Kime anlatsam seni?
Hangi göğe fısıldasam ismini?
Ne çare sevgilim—gözlerinden kaçabilmenin yolu var mı ki?

Evet...
Gözlerin hâlâ peşimde.

Bir aynada.
Göz kapaklarımın ardındaki gecede.
Ya da bir duvarda—isminin renklerle gizlendiği.

Her anımda.

Sana söyledim, sevgilim:
Bu his... öyle yabancıyım ki bu hisse.
Bir adamın gözlerine yenilmeye, 
bir Tanrı'nın ışığını seyretmeye.

O sert, alevler içindeki Tanrı'nın tek bir zaafı vardı:
Bakışlarının derinlerinde sakladığı o kırık ölümlü.

İşte... ben orada kendimi buldum, sevgilim.
Belki de yalnızca senin ruhunda kendime bir yer aradım.

Öyle çok seviyorum ki seni...
Bir bilsen, bu cümle ne kadar eksik hissettiriyor.

Saatlerce, günlerce, aylarca yazdım o cümleyi—bir başkasını kandırmaya, bir başka hikaye anlatmaya.
Ama şimdi, işte şimdi ilk kez hissederek çıkıyor o cümle dudaklarımdan.
İlk kez bu buzdan kalp eriyor—içinden yükselen kadın beni çok korkutuyor.

Yine de, öyle tuhaftır ki... yalnızca durup izliyorum olacakları.
Kaçmıyorum senden, korkmuyorum da... sadece teslim oluyorum.

Senin olduğum günden beri, bir renk filizleniyor sanki içimde.
Simsiyah duvarların çatlaklarında, çürük yağmurların sularıyla besleniyor—ama rengarenk.

Sen, benim bile tanımadığım bir kadını uyandırıyorsun. 
İlk kez böyle hissediyorum; 
ilk kez—belki de ilk kez—seviyorum.

Nedenini biliyorsun belki de.
İçimdeki her şeyi görüyorsun—biliyorum.
Ve ben, seninle bir kuralımı daha yıkıyorum... yine.
Birinin beni olduğum gibi görmesine izin veriyorum.

Kırıklarıyla, duvarlarıyla,
yüzünden hiç çıkarmadığı maskeleriyle.
O kadın şimdi derin bir tabuta gömülüyor.

O mezarı bile aydınlatıyor olman...
ne tuhaf, değil mi?

Belki de hislerimin büyüklüğü korkutuyor beni.
Biliyor olmalısın artık: ben çoğu zaman susarım ama her şeyi hissederim.
Dudaklarım kıpırdamasa da hep gözlerim anlatıyor.
Ve sen, her seferinde anlıyorsun.

Biliyor musun—bu en büyük hayalimdi aslında.
Birinin gözlerimden her şeyi anlaması, hatta gözlerimden bile değil...
yalnızca beni anlaması.

Siyahlara bürünüp görülmek istedim, konuşmadan duyulmak istedim.
Hiçbir şey yapmadan sevilmek istedim.

Hikayeler yazdım—çoğu zaman kelimeleri zihnimdeki rol yapan kadın seslendirdi.
Tilki diyorum işte ona.
İnsanları kandırmayı deneyip, yalnızca kendini kandıran İrem'e.
Seni gördüğüm an, tilki sessizleşti—kuyruklarını kıvırıp, bir köşeye geçti.

Zamanla alışacaksın metaforlarıma.
Hiçbir şeyi olduğu gibi söyleyemiyorum ben, hep bir drama, hep bir hikaye.

Gerçek aslında şu:
Tilki ilk kez oyunu değil, duygularını seçti.
Ben ilk kez, kendimi korumayı değil—yanmayı seçtim.

Bu aşk, benim gibi bir kadın için çok tehlikeli.
Belki de bu yüzden her adımımda, her nefesimde seni seçtim.
Çünkü yanacaksam da, yeniden doğacaksam da en uçta hissetmek istiyorum.
Ateşinin iki ucunu da yaşamak istiyorum:
Senin ateşinde kül olmak da istiyorum...
Aynı ateşte yeniden doğmak da.

( Tilki başlıklı yazı irem-dogan tarafından 5.10.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu