SAFEVİYYE
TARİKATİ ve Şeyh Safiyyüddin Erdebili
İsmiyle
anılan Safeviyye Tarikatının kurucusu, Şeyh Safiyyüddin özel olarak incelenmesi
gereken bir sufidir. Çünkü onun ismiyle anılan Sunni görüşteki Safeviyye
tarikatı ilerleyen zamanda tamamen Şİİ’leşerek Sunnilik karşıtı bir tarikata
dönüşmüş ve bir devletin (bugünkü İRAN) kurucu fikri olmuştur.
1252
yılında Erdebil civarında doğan, 12 Eylül 1334 yılında da
vefat eden Şeyh Safiyyüddin, çocukluğundan itibaren oldukça olgun ve dindar bir kişiliğe sahipti.
Takvayı ön planda tutardı. Bir
şeyhe intisap etme arzusu ile Şiraz'da Şeyh Rükneddin Beyzavi ve Amir Abdullah gibi zahid dervişlere iltihak etti. Sonra, şeyhinin
tavsiyesi
ile Halveti şeyhi Zahid Geylani'ye intisap etti. Şeyhi
ölünceye
kadar 25 yıl onun yanında
kaldı. Bu
sırada şeyhinin kızı Bibi Fatrna ile
evlendi. Zahid Geylani’nin vefatından sonra, halifesi olarak tarikatın başına
geçti. Şeyh Safiyüddin'nin zamanla ünü her tarafa yayılmaya başlamıştı; Başta halk olmak üzere zamanın devlet
adamları onun cazibesine kapılmış ve ona hürmet göstermişlerdir.
Şeyhin gayretleriyle pek çok Moğol İslam'la şereflendi. Safiyyüddin, 85 yaşlarında iken Hacca gitmeye niyetlendi. Mekke'ye Hacca gitti
ve geldi. Gelişinden 12 gün sonra 85 yaşındayken vefat etti. Vefatından
az
önce oğlu Sadreddin'i kendisine halef/halife
tayin etmişti.
Şeyh
Safi'nin Ehl-i Sünnet mezhebine mensup olduğu,
konunun
uzmanlarının çoğu tarafından dile getirilmiştir. Safiyyüddin'e mezhebi sorulunca "Biz Sahabenin mezhebindeniz. Dördünü de severiz, dördüne de dua
ederiz. Ruhsat yolunu değil azimet yolunu
tutarız"
demiştir. Bu ifade Şeyh Safi’nin
sunniliğine delil sayılabilir. Bilindiği üzere ŞİA gelenek olarak Hz. Ali (kv)
dışındaki halifeleri kabul etmez ve galiz ifadelerle hakaret bile eder. Bazı kaynaklarda
Şeyh Safi’nin torunu Hoca
Ali zamanında tarikatın Şilliğe mütemayil bir vaziyet almaya başladığı yazılsa da, bunun böyle olmadığı, Ade
Allache tarafından Osmanlı-Safevi kavgasının menşei ve gelişimi
üzerine yapılan ciddi ve muhtevalı bir
araştırma da ortaya konmuştur. Mazzaoui'nin de dediği
gibi,
Şeyh Safiyyüddin'den Şeyh Cüneyd
dönemine kadar tarikatta elle tutulur nitelikte ne şilliğe temayül
vardır, ne de bünyesinde rafızi fikirler
barındırmaktadır.
Safiyyüddin
ve oğlu Sadreddin kuvvetle muhtemel Şafii mezhebine
mensup idiler. Kaynakların büyük ekseriyeti
de Şeyhin Şafii olduğunu belirtmektedirler.
Şeyh Safi’nin Halvetiyye ve Kalenderiyye tarikatlarını birleştirerek kurduğu tarikata,
çevresindekiler içten ve samimi olarak bağlanmıştır.
Kendisi
de ihlaslı bir hayat tarzını tercih
ederek zamanındaki devlet adamlarından yani siyasetten bir dereceye kadar da olsa uzak durmuştur. Şeyh Safi tam 35 sene şeyhlik makamında kalmıştır. Erdebil Tekkesi'nin şöhreti, batı Türkmenleri arasında
ve Osmanlı Devletinde
de bilinmekteydi. Osmanlılar, bu gibi irşat faaliyetinde
bulunan tekke ve zaviyelere teşvikkar
davrandıklarından Erdebil
Tekkesi'ne de Bursa'dan her sene hediye yollarlardı.
Şeyh Sadreddin ölümünden
evvel oğlu Hoca Ali'yi Erdebil Şeyhi ilan
etti. Şeyh Sadreddin'in 1392'deki ölümünden sonra babasının vasiyeti
gereği yerine oğlu Hoca
Ali Erdebil Şeyhi olmuştu.
Tarihi süreç içinde her zaman Ehl-i
Sünnet fikrinin savunucusu olan Osmanlı Devleti Şeyh Safi zamanında, Erdebil
tekkesine “ Çerağ Akçesi” adıyla hediye gönderirdi, bu hediyeler Hoca Ali’nin
oğlu Şeyh İbrahim zamanında devam etmiştir.
