FAS

 

İslâm dünyasında Mağrib ülkelerinden el-Mağribü’l-aksâ veya Cezîretü’l-Mağrib, Batı dünyasında Atlas ülkelerinden Maroc (Morocco) isimleriyle tanımlanır. Bugün resmî adı el-Memleketü’l-Mağribiyye’dir.

VII. yüzyıl sonlarından başlayarak müslüman Arap kuvvetlerinin akınlarına uğrayan Fas, VIII. yüzyıl başlarında Mûsâ b. Nusayr kumandasındaki müslümanlar tarafından fethedildi. Yerli halkı oluşturan Berberîler’in İslâmiyet’i kabulü ile bölge bir müslüman ülkesi haline geldi.

Müslümanlardan, Mağribü’l-aksâ dedikleri Fas’a ilk ayak basan lider Ukbe b. Nâfi‘dir. Kuzey Afrika’daki ilk valiliği döneminde (666-674) müslümanların Tunus’taki varlığını korumak için askerî ve dinî bir üs olarak Kayrevan’ı kuran Ukbe, 682’de başlayan ikinci valiliği döneminde batıya doğru ilerleyerek önce Tanca’ya, vali Julianus’un ona tâbi olmayı kabul etmesinin ardından da güneye yönelerek Dirâ‘ vadisi yoluyla Sûs’a ulaştı.

Emevîler tarafından cezalandırılmaktan korkarak Arap yarımadasını terkedip VII. yüzyılın sonunda Fas’a kadar giden bir grup Hâricî, bazı kabileler arasında fikirlerini yaymayı başarmıştı. Neticede farklı bir dinî ve siyasî anlayış kazanan Hâricî Berberî kabileleri Emevî valilerinin sert uygulamalarıyla karşılaşınca Tanca’da Medgare (Matgara) kabilesi reisi Meysere’nin önderliğinde isyan ettiler ve Emevî yönetimine son verip İdrîsî Devleti’nin kuruluşuna kadar kendi bölgelerinde ayrı ayrı hüküm sürdüler.

İdrîsî Devleti’nin kurucusu İdrîs b. Abdullah (I. İdrîs), 786’da Mekke yakınlarında Hz. Hüseyin taraftarları ile Abbâsîler arasında meydana gelen Fah Savaşı’ndan sonra Arap yarımadasını terketmiş ve 788’de Fas bölgesindeki Velîlâ kasabasına yerleşmişti. Burada Evrebe Berberî kabilesiyle iyi ilişkiler kuran İdrîs 789 yılında bu kabilenin dinî ve siyasî lideri olarak kabul edildi.

Oğlu II. İdrîs döneminde devletin gücü daha da arttı. Kurtuba (818) ve Tunus’ta (824-826) çıkan ayaklanmalardan kaçıp başşehir Fas’a gelen Araplar’dan bazılarının üst kademelerde görevlendirilmesiyle devletin Arap karakteri güçlendi ve çok geçmeden Fas halkının çoğunluğu Arapça konuşmaya başladı. Hâricîler’e karşı başarılı bir mücadele veren II. İdrîs 828’de öldüğünde devletin sınırları doğuda Şelif nehrine (Cezayir) ve Güney Fas’ta Sûs’a kadar uzanmaktaydı. Ancak II. İdrîs’in ölümü devletin parçalanmasına yol açtı.

Murâbıtlar, bölgedeki Hâricî ve Şiî eğilimlere karşı Mâlikî mezhebine dayanarak geliştirilen dinî fikirlerin itici gücüyle Abdullah b. Yâsîn’in liderliğinde önce güneyde Sicilmâse ve çevresinde hâkimiyet kurmuşlar, daha sonra da özellikte Yûsuf b. Tâşfîn liderliğinde kuzeye doğru yayılmışlardır. 1080’lere gelindiğinde Murâbıtlar bugünkü Fas sınırları içinde kalan bütün bölgelerin yanında günümüz Cezayir’inin batısına ve İspanya’nın güneyine de hâkim olmuşlardı.

