhumda dönenen başka ruhlar var
adeta demek oluyor ki ruhlar alemine göç ettim ya da etmek üzereyim.
Soğuk çok soğuk.
‘’Ellerini çek benden. Seni
sevmiyorum Mustafa.’’
‘’Sadece bir çiçek uzatmıştım sana
hem dokunmadım bile.’’
Sıcak olmalı demek ki ellerim iyi de
elimde değil: hep üşür ellerim çok üşür hem de. Hele ki mevsimlerden kışsa.
Yazın bile üşür hatta yazın bile
kazakla dolaşırım.
‘’Rahatsız mısın oğlum? Denize
geldik. Millette mayo bir de sana bak.’’
‘’Kabin bulayım elbet…’’
‘’Rezil ettin bizi. Sözüm ona kız
tavlamaya geldik deniz kenarına. Bak nasıl da alay ediyorlar sırf senin
yüzünden.’’
Ne yani?
Üşüyorsam suç bende mi? Demek ki
kanım az.
‘’Seni kansız.’’
‘’Lafına dikkat et.’’
‘’Etmezsem ne olacak?’’
‘’Bir ay hücre hapsi üstelik her gün
tüm koğuşları temizleyeceksin el ayak çekildikten sonra.’’
‘’Komutanım ben bir şey yapmadım.’’
‘’Bir de o paçalı donu çıkar
üstünden.’’
Üşümek suç mu yani?
Kabir azabı gibiymiş hayat bir de
şimdi…
Sahi, neredeyim ben? Üstelik gitmeli
miyim kalmalı mı hala çözemedim.
Çok üşüyorum ve artık ayaklarımı da
hissetmiyorum. Hala mı düşemedim uçurumdan? Oysaki ölüm bir saniyelik bir
geçiştir diye bilirim. Ama ölmem için de neden yok ki. Alt tarafı…
Sahi en son ne yapıyordum?
Doğru ya: çekmeceleri toparlıyordum
bir de sayıları yuvarlıyordum ve sonra bir ses duydum ve bir sarsıntı.
Hem gitmem gerektiği kadar da
gitmedim ve şimdi gidip gitmemek konusunda kararsızım da.
Üşüyorum: tek hissettiğim.
Sorularım yok artık ve tövbe de ettim
defalarca sanırım kabul görmedi Allah katında ve adımı da hatırlamamaya
başladım sanırım aklım sonsuza kadar terk ediyor beni hem hem ayaklarımı da
hissetmiyorum. Bu mümkün mü peki?
Aynı anda hem aklım hem de ayaklarım
mı gitti ben? Ya, bu üşüme neyin nesi? Üstelik anamın aldığı paçalı donu da tüm
sene üstümden çıkarmazken?
Sonunda tezkereyi aldım ya. Sonra da bir
işe kapak attım madem.
Hem çivi çiviyi de sökmüyormuş yoksa
inanmak için çok mu geç kaldım?
Allah’ım duy beni lütfen duy.
Eksiliyorum, kanım çekiliyor adeta ve
işte görüyorum artık görüyorum. Sanki bir asırdır içine tıkıldığım karanlık
bana göz kırpıyor…
Adım neydi benim?
Adımladığım hayatta yine mi kendi
kaleme gol attım?
D/üşüyorum hem de inanılmaz bir
hızla.
Ve işte yolun sonu sanırım artık her
şeyi sıfırladım ve aşık olduğum o boşluk tüm benliğimi ve de vücudumu ele
geçirdi.
‘’Sesimi duyan var mı?’’
Bu soruyu ben sormalıyken kulağıma
gelen ses de neyin sesi? Öyle ya, kendi kendime konuşuyorum üstelik bir ömür
yaptığım gibi…
‘’Mustafaaaaa…’’
İyi de kendimi adımla çağırmadım ben
aslında kimse ismimle çağırmadı beni. Varsa yoksa kansız ya da yalancı ya da
ana kuzusu…
‘’Dayan Mustafa dayan. Bulduk seni
sonunda. Bizimle kal sadece bizimle kal…’’
İyi de ben bir yere gitmiyorum
aslında gidemedim de. Sadece kendimden gittim hatta kendimden geçtim. Ta ki
Tanrı ile uzlaşana dek ama geç kaldım çok geç kaldım. Adım benim adım. Adımı
çağırıyor birisi hatta birileri.
Ben…
‘’Aslanım Mustafa. Dayan oğlum
dayan.’’
Başka kime dayanırım ki hele ki bu
saatten sonra?
‘’Yaşıyor şükürler olsun ki
yaşıyor.’’
La İlahe İllallah…