Mustafa...



Haşmetli bir yenilginin kursağındayım ve içimdeki ondalık düzendeki tüm sayıları yuvarlamak istiyorum ruhumun uçurum boşluğuna.

Bir sıfır gibi kaygılıyım ve eksi hanemde aralıksız bir tükeniş var belki artı haneden beni cezbeden bir bekleyiş.

Bir aparat olmanın özlemi ile doluyum ama pili olmayan bir aparat neye yarar ki?

Cereyan eden bir rüzgar var elbet rüzgar enerjisi ile çalışan bir yel değirmeni olmanın özlemine tefekkür ediyorum şimdi.

Muştulayan rakamlar var hangi dağın rakımında saklı ise içimdeki s/onsuzluk hanesi ve elyaf düşlerden bir parantez açıyorum ve insan olmanın bir m/eziyet mi yoksa c/esaret gerektirip gerektirmediğini münazara ediyorum içimdeki ses ile.

Her şey olabilirim ve herkes de.

Belki de bu yüzden hiçliğin keyfini sürüyorum ve sürüldüğüm topraklarda vatan hasreti ile yaşıyorum.

Yorgun ve muhalif bir tanrım var aslında tanrının kendisiyim ve işte bu yüzden çarpıldığımı bilip gece gündüz aralıksız tövbe ediyorum yine de dönmem imkansız eski günlere.

Şerit değiştiren arabanın patlayan arka lastiğine saplanmış bir çivi olabilirim mesela ve hangi aklı evvel söylediyse uyguluyorum:

Çivi çiviyi sökermiş madem.

Bu sefer diğer lastik de patlıyor anlıyorum ki o çiviyi olduğu yerden sökmekmiş yapmış olmam gereken.

Hep mutlakıyet.

Hep mecburiyet.

Muteber duygular ve vazifeler ve hala eksilen bir sayıyım oysaki insan olarak doğdum ben ve çok da mutlu bir çocukluğum oldu ve ne olduysa bir anda oldu işte ve bir Anka kuşu olmayı filan da dilememişken…

Sürgün edildiğim o tek göz oda üstelik içinden yol geçen ve duvarların üstüme üstüme geldiği artık kim dediyse: üzümü ye bağını sorma bu yüzden asla karşı gelmediğim kimse muhalif olan kimse içimden geçen nihayetinde üstümden sürüp de geçenler en azından bir sürüngen olduğumu baştan söyleyebilirlerdi hani.

Eksiliyorum.

Akacak kan damarda durmuyor/muş meğer ve ben hala noktalamayı beceremedim üstelik bir ömür.

Açtığım bir paranteze hücum eden alt belleğim ve bir ömür kullanmadığım sözcükler ve hangi hainse beni ihbar eden ve işte parantezi kapama ihtimalim nerede ise hiç yok.

Artması gerekirken kan basıncımın ve hala sıfırı görmediğim.

Metruk bir evin bodrum katında fink atan bir sıçan gibiyim ve sinir hücrelerimi kemiriyorum az sonra sistem devre dışı kalacak ve sonunda sonsuzluğa postalanacağım.

Ölümüne müdahil olduğum bir savaş mademki hayatta kalma mücadelesi ve işte birileri fısıldıyor kulağıma:

-Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?

Aç değilim üstelik bir ömür ne perhiz yaptım ne de lahana turşusu yedim.

Hala içimi kemiren sıçandan kurtulamadım ve hala aklımın ipleri Tanrının elinde oysaki kendimin tanrısıydım elbet çarpılana dek.

Mutlak bir sayı olma ihtimali ve işte o zaman ne eksi ne de artı olmak önem taşıyacak başımdaki o işaret mutlakıyetime üstün gelemeyecek belki de sıfıra yuvarlamanın mutluluğu ile nihayetinde vücudumdan firar edecek ruhum ve tüm çivileri sökeceğim sonra da o patlak lastikleri değiştirip kaldığım yerden devam edeceğim.

Neye denk düştüğümü bilmiyorum ama kanımın hızına yetişemiyorum ve her ihtimale karşın bol bol sözcük pompalıyorum damarlarıma.

Ya batacağım ya da çıkacak.

Gözümden çıktı bir kez diğer şıklar hem hiçbiri üstümde şık durmuyordu.

Birileri ise şık şık diye oynuyor.