Özellikle Yûsuf b. Tâşfîn (1061-1106) ve oğlu Ali (1106-1143) dindar kişilerdi; saltanatları süresince İslâm hukukunun prensiplerini devlet idaresinde tatbik ettiler. Murâbıtlar kuruluş döneminde karşılaştıkları kabilelerin nüfuzlarını kırarak 100 yılı aşkın bir süre Fas’ta birlik, barış ve sükûneti sağlamışlar, bu durum ülkenin imarı ve maddî kalkınmasında önemli rol oynamıştır.

Muvahhidler de dinî reform adına ortaya çıktılar. İbn Tûmert’in 1130’da ölümü üzerine yerini alan ve onun fikirlerine sımsıkı sarılan Abdülmü’min el-Kûmî ardarda gerçekleştirdiği başarılı akınlarla Murâbıtlar’ı zayıflattı ve 1147’de de başşehir Merakeş’i ele geçirerek hâkimiyetlerine son verip yine Merakeş başşehir olmak üzere Muvahhidler Devleti’ni kurdu. Oğlu Ebû Ya‘kūb el-Muvahhidî döneminde (1163-1184) Gumâre gibi bazı küçük kabilelerin muhalefeti de kırılarak Fas’ta genel hâkimiyet sağlanmış ve bu durum XIII. yüzyılın ilk çeyreğine kadar devam etmiştir. Muvahhidler Fas’ın dinî, kültürel ve ekonomik hayatında derin izler bırakmışlardır. İnançta katı bir tevhid anlayışına sahip olan ve Murâbıtlar’ın bazı âyetlerin zâhirî mânalarını esas almalarına şiddetle karşı çıkan İbn Tûmert’in fikirlerinden taviz vermeyen Muvahhidler de Mâlikî mezhebine tâbi idiler. İslâm felsefesinin önemli simalarından İbn Rüşd ve İbn Tufeyl Muvahhidî hükümdarlarının himayesinde çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Sultanların XII. yüzyılın sonundan itibaren tasavvufa karşı tavır değiştirmesi, Ebû Medyen ve İbn Meşîş gibi Mağrib’in iki önemli mutasavvıfının yüzlerce taraftarlarıyla birlikte Merakeş’e yerleşmesini sağlamıştır.

1210’lardan itibaren Kuzeydoğu Fas’ta küçük çaplı ayaklanmalar gerçekleştiren Zenâte kabilesine mensup Merînîler 1244’te Meknes, 1248’de Fas (şehir), 1255’te Sicilmâse ve 1269’da başşehir Merakeş’i ele geçirerek Muvahhidler’in yerine Merînî Devleti’ni kurdular. Merînî hâkimiyeti başlıca iki döneme ayrılır: Güçlenme ve yayılma (1269-1358), gerileme ve çöküş (1358-1465). Birinci dönemin sultanları uzun süre görevde kalmışlar, askerî seferlerin yanı sıra hâkim oldukları bölgelerin imarına da önem vererek Fâsülcedîde ve Mansûre gibi yeni şehirler kurup buraları çok sayıda cami, medrese, kütüphane ve zâviye ile donatmışlardır. Özellikle sultanların ön ayak olduğu vakıf faaliyetleri sayesinde medreseler gelişmiştir.

1415’te Sebte’yi zapteden Portekizliler’in 1465’te Kasrüssagīr’i ele geçirmeleri ve aynı yıl Sultan Abdülhakk’ın öldürülmesiyle Merînîler dönemi sona erdi.

Merînîler’in son yıllarında vezirlik ve zaman zaman da sultan nâibliği yapan Ebû Zekeriyyâ’nın oğlu Muhammed 1472’de Fas’a hâkim olarak Vattâsîler dönemini başlattı; ancak Fas topraklarının tamamına hükmünü geçiremedi. Saltanatı döneminde (1472-1505) Fas’taki Portekiz yayılması devam etti.

