Her şeyin başladığı o gün…
Tenin tenime değdi.
Gözlerin — yeniden — gözlerime battı.
Kolların bu titrek bedenimi bir kez daha sardı.
Evet, yeniden diyorum.
Çünkü o an… sustuk, ama ikimiz de biliyorduk:
Aynı ruhun iki yankısıydık biz.
İlk kez gülüşünü gördüğümü hatırlıyorum —
içimde bir şeyler çatladı ama bastırdım.
Bastırmalıydım. Çünkü olmamalıydı.
Ama o gülüşte bir şey vardı sevgilim.
Bir tanıdıklık, bir alışkanlık, bir huzur...
ve derin çok derin bir tutku.
En parlak yıldızları bile gökten düşürecek bir arzu bu.
Biliyorsun, kabul etmiyorsun—
ben o yıldızlar değilim.
Senin ışığını gölgeleyen o kanvasım.
Biz... birbirimiz olmadan tanımlanamayız belki de—bir adımız bile olmaz.
Çünkü çok önceden, bir başka solukta, bir başka diyarda, bir başka kanda...
söz verdik yine birbirimize.
Ve senin ışığın, benim en renkli anılarımı bile siyaha boyadı.
Sen yoksan... ne anlamım var?
Sen yoksan... neden geldim buraya?
Hep seni aradım sevgilim.
Ardından hikayeler yazdım, şişeler devirdim, bu kalın duvarları renklendirdim.
Şimdi... geldim diyorsun bana?
Neden şimdi?
Neden ben?
Ben — acizliğin eşiğindeydim.
Ben — ölüme benzer bir suskunluktaydım.
Ve sen — bir cesedi sevdin o gün, gülümseyerek.
O an ne düşündüm biliyor musun?
Bu adam hep böyle gülmeli.
Ve ben… ben, o gülüşün nedeni olmalıyım.
Her sabah, her kış, her karanlıkta.
Ne olursa olsun, o bilmese de, onun gülmesi için her şeyi yapmalıyım.
Yürüyüşünde bir şey var sevgilim, gülüşünde, bakışında...
çok eski, güçlü bir alev yanıyor orada.
Diğerleri de gördü onu elbette.
Ama ben... ben yanmaktan korkmayan tek kadınım.
Bir Tanrının aşkını isteyecek kadar delirmiş, bir ölümlünün sabırsızlığıyla tutuşmuş bir kadınım.
Senin gölgende, senin ateşinde...
çıplak ayaklarımla değil—kırık kalbimle dans ediyorum.
Ve sen… nereye gidersen git,
ben hep — hep — senin kadınınım.
Bir kelime bile etmedik seninle.
Ama sen, sen benim en karanlık yanımı da gördün.
Bir kez bile uzun uzun bakamadım yüzüne.
Ama ben, ben senin en aydınlık yüzünü de gördüm.
Her şeye rağmen, hep seni istedi ruhum.
Saatlerce yalvardım Tanrıya.
Bir Tanrının önünde eğildim, başka bir Tanrıyı sevdiğim için.
Seni dileyemedim ondan.
Korkağım çünkü ben, hep kaçtım senin gölgenden.
Ben...
mutlu olman için dua ettim.
Hak ettiğin her şeye sahip olman için.
Ve sen... bana geldin.
Ne yapacağım şimdi ben?
Nasıl dokunacak bu ellerim yüzüne?
Bu eller… karanlıkla büyüdü.
Güneşe dokunmayı unuttu çoktan.
Ama yine de — senin yüzünü düşlüyor.
Nasıl bakacak bu yaş dolu gözler şimdi gözlerine?
Bu gözler... acı denizinde yüzüyor.
Mutluluğun parıltısını unuttular çoktan.
Ama yine de — göz kapaklarımın ardında senin tahtın kurulu.
Söyle bana sevgilim...
nasıl fısıldayacağım bu kelimeleri sana?
Bu dil... yalanların tadına alışkın.
Bu yüz... maskelerin ışığına muhtaç.
Bu beden... nefes almayı bile unutmuş.
Söyle bana sevgilim...
nasıl diyeceğim sana o cümleyi?
Seni seviyorum—her şeyden, herkesten çok seviyorum.
Seni gördüğüm an...
işte o an, kalbimi uzattım ellerine ben.
Sana teslim oldum.
İster yak beni, ister karanlığında boğ.
İstersen aydınlat beni o kusursuz yüzünle.
İstersen söndür, parçala canlı kalan son parçamı.
Ben…
adımı söyleyişinle mühürlendim sana.
Zaten çoktan senin olmuşum.