
Gülümsemelerin armağanı olduğunu
düşünüyorum önümde uzanan yolda ani geçişler yapma ihtimaline karşı sunulan bir
ödül gibi. Ödüllendirilen miyim ödülü vermem gereken kişinin yine ben olduğunu
mu düşünen?
Sözcüklerin albenisinde nice gel-git
yaşıyorum uzun süredir ve içine sığındığım sefil apartman dairesinin hangi
köşesinden başlamam gerektiğini bilemiyorum elbette layığı ile temizlemek adına
kıyı köşe sonra da kendimi boylu boyunca yatağa atma konusunda tereddütler
geçiriyorum.
Olmamam gereken bir yerdeyim elbette
olmaması gereken bir zamanda ve neye denk düştüğümü bilmek de imkânsız iken
sessizliğin sesi perde perde yükseliyor.
Bir düş gördüğüme dair yemin
edebilirim ve çarpılmam filan da önem arz etmez hani elbet bir ömür defalarca
çarpıldığımı hesaba katarsak bir eksik bir fazla ölüm çok şeyi de değiştirmez
hani.
Tırnaklarımı yiyorum günlerdir
içimdeki miskin açlığı bastırmak adına ve avuç avuç su içiyorum gerçi musluktan
akan su pek hoş kokmuyor ama en azından susuzluğumu gideriyorum ve nerede
olduğum hakkında net bir fikrim de yok.
Kim bıraktıysa beni bu apartman
dairesinin girişine ve her nasılsa açık olan kapıdan içeri dalıp kapıyı da
ardımdan sımsıkı kapadığım ve anahtarı olmadığı için dairenin ne buldumsa
içeride kapının önüne yığdığım ne de olsa benim kolaylıkla içeri dalabildiğim
bu kapıdan başkaları da dilediği gibi girer diye.
Unutulmuş bir bavul gibiyim hava
alanında işin doğrusu nereden geldiğim konusunda hiçbir fikrim yok ve de kim
olduğumu merak dahi etmiyorum ve geriden bana bakan o sisli ve uzun yolu görüp
yeniden dönmek istemiyorum başladığım yere belki de bitişinden dâhil oldum bu
hikâyeye yine de yeni bir başlangıç umuyor ve kurcalamıyorum dünü.
Hangi yüzyılda ya da hangi
şehirdeysem artık ve birileri beni özlüyor ya da bekliyor mu? Düşünmüyorum da
ve düşünme ihtimalini bile kondurmuyorum eğer ki önümde üç beş seçenek varsa
sadece sessizliğin parçası olup yokluğumu devam ettirmek istiyorum.
Zihnim tereddütsüz fabrika ayarlarına
dönmek istiyor ama oralı bile değilim ve unutmak istediklerimi hatırlama
ihtimalini bile unutmak istiyorum gerçi merak da etmiyor değilim hani elbet
beni de unutmak isteyen birileri var ya da yok…
El çantam var mı mesela?
Ait olmadığım bir boşlukta dahi yer
bulmuşken ne fark edecek ki dünümü ve kimliğimi sorgulamak? Üstelik sorgulanıp
sorgulanmadığım unutulmuş bir milat iken yoksa son mu demeliyim? Mademki bu
görev bana verildi…
Görev ihtimali ne yani, ben şimdi bir
görev insanı mıyım aslı astarı olmayan bir kimliğe sahip olmanın bile gereksiz
olduğunu düşünürken üstelik meziyetlerimin ne olduğu hakkında fikir sahibi bile
değilken?
Ve işte sinir hücrelerim
karıncalanmaya başladı sanırım bir uyuşukluğun esiri iken kanımda salgılanan üç
beş kimyasal madde ile yeniden mi doğuyorum üstelik aidiyet duygusunun asla
önem taşımadığına kanaat getirmişken ve soluklarım hızlanmaya başladı işte…
Bir odanın hangi eşyasında saklıyım
peki?
Bir çekmecenin en alt gözü mü?
Yoksa uçuşan perdenin püskülü mü?
Belki de tavandaki ampulün içindeki o
ince teller…
Halının altındaki toz olma ihtimalini
yeniden gözden mi geçirsem acaba?
Etki altında kalacağım şaibeli bir
durum hatta tek ses bile yokken içinde bulunduğum bu sönük ortamın üstelik
adımı dahi hatırlamazken kolay mı sahi her şeyi aslında hiç kimse olmayı
kabullenmek ve işte yapbozun kayıp parçalarının peşinde sonunda ikna mı
oluyorum bir labirentte olmanın verdiği aymazlıkla yeniden mi başlıyor her şey?