1510’lardan itibaren Sûs bölgesinde güçlenmeye başlayan Sa‘dîler 1524’te Merakeş’i ele geçirerek Vattâsîler’e büyük bir darbe vurdular. Güçlü oldukları Kuzey Fas’a bile tamamen hâkim olamayan Vattâsîler güneyde gelişmekte olan Sa‘dîler’i kontrol edecek durumda değillerdi. Fas şehri de 1550’de Sa‘dîler’in eline geçti. Bu başarılarına rağmen Muhammed Vattâsî hâkimiyetindeki Kuzey Fas’ı alamadı; çünkü Vattâsîler Cezayir bölgesine hâkim olan Türkler’in desteğini sağlamışlardı ve ordularında görevli birçok Türk bulunmaktaydı. Ahmed el-Mansûr (1578-1603), içinde Türkler’in de görev yaptığı disiplinli bir ordu ve kuvvetli bir idare kurmasına rağmen saltanatı süresince 1591’deki Batı Sudan seferi hariç hiçbir askerî harekâtta bulunmadı. Böylece gerçekleştirdiği barış ve siyasî istikrar ortamı aynı zamanda ticarî ve ekonomik hayatın canlandığı bir dönem oluşturdu.

XIII. yüzyılda Sicilmâse’ye gelerek yerleşen Alevî şerifleri XV. yüzyılın başından itibaren giderek nüfuzlarını arttırdılar; ancak XVII. yüzyıla kadar siyasî ihtiras göstermediler. 1630’lardan itibaren Mevlây Muhammed liderliğinde Tefilâlt’te siyaset alanına çıkıp 1664’te başa geçen Mevlây Reşîd döneminde Merakeş ve Fas gibi önemli şehirleri ele geçirdiler ve müteakip yirmi yıl içinde ülkenin çeşitli yerlerinde kendilerine direnen muhalif kabileleri birer birer yenerek bugüne kadar devam eden Filâlî yönetimini kurdular.

XIX. yüzyılın ilk yarısında Fas kuvvetli bir merkezî otoriteden yoksun, yer yer kabilelerin hâkimiyet kurduğu ve iç çekişmelerin devam ettiği bir ülke durumundaydı.

Osmanlı Devleti’nin Mağrib ülkeleriyle teması, müslümanları Endülüs’ten çıkardıktan sonra Haçlı zihniyetiyle hareket eden İspanyollar’ın Cezayir taraflarında Mersalkebîr, Vehrân (Oran) ve Bicâye’yi ele geçirerek Kuzey Afrika için tehlike oluşturmasından sonra başladı. Ünlü Türk denizcileri Oruç Reis ile Hızır Reis’in bu bölgelerde Türk hâkimiyetini tesis etmeleri 1516’da Cezayir şehrini ele geçirmeleriyle kesinleşti. Türkler’in bölgeye gelişinden sonra hıristiyan ilerlemesi durdu. Osmanlı Devleti ile Fas Sultanlığı arasındaki münasebetler Kanûnî Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) başlamış ve bir süre yoğunlaşarak devam etmiştir.

Fas’ta 62-63’te (681-682) Ukbe b. Nâfi‘ ile başlayan İslâm fetihleri 92 (711) yılında Mûsâ b. Nusayr ile tamamlandığında İslâm dini halkın içine tam olarak nüfuz edememişti.

Mûsâ b. Nusayr’ın davranışları Berberîler’i İslâm’a kazandırmada başarılı oldu. İdrîsîler döneminde (788-985), hükümdarlar Hz. Ali soyundan geldikleri iddiasında bulunduklarından daha çok Şîa mezhebine meylettiler.

Devlet desteğine sahip olmamasına rağmen bu dönemde Endülüs yoluyla gelen Mâlikî mezhebi tanınmış âlimler vasıtasıyla Fas’ta etkisini göstermeye başladı. Daha sonra bölgede hâkimiyet kuran Murâbıtlar zamanında dinî, siyasî ve ilmî amaçlarla tesis edilen ribâtların çoğaldığı, gittikçe yayılan Mâlikî mezhebinin devletin resmî mezhebi halini aldığı ve Mağrib’de ilk olarak tasavvufî hareketlerin ortaya çıktığı görüldü. Düşman saldırılarından zamanında haberdar olup karşı koymak için genellikle sınır boylarında inşa edilen ribâtlar aynı zamanda ülkedeki iç karışıklıklardan uzakta inzivaya çekilenler için ibadethâne, dinî ilimleri öğrenmek isteyenler için birer mektep durumunda idi. Ribâtların yaygınlaşması İslâm’ın yerleşmesinde önemli rol oynadı.