Bir mevcudiyetin istismar edilmesidir tüm olup biten gerçi neyin mevcudiyeti tartışılır ama…

Yakamozları kestiriyorum gözüme oysaki ne ay ışığı var ortada ne de deniz yine de deniz gözlerimde saklı coşku ve dalgalarla adeta kıyıya vuruyorum ve yeniden ve kırbaçla hala dağlanmış bir yürekten nasıl bir karşılık bekliyorsam.

İçimde saklı kutular.

Alt belleğimdeki tüm içi boş çekmeceler.

Ve seve seve.

Acı çeke çeke.

Ve işte tüm çekmeceler doldu nihayetinde gerçi nerede ne saklı bilmiyorum ama…

Birileri sürekli hava pompalıyor adeta içime ve dağ havasını çekiyorum içime: ah, ne güzel o miski amber kokusu bir de insan miskin oldu mu.

Olduğum yerde dağ havası alıyorum belki de birileri arkamdaki peteğin havasını alıyor ve işte sıcaklık tüm varlığımı esir alıyorum artık içi boş bir parantez ya da çekmece değilim ve belleğimde kat izleri var elleyen kimse ruhumu gel gör ki kimce vücuduma ilişemez en azından ölene değin ve biri cesedimi yıkayana dek.

Elim değmemişken kire ve tüm ömrü eldivenle geçirmişken hatta direksiyonda bile eldivenle hakim iken yola.

Ama hakim olamadığım bir aklım var artık ve tansiyonum bir inip bir yükseliyor adeta ve tanrıcılık oynamaktan çok sıkıldım üstelik ait olmadığım bir yerde ne işim var?

Sözcükler yakamozun ta kendisi.

Acı ise denizin dibi.

Ben defalarca dibe vurmuşken tepede asılı kaldığım o izlek ne  ola ki?

Sözcükler boğazımı sıkıyor ve bir ömür boyu sakladığım ve asla kullanmadığım sözcükleri hayata geçiriyorum adeta her biri birer hayat öpücüğü hüviyeti taşıyor.

Şimdi sihirli bir el dokunsa bana da tüm acılarım sona erse.

Tövbe ediyorum aralıksız: duyan biri var mı sahi?

Yalnızlık ya da kalabalık hiç fark   etmiyor.

Ya da yaldızlı veya yıldızlı bir yolda yürüyüp yürümediğim de sonuça uzaklardan gelen o sesi zar zor duyuyorum.

Cevap veremem asla veremem hem kimse bana soru sormadı bu güne değin: sadece emir verdiler ve ben görevimi ifa ettim ve işte sonunda buradayım oysaki daha dün koca arsada top peşinde fink atıyordum bir de çalım atıyordum ki…

Kanım çekiliyor adeta.

Deli gibi üşüyorum.

Yoksa düşen de ben miyim? Hani yuvarladığım onca ondalık sayı hani içimdeki uçuruma ittiğim?

Biri gel diyor.

Ruhumsa gitmem gerektiğini söylüyor: iyi de nereye gideceğim yoksa çoktan gittim mi?

Gel, diyen biri var hatta birileri ve nereden gelip nerede duracağımı asla bilemiyorum tıpkı çocukluğumda olduğu gibi:

‘’Mustafa…’’

‘’Bu, gol sayılmaz. Kesinlikle hile vardı atışında üstelik karşı takımın oyuncusuna çelme taktın.’’

Aklımda binlerce zikzak.

Ruhumda saklı bir sayaç.

Ak saçlı dede ise beni uzaklaştırıyor gittiğim yerden.

‘’Ana kuzusu Mustafa…’’

İşte uğradığım ilk hakaret de ana kuzusu olmak hata mı?

‘’Bana mı dedin sen?’’

‘’Sana dedim elbet. Yalan mı?’’

Nerede takılıyım sahi?

Daha demin eksiliyordum sonra tam da sıfırlanmıştım ki…

Ruhumda dönenen başka ruhlar var adeta demek oluyor ki ruhlar alemine göç ettim ya da etmek üzereyim.

Soğuk çok soğuk.

‘’Ellerini çek benden. Seni sevmiyorum Mustafa.’’

‘’Sadece bir çiçek uzatmıştım sana hem dokunmadım bile.’’

