Olup olmaması da değil hani sorun
addedilen sadece bir ayrıntı ve gizemin de ifşası yine sancağın matemini
içselleştiren öfke kıvılcımları.
Son durağı aramak üzere çıktım yola
madem bir de matem kaygıları olmasa o devinen tezahüratta artık hangi aklı evvel
taraftar ise kıbleyi mabet bellemiş.
Bir bir dizmek çok olası önce
tekerleme mahiyetinde derken şifresini bulmaksa ruhun röntgenine iyi gelen en
çözüm odaklı seçenek.
Diğerlerini kayda almamak ise yine
hayatın merkezini delen o pergelin sivri ucuna takılı mahrem bir kaygı.
Sarmalında aşkın boykot edilesi
farklı bir tebessüm yine şairin ısmarladığı ama son raddesine dayanmışken hüzün
bir de hazanı mesken edinmek.
Zor olacağını bildiğim o kısır
döngüden çıkmak adına hasbelkader oynaşıyorum röntgen cihazıyla zaten aklın
ırmaklarında çok da hülasa bir döküm sergilenmemekte en azından Tanrı’nın
gözünde bir ikilemi tek şıklı bir suale indirgemek.
Aklımın pazarında ne çok çek çek iyi
de kim getirip götürecek bunca kaygıyı mademki bertaraf edecek yazılmamış şiirler?
Tamlaması noksan yine kayıt dışı bir
özne ve o öznel emir kipi:
‘’Sev!’’
Mağdur bir kelam olsa da yalnızlığın
detone tınısındaki ahkamlar…al işte başladı yeni baştan mademki gün geceye
devrildi sükuneti de saklı tutmalı hani.
Sizi sevebilir miyim bayım?
Oldukça pişkin bir cümle:
Pardon maruzatınız neydi?
Geçimsiz ruhumun eşini arıyordum da
ha bir de tutanaklara geçsin nefret özürlü olduğum.
Paranoyak bir tanı olabilir hani
çözüm arifesinde eğer bir gölge babında varlığınızı esir etmek ise kaygınız.
Çözümsüz kabul edilen seçmece
ölümleriniz var mı peki?
Duraksayan kelamda son sürat
sessizlik.
En son ne zaman çektirmiştiniz?
Çekincelerimden mi dem vuruyorsanız?
Hayır, hayır, çatmayın kaşlarınızı ve
sadece gevşeyin.
Acıyacak mı peki?
Aşk hep acıtır güzel bayan.
Sandıklarımdaki doluluk oranını da
göze aldık mı…
Hak ihlali yapmasak.
İyi de pek hayra alamet değil hani
hem belli mi olur haftasına çıkmam.
O zaman derin bir sorgulama
neticesinde sırtlanırız…
Neyi?
Önyargılarınızı da boylu boyunca
masaya yatırdık mı.
Sahi…
Sahi ne?
Sevme özürlü olduğunuzu düşünmeye
başlıyorum.
Ona ne şüphe hele ki kendim…
Evet, ya kendiniz?
Lafımı kestiniz yine. Neden bu kadar
çok konuştuğunuzu bir anlatsanız keşke.
Anlatıyorum da anlama özürlü bir
dünyada tekliğimi ve hiçliğimi bastırıyorum ölü sözcüklerimle.
Haksızlık yapıyorsunuz ama hele ki
diri bir kimliğin telaffuzu iken ölümüne sevdalandığınız.
Son sürat sevmeye devam yani.
Az sessizlik yoksa içinizin gazı
yansıyacak röntgene ve asla beyan edemeyeceksiniz gizem bildiğiniz o metruk
yaka iken yine kimselerin ulaşmasına izin vermediğiniz. Lütfen tutun nefesinizi
ve içinizden ondan bire doğru geri bir sayıma başlayın.
Birden ona olmuyor mu?
Ters yüz örmüyorsunuz içinizin
hırkasını sadece yalın bir seyir: hah, işte oldu. Sakin ve huzurlu.
Ölmek hiç bu denli sıcak bir iklim
olarak yansıtılmamıştı bana.
Ve, evet ondan bire doğru saymaya
devam.
On, dokuz, sekiz…bir.
Açın gözlerinizi beni duyuyor musunuz
açın gözlerinizi. İşte döndünüz sadece an’a odaklanın. Beni duymuyor musunuz
bayan?
Burası çok güzel ve çok mutluyum.
Dünya gibi değil burası ve her şey şeffaf herkes çıplak hele ki aşk…
Dönmek zorunda da değilsiniz hani!
Önce öyle demiyordunuz ama.
Durumu nasıl sizce?
Olması gerektiği gibi.
Yani öldü mü?
Hayır, bilakis yeniden doğdu üstelik
ölmemek adına.
Rapora ne yazalım doktor hani olur da
bir yakını arar sorar biz de darda kalmayalım diye hani…
Duygu zehirlenmesi, kaşeyi verin de
imzamı atıp çıkayım.