Yeniden başlamak iyi de eskide olan
hiçbir şeyi hatırlamıyorum üstelik eskinin neye denk düştüğünü umursamadan yeni
bir hayatın olmazsa oluru mu yoksa bu şaibeli ihtimaller?
Ve aklımın radarına takılan üç beş
silik hayalet.
En son ne yedim peki ve de kimler
vardı yanımda? Daha doğrusu yalnızlık hep mi kaderimdi derken buğulanan
gözlerim hatta gökyüzü iyi de yeryüzünde seyyah bir gölge miydim de gökyüzü bu
denli kurcalıyor aklımı?
Yerin göğe karıştığı o gün ve işte
aklımın ırmaklarında doğan o bakış iyi de bakan mıyım yoksa görüntünün sahibi
mi?
Sorular ve sorular asla da cevabını
merak etmediğim ya da cevap verme zorunluluğu olan birilerinin varlığı mı elbet
benim varlığım kim için ne ifade ediyorsa…
Hayatın uzadığı belki de istemeden
Tanrının uzattığı bir yolun yolcusu hem de nereden gelip nereye gittiğimi tek
bilen yok iken bu anlamda varmışım yokmuşum kime ne hem de kimliksizliğimle
hala nefes alıyor olmanın bir anlam taşımadığı gerçeği ile bir yalana denk
düşmem de bir şeyi değiştiremeyecekken.
Vazgeçmeliyim belki de hem de en kısa
zamanda iyi de hayatta kalmam için tek neden yokken yok olmam için kim bana tek
neden sunabilir ki üstelik iç sesimden başka tek ses yok iken çevremde hatta
sokağa bakmak bile aklıma gelmezken ya da bir sokağın olup olmadığı hiçbir
gerçeği de değiştiremeyecekken…
Dibe çöken o tortu.
İçim hala bulanık.
Demek oluyor ki; önceden beri olan
bir bulanıklık bu: ya, aklımın koridorlarında koşturup duran o çömez kim ki? Ya
da benim gerçekten bir aklım var mı yoksa aklın yolu bir diyenler hep mi yalan
söylediler üstüne üstük benden başka akıl verecek yok iken kem küm etmemin kime
ne zararı var?
Ve işte o taş plak dönmeye başladı en
derinimde ama ben en tepede iken?
Yoldan çıkan milyonlarca hava
kabarcığı ya da damla ve aklıma mukayyet olmak adına daha ne kadar zorlanacağım
üstelik midemle ilgili tek bağlantım aralıksız hissettiğim o susuzluk iken
demek oluyor ki; hala yaşama kaygısı taşıyorum yoksa bu kadar suyu bu kadar sık
aralıkla içmezdim hem de midemin bulantısını göz ardı edip gözlerimden gelen
yaşları da dilimle yalayıp yutmazdım.
Bu sessizliğe tek sahip çıkan ben de
değilim üstelik ne de olsa benden başka bir varlığın gücüne sadığım hala
üstelik kendimi bildim bileli vakıf iken ve işte ruhumun yüzölçümü git gide
büyüyor ve ben yükselmeye başlıyorum hem de en derinden en tepeye çıkma
isteğime engel olamazken.
Sözcükler alyuvarlarımda taşkına
sebebiyet veriyor ve tüm akyuvarlarım kan basıncımı dengelemeye çalışıyor hala
da sonlanmazken kalbimin çarpıntısı yoksa ölmem için bahaneler ararken vücudum
direnç mi gösteriyor hayatta kalmak adına?
Bir gücüm kaldıysa artık dayanmak
adına.
Bir gücün varlığına olan inancımı
kolluyorum madem.
Demek oluyor ki; öncemde saklı olan
bir mevcudiyet bu ve mevzu bahis ne ise ben hala direnç gösteriyorum ve
birileri beni yakamdan paçamdan çekiştiriyor oysaki ben sadece gitmek istiyorum
üstelik ait olmadığım bir mekanda bulunmak bana sadece acı verirken…
İyi de ben acı çekmek istiyor muyum
üstelik dünden gelen yoğun bir acı bu ve biliyorum artık benim bir öncem vardı.
Ve içinde bulunduğum an.
Demek ki; zaman mefhumuna ulaştım
sonunda ve mekansızlık hala direncime sahip çıkmama vesile olan.
Uyum göstermek zorundayım vücudumun
hızına daha doğrusu yaşamak adına daha çok güç sarf etmeliyim ve işte yeniden
başladı o inanılmaz basınç sanki biri üzerime çullanmış ve ruhumu çekmek
istiyor ve ciğerlerim buna izin vermiyor ve midemdeki o ağrı ne yani ben asla buna
izin vermedim de neye?