Sıcak olmalı demek ki ellerim iyi de elimde değil: hep üşür ellerim çok üşür hem de. Hele ki mevsimlerden kışsa.

Yazın bile üşür hatta yazın bile kazakla dolaşırım.

‘’Rahatsız mısın oğlum? Denize geldik. Millette mayo bir de sana bak.’’

‘’Kabin bulayım elbet…’’

‘’Rezil ettin bizi. Sözüm ona kız tavlamaya geldik deniz kenarına. Bak nasıl da alay ediyorlar sırf senin yüzünden.’’

Ne yani?

Üşüyorsam suç bende mi? Demek ki kanım az.

‘’Seni kansız.’’

‘’Lafına dikkat et.’’

‘’Etmezsem ne olacak?’’

‘’Bir ay hücre hapsi üstelik her gün tüm koğuşları temizleyeceksin el ayak çekildikten sonra.’’

‘’Komutanım ben bir şey yapmadım.’’

‘’Bir de o paçalı donu çıkar üstünden.’’

Üşümek suç mu yani?

Kabir azabı gibiymiş hayat bir de şimdi…

Sahi, neredeyim ben? Üstelik gitmeli miyim kalmalı mı hala çözemedim.

Çok üşüyorum ve artık ayaklarımı da hissetmiyorum. Hala mı düşemedim uçurumdan? Oysaki ölüm bir saniyelik bir geçiştir diye bilirim. Ama ölmem için de neden yok ki. Alt tarafı…

Sahi en son ne yapıyordum?

Doğru ya: çekmeceleri toparlıyordum bir de sayıları yuvarlıyordum ve sonra bir ses duydum ve bir sarsıntı.

Hem gitmem gerektiği kadar da gitmedim ve şimdi gidip gitmemek konusunda kararsızım da.

Üşüyorum: tek hissettiğim.

Sorularım yok artık ve tövbe de ettim defalarca sanırım kabul görmedi Allah katında ve adımı da hatırlamamaya başladım sanırım aklım sonsuza kadar terk ediyor beni hem hem ayaklarımı da hissetmiyorum. Bu mümkün mü peki?

Aynı anda hem aklım hem de ayaklarım mı gitti ben? Ya, bu üşüme neyin nesi? Üstelik anamın aldığı paçalı donu da tüm sene üstümden çıkarmazken?

Sonunda tezkereyi aldım ya. Sonra da bir işe kapak attım madem.

Hem çivi çiviyi de sökmüyormuş yoksa inanmak için çok mu geç kaldım?

Allah’ım duy beni lütfen duy.

Eksiliyorum, kanım çekiliyor adeta ve işte görüyorum artık görüyorum. Sanki bir asırdır içine tıkıldığım karanlık bana göz kırpıyor…

Adım neydi benim?

Adımladığım hayatta yine mi kendi kaleme gol attım?

D/üşüyorum hem de inanılmaz bir hızla.

Ve işte yolun sonu sanırım artık her şeyi sıfırladım ve aşık olduğum o boşluk tüm benliğimi ve de vücudumu ele geçirdi.

‘’Sesimi duyan var mı?’’

Bu soruyu ben sormalıyken kulağıma gelen ses de neyin sesi? Öyle ya, kendi kendime konuşuyorum üstelik bir ömür yaptığım gibi…

‘’Mustafaaaaa…’’

İyi de kendimi adımla çağırmadım ben aslında kimse ismimle çağırmadı beni. Varsa yoksa kansız ya da yalancı ya da ana kuzusu…

‘’Dayan Mustafa dayan. Bulduk seni sonunda. Bizimle kal sadece bizimle kal…’’

İyi de ben bir yere gitmiyorum aslında gidemedim de. Sadece kendimden gittim hatta kendimden geçtim. Ta ki Tanrı ile uzlaşana dek ama geç kaldım çok geç kaldım. Adım benim adım. Adımı çağırıyor birisi hatta birileri.

Ben…

‘’Aslanım Mustafa. Dayan oğlum dayan.’’

Başka kime dayanırım ki hele ki bu saatten sonra?

‘’Yaşıyor şükürler olsun ki yaşıyor.’’

La İlahe İllallah…

 


( Mustafa... başlıklı yazı GÜLÜM-ŞİİRİN TEK H/ECESİ İKEN AŞK... tarafından 1.10.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu