BİR HALKIN HAYALLERİNE DÖŞENEN MAYINLAR
Hava saldırısı sirenleri artık sabah ezanı kadar tanıdık bir ses olmuştu
Yusuf pencere kenarında camdaki buğunun üstüne parmağıyla bir kuş resmi çiziyordu
Annesi “İçeride oyna yavrum” dediğinde yüzü buruştu
“Ama anne, dışarıda kuşlar var… Ben de uçmak istiyorum”
Ablası bu isteğe dayanamadı
“Hadi, bir tur saklambaç” dedi yumuşak bir sesle
“Ama sadece evin içinde, söz veriyor musun”
Yusuf’un yüzü güneş gibi aydınlandı
Hemen yerine geçti, yüzü kapıya dönük, heyecanla saymaya başladı
“Bir, iki, üç…”
Her sayıda hayalinde sokaklarda koşuyor, ağaçların arkasına saklanıyordu
“… dokuz, on! Önüm arkam sağım solum sobe!”
Tam arkasını döndüğü o an, dünyası yerle bir oldu
Camdan süzülen güneş ışığı anında söndü
Önce sağır edici bir sessizlik, ardından her şeyi yerinden oynatan bir patlama
Sarsıntıyla halının üstüne yığıldı
Kulakları uğulduyor, ağzı toprak ve kanla doluyordu
Toz ciğerlerine doldu, öksürerek kendine geldi
Ama oturduğu ev yoktu
Ablasının saklandığı dolap yoktu
Annesinin yemek yaptığı mutfak yoktu
Yerine gökyüzünü gören bir enkaz yığını ve etrafa saçılmış eşya parçaları vardı
“Abla? Anne?!” diye seslendi, sesi korkuyla titriyordu
Cevap olarak sadece uzaklardan gelen çığlıklar ve sirenler vardı
Ayağa kalkmaya çalıştı, ayağının altında bir şeye bastı
Eğildi, ablasının dün birlikte boyadığı, kırmızıya boyanmış bir taştı
Onu cebine attı
Sonra annesinin ona ördüğü mor hırkadan bir parça gördü
Onu da alıp yüzüne sürdü
Enkazın ortasında, elinde taş ve hırka parçasıyla çevresine bakındı
Oyunun kuralı değişmişti
Artık saklambaç değil
Hayatla ölüm arasında, ebesi hiç şaşmayan bir kovalamacaydı bu
Yusuf daha oyunun adını bile bilemeden çocukluğunun ilkbaharını o molozların altında kaybetmişti
✍️ İsmail Gökkuş
📌 Devam edecek