Merînîler yönetimi (1196-1465), tasavvufî hareketlerin çoğalmasıyla Fas’ın dinî hayatına yeni bir çehre kazandırdı. Bunlar arasında önde gelen bir şahsiyet de Şâzelî tarikatının kurucusu Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî’dir. Merînîler zamanında Mâlikî mezhebi Murâbıtlar dönemindeki hâkim durumuna yeniden kavuşurken ribâtlar önemlerini kaybederek yerlerini tasavvuf ağırlıklı zâviyelere bıraktılar. Vattâsîler zamanında (1471-1549) bu zâviyelerin sayısı tarikatların yayılmasıyla birlikte daha da arttı. Ahmed b. Mûsâ el-Cezûlî, Abdullah b. Hassûn el-Hâlidî, Yûsuf b. Muhammed el-Fâsî, Ahmed b. Abdullah b. Ebû Mahallî döneme damgasını vuran başlıca âlim ve mutasavvıflardır.

Muvahhidler’in sonu, din âlimleriyle tarikat çevrelerinin ümmetin mânevî gelişmesini sağlamada yarıştıkları yeni bir sürecin başlangıcı olmuş ve bu durum sömürge çağına kadar sürmüştür. Bugün de devam etmekte olan Alevî (Filâlî) yönetimi geçen yüzyıllardan pek farklı bir durum sergilememiş, dinî otoriteyi elinde tutmaya ve şartlara göre değişmekle birlikte toplumu İslâmî çerçevede yönlendirmeye gayret göstermiştir; bu konuda sultanın kişiliğinin ve dine bağlılığının büyük önem taşıdığı görülür.

İslâmî dönemle birlikte Fas’ta canlanan ilmî hayat fıkıh, hadis, tefsir, dil, edebiyat, tarih ve coğrafya alanlarında hızla gelişti. İdrîsîler döneminde devletin fazla zengin olmaması, İslâm’ın yayılışıyla meşgul bulunması ve sosyal hayattaki sadelik parlak bir ilmî ve fikrî faaliyetin görülmemesinin başlıca sebepleridir; ancak dinî ilimlerde nisbeten bir canlılık hissedilir.

Murâbıtlar döneminde fikrî ve ilmî hayat daha da canlandı. Fıkıh sahasında çalışmalar Mâlikî mezhebi üzerinde yoğunlaştı. Abdülmün‘im b. Abdullah el-Mahzûmî ile İbrâhim b. Ca‘fer el-Levâtî dönemin önde gelen fakihleridir. Kādî İyâz fıkhın yanında hadiste de Murâbıtlar döneminin en önemli şahsiyetlerindendir. Tarih alanında günümüze ulaşan en önemli eser, Beydak lakaplı Ebû Bekir b. Ali es-Sanhâcî’nin Aḫbâru Mehdî b. Tûmert’idir. Dönemle ilgili vesika değeri taşıyan bu eserden başka Kādî İyâz’ın Mâlikî ulemâsının biyografilerine dair Tertîbü’l-medârik adlı eserini de anmak gerekir. Büyük coğrafyacı ve Nüzhetü’l-müştâḳ’ın müellifi İdrîsî de Murâbıtlar döneminde yetişen büyük âlimlerdendir.

Muvahhidler zamanı Fas’ta fikrî hayatın zirveye çıktığı dönemdir. Bunun başlıca sebeplerinden biri Endülüs’ten buraya çok sayıda âlim, fakih ve edibin göçmesidir. Devlet de ilmî çalışmaları himaye ediyordu. Esasen Abdülmü’min b. Ali, Ebû Yûsuf Ya‘kūb el-Mansûr ve İdrîs el-Me’mûn gibi hükümdarlar da birer büyük âlimdiler.