Denk düştüğüm bir rakam mı?
O zaman kaç haneliyim?
Yoksa bir rakıma mı tekabül ediyorum?
İyi de ben ne bir dağım ne de bir şehir olsa olsa bir ufacık bir canlıyım canı
aralıksız yanan ve yakan…
İşte anahtar kelime: o yanma dürtüsü
yanmak mı yakmak mı daha acıtan?
Sözcükler uçuşuyor zihnimde iyi de
bir zihnim yok ki benim yoksa her şeyi çok net hatırlardım yoksa ben sadece bir
anıdan mı ibaretim belki de bir mezar taşıyım hala üzerinde yazanları okumaya
çalışan…
Demek oluyor ki ben bir ölüyüm yoksa
ne işim olur bir mezar taşıyla belki de kabristana giden bir canlıyım bir
ölüsüne yapacağı ziyaret ve okuyacağı rahmet ile kendini iyi hissetmenin yolunu
bulmuşken.
O zaman kendime de rahmet okumalıyım
ve aralıksız tövbe etmeliyim iyi de inancım var mı yok mu onu bile bilmiyorum.
Sessizliğe muhalifim işte ve tüm
iç organlarım şamata yapıyor demek ki
hala hayatta kalma şansım var üstelik beni neyin beklediğini bilmeme de gerek
yok iken üstelik her zerrem ve her hücrem hatta hatırlamadığım dünüm ve
yarınların garantisi yok iken ben hala kanıyorum ve karıyorum...
Dinmek bilmiyor bu ritim ve hala
üzerimde bir ağırlık hissediyorum sanki milyonlarca taş yığmışlar üstüme hatta
ve hatta ben bir taş ocağında enkaz altında kalmış olan bir işçi bile
olabilirim ama o zaman canım bu kadar yanmazdı ne de olsa ruhumu çoktan teslim
etmiş olurdum demek ki hala bir ihtimal var ve bir de ışık…
Tüneli aydınlık kılan bir ışık ve
gözlerim kararıyor yine de o ışığı kolaylıkla görebiliyorum gerçi bir yanıp bir
sönüyor ama…
Ve o düz çizgi ve uzaklardan çok
derinlerden bir ses duyuyorum belli belirsiz ve tüm acı sonsuzluğa karışıyor
hala o tok ses kulaklarımda çınlayan ve üzerimdeki ağırlık yok oluyor.
‘’Eks…’’
Ama hafızamda kalan son sözcük
eksildiğim ve tüm eksilerden doğup yokluğa kavuşmanın adı iken eksi s/onsuzluk.
Kim olduğunu bilmediğim ama onsuz da
yapamayacağım üstelik bir inancım var ya da yok.
Sonsuzluk ise bir ömür aklımdan
çıkmayan ve kim olduğum değil sonsuz olma ihtimalimle yaşadığım.
Yaşadığım ve yaşamak adına ve
yaşatmak adına umudu…
Ve yeniden hâsıl olan o külçe ağırlık
tüm üzerimi kaplayan ve yeniden yanıp sönmeye başlayan o ışık ve içimde çok
derin bir sızı canım inanılmaz yanmaya başlıyor sanki evrenin başkaldırdığı
sanki benim bana özlemim üstelik kim olduğumu bilmediğim ve hatırlamadığım ama
hatırlamak istediğim çok şey de yolun sonunda beni beklerken…
‘’Eksi bir, eksi iki ve eksi
sonsuz…’’
Basınç arttıkça artıyor ve adeta
ciğerlerim yırtılıyor ve tek tek okuyorum mezar taşında önceden seçemediklerimi…
‘’Doğum tarihi: 15 Aralık 2020 ve
ölüm tarihi: 15 Aralık 2020.’’
Bu kadarcık mı yaşadı yani bu
kadarcık mı kaldı hayatta?
Yoksa hiç mi doğmadı?
Ya içimde hissettiğim ve aralıksız
tekme atan o varlık sadece bir hayal miydi?
‘’Şükürler olsun, anne döndü aramıza.
Kalp masajına devam edin. Cesur yürek seni: sen umudun adısın.’’
Kanadığımı biliyordum günlerdir ve
tüm kanı da tüm acımı da içime akıtmışken…
Bilemedim de seni kaybettiğimi
aslında sen de beni kaybetmiş ve için için beni zehirlemişken ama biliyorum ki;
isteyerek zehirlemedin anneni, canım bebeğim asla seni koklayıp sevemeyeceğimi
biliyorum ve sakın suçlama kendini çünkü tek suçlu benim…