Safeviyye Tarikatı usül ve adap bakımından da, Sünni karaktere sahip tarikatlara
benzemektedir. Kaynaklara göre müridlerin gün ağarınca
bir
saat zikr ve ibadet etmeleri, akşam olunca bu zikri
tekrarını yapmaları, İkindi vakti Kur'an okumaları, riyazat
için bulgur çorbası veya sade yemek yemeleri, çoğu
zaman
oruçlu bulunmaları, Ramazan ayının son on günü ile
Zilhicce ayının ilk on gününü inzivada geçirmeleri,
kış başında, malum olan kırk günlük
"çile" denen inziva ve itikaf yapmaları- itikaf sırasında hiç
kimseyle temas olunmaz, tam vecd haline gelinceye kadar oruç, namaz ve
ibadetlerle vakit geçirilir- Safeviyye tarikatının adaplarındandı.
Diğer tarikatlarda olduğu gibi tarikat eğitimini -Seyr-ü süluk- tamamlayan müridler-halifeler irşad için memleketlerine gönderilirdi. O dönemde seyr-ü sülukunu tamamlayıp irşad için memleketine gönderilen mürid/halifelerden birisi de Somuncu Baba olarak bilinen Ebu Hamidüddin Aksarayi'dir.
Şeyh
İbrahim’den (ö.1447) sonra posta oturan oğlu Şeyh
Cüneyd
(öl.l460) genç denebilecek bir yaşta Erdebil
Tekkesi'ne şeyh oldu. Şeyh Cüneyd zamanında tarikat
tam bir dönüşüme uğradı. Sunni tavrını tamamen değiştirdi. Aşırı şii fikirlere
sahip siyasi bir tarikata dönüştü. Şeyh Cüneyd, yapısı
itibariyle
cerbezeli, faal ve ikna kabiliyetine sahip biriydi.
Kuruluşunda tamamen sünni:
bir karakter taşıyan Safeviyye Tarikatı'nda, Şeyh Cüneyd'le birlikte aşırı inançlara
rastlanmaktadır. Bu aşırı inançlar,
Cüneyd'den sonra oğlu Haydar zamanında
da
artarak devam etti ve torunu Şah İsmail'le birlikte son
haddine u1aştı. Şİİ Safevi (Bugünkü İRAN) bir
devletin temellerini attı. Akkoyunlu tarihçisi Fazlullah b. Ruzbihan'ın kaydettiğine göre, Şeyh
Cüneyd'in
Anadolu'daki müridieri Cüneyd'e Allah, oğlu
Haydar'a
da Allah'ın oğlu diye inan maktaydılar.
Burada kısaca İmamiyye mezhebinden
bahsetmemiz gerekmektedir. İmamiyye mensupları kabaca tarif etmek gerekirse
İmamet ve Hilafet’in yani dini ve siyasi liderliğin Hz. Ali evladının yani
seyyidlerin doğal hakkı olduğuna inanır ve kabul eder. Şeyh Safiyyüddin ve
nesli seyyid oldukları için Hoca Ali’nin bu tür pasif bir düşüncesi olsa da
fiili olarak hayata geçmesi Şeyh Cüneyd zamanında olmuştur. Zaman ilerledikçe
Şeyh Cüneyd ve ardıllarına uluhiyyet nisbet edilmiştir.
Çalışmamızın Hace Muhammed Parisa (ks)
bölümünde naklettiğimiz üzere Hace Parisa (ks) nın ehl-i beyt sevgisi onun şii
olduğu yönünde yorumlanmasına sebep olmuştur. Bu tam anlamıyla öküzün altında
buzağı aramaktır. Yine ortada yanlış bir algı vardır. Şöyle ki; Ehl-i sünnet
halife sıralamasını meşru kabul eder. Bunu yaparken de Hz. Ali (kv) ve evladını
dışlamak gibi bir düşüncesi asla olmamıştır. Bilakis Ehl-i Sünnet camia her
zaman Ehl-i Beyt’e aşırı bir sevgi ve hürmet beslemiştir. ŞİA ve fikir olarak
ondan beslenen guruplar Ehl-i Beyt sevgisini de istismar etmiş ve sahiplenmeye
kalkışmışlardır. “ Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur: “Kuşkusuz
âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler miras olarak ne altın ne de
gümüş bırakmışlardır; onların bıraktıkları yegâne miras ilimdir.” Tirmizî,
İlim, 19. Hadis-i
şerifinden dolayı pek çok sufi neseben olmasa bile ilmen seyyid olduğunu
düşünmüştür.
Ehl-i
sünnet şeyhlerin vasıflarından birisi de ilmen peygamber varisi olmalarıdır.
SAFEVİYYE
TARİKATİ ve TÜRKMENLER ÜZERİNDEKİ
ROLÜ Doç. Dr. Mustafa EKİNCİ e Harran
Üniversitesi ilahiyat Fakültesi, öğretim
üyesi,
Reşat Öngören DİA