Buna karşılık kelâm ilmi rağbet gördü. Ömer b. Neccâr el-Fâsî, Muhammed b. Abdülkerîm el-Fendlâvî gibi kelâmcılar önde gelen âlimlerdir. Muvahhidler’in dinî anlayışlarında hadis en önemli yeri işgal ettiğinden hadis çalışmaları İbnü’l-Kattân diye tanınan Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Kettânî, Abdülcelîl b. Mûsâ el-Kasrî gibi meşhur muhaddislerle zirveye çıktı. Ayrıca teşrîin ilk kaynağını teşkil etmesi bakımından Kur’an’ın kıraat ve tefsirine olan ilgi de gelişti. Ebü’l-Haccâc Yûsuf b. İmrân el-Mezdagī, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Fertût es-Sülemî, Ali b. Ahmed et-Tücîbî dönemin önemli müfessirleri arasındadır.

Muvahhidler zamanında dinî ilimlerin yanı sıra tarih ve coğrafya alanlarında da gelişmeler gözlendi. İdrîsî ile başlayan coğrafya çalışmaları, yazarı meçhul el-İstibṣâr fî ʿacâʾibi’l-emṣâr adlı eserle devam etti. Ebû Mervân Abdülmelik b. Ebü’l-Kāsım el-Kerdebûsî’nin el-İktifâʾ fî aḫbâri’l-ḫulefâʾ, İbn İzârî’nin el-Beyânü’l-muġrib fî aḫbâri’l-Endelüs ve’l-Maġrib, Abdülvâhid el-Merrâküşî’nin el-Muʿcib fî telḫîṣi aḫbâri’l-Maġrib’i gibi eserler o günlerin önemli tarih çalışmalarıdır. Yine bu dönemde matematik ve tıp gibi ilimlerde de bazı gelişmeler kaydedilmiştir.

Fas’ta Merînîler’in hüküm sürdüğü yıllarda fikrî hayat gerek dinî ilimlerde gerekse diğer ilimlerde parlak bir dönem yaşadı. Genellikle kültürlü birer insan olan hükümdarlar âlimleri himaye ettiler ve kurdukları medreselerle ilmin yaygınlaşmasını sağladılar. Mâlikî mezhebi tekrar rağbet ve himaye görmeye başladı ve Mâlikî fıkhıyla ilgili teliflerde bir artış oldu. Fıkhın yanında hadis, kıraat ve tefsir ilimleri de ilerledi.

En çok revaçta olan ilim dalları ise tarih ve coğrafya idi. Müellifi meçhul el-Ḥulelü’l-mevşiyye, İbn Ebû Zer‘in el-Enîsü’l-muṭrib, yine aynı müellife nisbet edilen (bazılarına göre müellifi meçhul) eẕ-Ẕaḫîretü’s-seniyye fî târîḫi’d-devleti’l-Merîniyye, İbnü’l-Ahmer’in Ravżatü’n-nisrîn fî devleti Benî Merîn, İbn Abdülmelik el-Merrâküşî’nin eẕ-Ẕeyl ve’t-tekmile ve şüphesiz İslâm âlemi için çok büyük önem arzeden İbn Haldûn’un el-ʿİber’i tarih; İbn Rüşeyd’in Milʾü’l-ʿaybe, Ebû Muhammed el-Abderî’nin er-Riḥletü’l-Maġribiyye ve İbn Battûta’nın Riḥle’si de coğrafya eserlerinin en ünlüleridir. Matematik ve astronomi dallarında yazılan en önemli eserler ise İbnü’l-Bennâ el-Merrâküşî’ninkilerdir.

Vattâsîler döneminde bazı yönlerden bir gerileme söz konusu olmakla birlikte fikrî ve ilmî hayattaki canlılık devam etti. İbnü’z-Zekkāk Tuḥfetü’l-ḥükkâm, Ebû Abdullah İbn Gāzî Şifâʾü’l-ġalîl bi-şerḥi Ḫalîl ve Ahmed b. Yahyâ el-Venşerîsî el-Miʿyârü’l-muʿrib adlı kitaplarıyla tanınmış fıkıh âlimleridir.

Orijinal tarih kitaplarından sadece müellifi meçhul Meşâhîru büyûtâti Fâsi’l-kübrâ ile Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Muaskerî’nin bugüne ulaşmamış bulunan Ẕeylü’l-ḳırṭâs fî mülûki Benî Vaṭṭâs adlı eserleri önemlidir. Coğrafya alanındaki önde gelen isim ise Vaṣfü İfrîḳıyye adlı eseriyle tanınan Hasan el-Vezzân’dır (Afrikalı Leon).

Sa‘dîler’le birlikte dinî ilimlerde önemli gelişmeler oldu ve özellikle kıraat üzerine birçok eser yazıldı.

Fas’ta Roma ve Bizans mimarisini yansıtan eserlerin kalıntıları bugün hâlâ görülmektedir. İdrîsîler döneminde Fas şehrinde Câmiu’l-eşyâh ve Câmiu’ş-şürefâ yanında birçok han ve hamam inşa edildi, Fas’ın halen mevcut en önemli ve büyük camii olan Karaviyyîn’in yapımına da bu devirde başlandı.  

Endülüslü âlimler gibi sanatkârlar da devletin himayesinde idiler. Murâbıtlar döneminde mescid, sur, kale ve saray gibi yapılarda süsleme unsurlarından çok sağlamlığa önem verilmiştir. Merakeş’te yaptırılan Ali b. Yûsuf Camii, Alevîler zamanında Mevlây Süleyman tarafından yenilendiği için Murâbıt özelliğinden bir şey taşımamaktadır. Yine Ali b. Yûsuf b. Tâşfîn tarafından 536’da (1141-42) Tilimsân’da yaptırılan ulucami aslî şekliyle bugüne ulaşabilmiş tek Murâbıt camiidir.

Ya‘kūb el-Mansûr zamanında yapımına başlanan Rabat’taki Hassân Camii tamamlanabilseydi Kuzey Afrika’nın en büyük ulucamii olacaktı.  Merakeş’teki Kütübiyye Camii, Mansûr Camii, Tâzâ Ulucamii ve Tinmellel Camii varlıklarını bugüne kadar koruyabilmiş önemli Muvahhidî eserleridir.

Endülüs sanatının en güzel örneklerinin verildiği Merînîler döneminde medrese yapımı yaygınlaştı; Fas’ta Hulefâiyyîn, Beyzâ, Sihrîc, Attârîn, Misbâhiyye, Bû İnâniyye, Selâ’da Tâlia medreseleri bunların başlıcalarıdır. Tilimsân yakınlarındaki Mansûre Camii, Ubbâd (Sîdî Bû Medyen) Camii ile Sîdî el-Halvî Camii de bu devrin diğer önemli dinî yapılarıdır. Endülüs tesirinin yanında Türk tesirinin de varlığını hissettirdiği Sa‘dîler döneminde Merakeş’teki Kasrü’l-bedî‘den başka yine aynı şehirdeki Mevâsîn ve Bâbü Dükkâle camileri önemli yapılardır.

Uzun süren Alevîler devrinde eski binaların yenilenmesi ve tamiri yanında yeni eserler de yapılmıştır. Özellikle Mevlây İsmâil ve Muhammed b. Abdullah zamanında inşa edilen birçok kale, sur ve burçtan başka Miknâs’taki Zeytûne, Sîdî Saîd, Bâbü’l-Berdaiyyîn, el-Câmiu’l-ahdar, Dârülbeyzâ’daki el-Mescidü’l-atîk, Tıtvân’daki el-Câmiu’l-kebîr, Rabat’taki Ebü’l-Ca‘d, Süveyka ve Fas’taki Rasîf, Dîvân, Ebü’l-Hasan b. Gālib camileri bu dönemde yapılan eserlerden bazılarıdır.

Fas’taki Karaviyyîn, Merakeş’teki İbn Yûsuf ve Tıtvân’daki millî kütüphaneler de önemli birer yere sahiptir ayrıca çok sayıda da özel kütüphane vardır. Buralardaki Arapça yazma eserler açısından Fas İslâm dünyasının en zengin ülkelerinden biri sayılır. SIRRI ERİNÇ İBRAHİM HAREKÂT MUSTAFA L. BİLGE

( Fas başlıklı yazı Mustafa ESER tarafından 25.11.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu