FAS
İslâm dünyasında Mağrib ülkelerinden el-Mağribü’l-aksâ
veya Cezîretü’l-Mağrib, Batı dünyasında Atlas ülkelerinden Maroc (Morocco)
isimleriyle tanımlanır. Bugün resmî adı el-Memleketü’l-Mağribiyye’dir.
VII. yüzyıl sonlarından başlayarak müslüman Arap
kuvvetlerinin akınlarına uğrayan Fas, VIII. yüzyıl başlarında Mûsâ b. Nusayr
kumandasındaki müslümanlar tarafından fethedildi. Yerli halkı oluşturan
Berberîler’in İslâmiyet’i kabulü ile bölge bir müslüman ülkesi haline geldi.
Müslümanlardan, Mağribü’l-aksâ dedikleri Fas’a ilk
ayak basan lider Ukbe b. Nâfi‘dir. Kuzey Afrika’daki ilk valiliği döneminde
(666-674) müslümanların Tunus’taki varlığını korumak için askerî ve dinî bir üs
olarak Kayrevan’ı kuran Ukbe, 682’de başlayan ikinci valiliği döneminde batıya
doğru ilerleyerek önce Tanca’ya, vali Julianus’un ona tâbi olmayı kabul
etmesinin ardından da güneye yönelerek Dirâ‘ vadisi yoluyla Sûs’a ulaştı.
Emevîler tarafından cezalandırılmaktan korkarak Arap
yarımadasını terkedip VII. yüzyılın sonunda Fas’a kadar giden bir grup Hâricî,
bazı kabileler arasında fikirlerini yaymayı başarmıştı. Neticede farklı bir
dinî ve siyasî anlayış kazanan Hâricî Berberî kabileleri Emevî valilerinin sert
uygulamalarıyla karşılaşınca Tanca’da Medgare (Matgara) kabilesi reisi
Meysere’nin önderliğinde isyan ettiler ve Emevî yönetimine son verip İdrîsî
Devleti’nin kuruluşuna kadar kendi bölgelerinde ayrı ayrı hüküm sürdüler.
İdrîsî Devleti’nin kurucusu İdrîs b. Abdullah (I.
İdrîs), 786’da Mekke yakınlarında Hz. Hüseyin taraftarları ile Abbâsîler
arasında meydana gelen Fah Savaşı’ndan sonra Arap yarımadasını terketmiş ve
788’de Fas bölgesindeki Velîlâ kasabasına yerleşmişti. Burada Evrebe Berberî
kabilesiyle iyi ilişkiler kuran İdrîs 789 yılında bu kabilenin dinî ve siyasî
lideri olarak kabul edildi.
Oğlu II. İdrîs döneminde devletin gücü daha da arttı.
Kurtuba (818) ve Tunus’ta (824-826) çıkan ayaklanmalardan kaçıp başşehir Fas’a
gelen Araplar’dan bazılarının üst kademelerde görevlendirilmesiyle devletin
Arap karakteri güçlendi ve çok geçmeden Fas halkının çoğunluğu Arapça konuşmaya
başladı. Hâricîler’e karşı başarılı bir mücadele veren II. İdrîs 828’de
öldüğünde devletin sınırları doğuda Şelif nehrine (Cezayir) ve Güney Fas’ta
Sûs’a kadar uzanmaktaydı. Ancak II. İdrîs’in ölümü devletin parçalanmasına yol
açtı.
Murâbıtlar, bölgedeki Hâricî ve Şiî eğilimlere karşı
Mâlikî mezhebine dayanarak geliştirilen dinî fikirlerin itici gücüyle Abdullah
b. Yâsîn’in liderliğinde önce güneyde Sicilmâse ve çevresinde hâkimiyet
kurmuşlar, daha sonra da özellikte Yûsuf b. Tâşfîn liderliğinde kuzeye doğru
yayılmışlardır. 1080’lere gelindiğinde Murâbıtlar bugünkü Fas sınırları içinde
kalan bütün bölgelerin yanında günümüz Cezayir’inin batısına ve İspanya’nın güneyine
de hâkim olmuşlardı.
Özellikle Yûsuf b. Tâşfîn (1061-1106) ve oğlu Ali
(1106-1143) dindar kişilerdi; saltanatları süresince İslâm hukukunun
prensiplerini devlet idaresinde tatbik ettiler. Murâbıtlar kuruluş döneminde
karşılaştıkları kabilelerin nüfuzlarını kırarak 100 yılı aşkın bir süre Fas’ta
birlik, barış ve sükûneti sağlamışlar, bu durum ülkenin imarı ve maddî
kalkınmasında önemli rol oynamıştır.
Muvahhidler de dinî reform adına ortaya çıktılar. İbn
Tûmert’in 1130’da ölümü üzerine yerini alan ve onun fikirlerine sımsıkı sarılan
Abdülmü’min el-Kûmî ardarda gerçekleştirdiği başarılı akınlarla Murâbıtlar’ı
zayıflattı ve 1147’de de başşehir Merakeş’i ele geçirerek hâkimiyetlerine son
verip yine Merakeş başşehir olmak üzere Muvahhidler Devleti’ni kurdu. Oğlu Ebû
Ya‘kūb el-Muvahhidî döneminde (1163-1184) Gumâre gibi bazı küçük kabilelerin
muhalefeti de kırılarak Fas’ta genel hâkimiyet sağlanmış ve bu durum XIII.
yüzyılın ilk çeyreğine kadar devam etmiştir. Muvahhidler Fas’ın dinî, kültürel
ve ekonomik hayatında derin izler bırakmışlardır. İnançta katı bir tevhid
anlayışına sahip olan ve Murâbıtlar’ın bazı âyetlerin zâhirî mânalarını esas
almalarına şiddetle karşı çıkan İbn Tûmert’in fikirlerinden taviz vermeyen
Muvahhidler de Mâlikî mezhebine tâbi idiler. İslâm felsefesinin önemli
simalarından İbn Rüşd ve İbn Tufeyl Muvahhidî hükümdarlarının himayesinde
çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Sultanların XII. yüzyılın sonundan itibaren
tasavvufa karşı tavır değiştirmesi, Ebû Medyen ve İbn Meşîş gibi Mağrib’in iki
önemli mutasavvıfının yüzlerce taraftarlarıyla birlikte Merakeş’e yerleşmesini
sağlamıştır.
1210’lardan itibaren Kuzeydoğu Fas’ta küçük çaplı
ayaklanmalar gerçekleştiren Zenâte kabilesine mensup Merînîler 1244’te Meknes,
1248’de Fas (şehir), 1255’te Sicilmâse ve 1269’da başşehir Merakeş’i ele
geçirerek Muvahhidler’in yerine Merînî Devleti’ni kurdular. Merînî hâkimiyeti
başlıca iki döneme ayrılır: Güçlenme ve yayılma (1269-1358), gerileme ve çöküş
(1358-1465). Birinci dönemin sultanları uzun süre görevde kalmışlar, askerî
seferlerin yanı sıra hâkim oldukları bölgelerin imarına da önem vererek
Fâsülcedîde ve Mansûre gibi yeni şehirler kurup buraları çok sayıda cami,
medrese, kütüphane ve zâviye ile donatmışlardır. Özellikle sultanların ön ayak
olduğu vakıf faaliyetleri sayesinde medreseler gelişmiştir.
1415’te Sebte’yi zapteden Portekizliler’in 1465’te
Kasrüssagīr’i ele geçirmeleri ve aynı yıl Sultan Abdülhakk’ın öldürülmesiyle
Merînîler dönemi sona erdi.
Merînîler’in son yıllarında vezirlik ve zaman zaman da
sultan nâibliği yapan Ebû Zekeriyyâ’nın oğlu Muhammed 1472’de Fas’a hâkim
olarak Vattâsîler dönemini başlattı; ancak Fas topraklarının tamamına hükmünü
geçiremedi. Saltanatı döneminde (1472-1505) Fas’taki Portekiz yayılması devam
etti.
1510’lardan itibaren Sûs bölgesinde güçlenmeye
başlayan Sa‘dîler 1524’te Merakeş’i ele geçirerek Vattâsîler’e büyük bir darbe
vurdular. Güçlü oldukları Kuzey Fas’a bile tamamen hâkim olamayan Vattâsîler
güneyde gelişmekte olan Sa‘dîler’i kontrol edecek durumda değillerdi. Fas şehri
de 1550’de Sa‘dîler’in eline geçti. Bu başarılarına rağmen Muhammed Vattâsî
hâkimiyetindeki Kuzey Fas’ı alamadı; çünkü Vattâsîler Cezayir bölgesine hâkim
olan Türkler’in desteğini sağlamışlardı ve ordularında görevli birçok Türk
bulunmaktaydı. Ahmed el-Mansûr (1578-1603), içinde Türkler’in de görev yaptığı
disiplinli bir ordu ve kuvvetli bir idare kurmasına rağmen saltanatı süresince
1591’deki Batı Sudan seferi hariç hiçbir askerî harekâtta bulunmadı. Böylece
gerçekleştirdiği barış ve siyasî istikrar ortamı aynı zamanda ticarî ve
ekonomik hayatın canlandığı bir dönem oluşturdu.
XIII. yüzyılda Sicilmâse’ye gelerek yerleşen Alevî
şerifleri XV. yüzyılın başından itibaren giderek nüfuzlarını arttırdılar; ancak
XVII. yüzyıla kadar siyasî ihtiras göstermediler. 1630’lardan itibaren Mevlây
Muhammed liderliğinde Tefilâlt’te siyaset alanına çıkıp 1664’te başa geçen
Mevlây Reşîd döneminde Merakeş ve Fas gibi önemli şehirleri ele geçirdiler ve
müteakip yirmi yıl içinde ülkenin çeşitli yerlerinde kendilerine direnen
muhalif kabileleri birer birer yenerek bugüne kadar devam eden Filâlî
yönetimini kurdular.
XIX. yüzyılın ilk yarısında Fas kuvvetli bir merkezî
otoriteden yoksun, yer yer kabilelerin hâkimiyet kurduğu ve iç çekişmelerin
devam ettiği bir ülke durumundaydı.
Osmanlı Devleti’nin Mağrib ülkeleriyle teması,
müslümanları Endülüs’ten çıkardıktan sonra Haçlı zihniyetiyle hareket eden
İspanyollar’ın Cezayir taraflarında Mersalkebîr, Vehrân (Oran) ve Bicâye’yi ele
geçirerek Kuzey Afrika için tehlike oluşturmasından sonra başladı. Ünlü Türk
denizcileri Oruç Reis ile Hızır Reis’in bu bölgelerde Türk hâkimiyetini tesis
etmeleri 1516’da Cezayir şehrini ele geçirmeleriyle kesinleşti. Türkler’in
bölgeye gelişinden sonra hıristiyan ilerlemesi durdu. Osmanlı Devleti ile Fas
Sultanlığı arasındaki münasebetler Kanûnî Sultan Süleyman döneminde (1520-1566)
başlamış ve bir süre yoğunlaşarak devam etmiştir.
Fas’ta 62-63’te (681-682) Ukbe b. Nâfi‘ ile başlayan
İslâm fetihleri 92 (711) yılında Mûsâ b. Nusayr ile tamamlandığında İslâm dini
halkın içine tam olarak nüfuz edememişti.
Mûsâ b. Nusayr’ın davranışları Berberîler’i İslâm’a
kazandırmada başarılı oldu. İdrîsîler döneminde (788-985), hükümdarlar Hz. Ali
soyundan geldikleri iddiasında bulunduklarından daha çok Şîa mezhebine
meylettiler.
Devlet desteğine sahip olmamasına rağmen bu dönemde
Endülüs yoluyla gelen Mâlikî mezhebi tanınmış âlimler vasıtasıyla Fas’ta
etkisini göstermeye başladı. Daha sonra bölgede hâkimiyet kuran Murâbıtlar
zamanında dinî, siyasî ve ilmî amaçlarla tesis edilen ribâtların çoğaldığı,
gittikçe yayılan Mâlikî mezhebinin devletin resmî mezhebi halini aldığı ve
Mağrib’de ilk olarak tasavvufî hareketlerin ortaya çıktığı görüldü. Düşman
saldırılarından zamanında haberdar olup karşı koymak için genellikle sınır
boylarında inşa edilen ribâtlar aynı zamanda ülkedeki iç karışıklıklardan
uzakta inzivaya çekilenler için ibadethâne, dinî ilimleri öğrenmek isteyenler
için birer mektep durumunda idi. Ribâtların yaygınlaşması İslâm’ın
yerleşmesinde önemli rol oynadı.
Merînîler yönetimi (1196-1465), tasavvufî hareketlerin
çoğalmasıyla Fas’ın dinî hayatına yeni bir çehre kazandırdı. Bunlar arasında
önde gelen bir şahsiyet de Şâzelî tarikatının kurucusu Ebü’l-Hasan
eş-Şâzelî’dir. Merînîler zamanında Mâlikî mezhebi Murâbıtlar dönemindeki hâkim
durumuna yeniden kavuşurken ribâtlar önemlerini kaybederek yerlerini tasavvuf
ağırlıklı zâviyelere bıraktılar. Vattâsîler zamanında (1471-1549) bu
zâviyelerin sayısı tarikatların yayılmasıyla birlikte daha da arttı. Ahmed b.
Mûsâ el-Cezûlî, Abdullah b. Hassûn el-Hâlidî, Yûsuf b. Muhammed el-Fâsî, Ahmed
b. Abdullah b. Ebû Mahallî döneme damgasını vuran başlıca âlim ve
mutasavvıflardır.
Muvahhidler’in sonu, din âlimleriyle tarikat
çevrelerinin ümmetin mânevî gelişmesini sağlamada yarıştıkları yeni bir sürecin
başlangıcı olmuş ve bu durum sömürge çağına kadar sürmüştür. Bugün de devam
etmekte olan Alevî (Filâlî) yönetimi geçen yüzyıllardan pek farklı bir durum
sergilememiş, dinî otoriteyi elinde tutmaya ve şartlara göre değişmekle
birlikte toplumu İslâmî çerçevede yönlendirmeye gayret göstermiştir; bu konuda
sultanın kişiliğinin ve dine bağlılığının büyük önem taşıdığı görülür.
İslâmî dönemle birlikte Fas’ta canlanan ilmî hayat
fıkıh, hadis, tefsir, dil, edebiyat, tarih ve coğrafya alanlarında hızla
gelişti. İdrîsîler döneminde devletin fazla zengin olmaması, İslâm’ın
yayılışıyla meşgul bulunması ve sosyal hayattaki sadelik parlak bir ilmî ve
fikrî faaliyetin görülmemesinin başlıca sebepleridir; ancak dinî ilimlerde
nisbeten bir canlılık hissedilir.
Murâbıtlar döneminde fikrî ve ilmî hayat daha da
canlandı. Fıkıh sahasında çalışmalar Mâlikî mezhebi üzerinde yoğunlaştı.
Abdülmün‘im b. Abdullah el-Mahzûmî ile İbrâhim b. Ca‘fer el-Levâtî dönemin önde
gelen fakihleridir. Kādî İyâz fıkhın yanında hadiste de Murâbıtlar döneminin en
önemli şahsiyetlerindendir. Tarih alanında günümüze ulaşan en önemli eser,
Beydak lakaplı Ebû Bekir b. Ali es-Sanhâcî’nin Aḫbâru Mehdî b. Tûmert’idir.
Dönemle ilgili vesika değeri taşıyan bu eserden başka Kādî İyâz’ın Mâlikî
ulemâsının biyografilerine dair Tertîbü’l-medârik adlı eserini
de anmak gerekir. Büyük coğrafyacı ve Nüzhetü’l-müştâḳ’ın müellifi
İdrîsî de Murâbıtlar döneminde yetişen büyük âlimlerdendir.
Muvahhidler zamanı Fas’ta fikrî hayatın zirveye
çıktığı dönemdir. Bunun başlıca sebeplerinden biri Endülüs’ten buraya çok
sayıda âlim, fakih ve edibin göçmesidir. Devlet de ilmî çalışmaları himaye
ediyordu. Esasen Abdülmü’min b. Ali, Ebû Yûsuf Ya‘kūb el-Mansûr ve İdrîs
el-Me’mûn gibi hükümdarlar da birer büyük âlimdiler.
Buna karşılık kelâm ilmi rağbet gördü. Ömer b. Neccâr
el-Fâsî, Muhammed b. Abdülkerîm el-Fendlâvî gibi kelâmcılar önde gelen
âlimlerdir. Muvahhidler’in dinî anlayışlarında hadis en önemli yeri işgal
ettiğinden hadis çalışmaları İbnü’l-Kattân diye tanınan Ebü’l-Hasan Ali b.
Muhammed el-Kettânî, Abdülcelîl b. Mûsâ el-Kasrî gibi meşhur muhaddislerle
zirveye çıktı. Ayrıca teşrîin ilk kaynağını teşkil etmesi bakımından Kur’an’ın
kıraat ve tefsirine olan ilgi de gelişti. Ebü’l-Haccâc Yûsuf b. İmrân
el-Mezdagī, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Fertût es-Sülemî, Ali b. Ahmed et-Tücîbî
dönemin önemli müfessirleri arasındadır.
Muvahhidler zamanında dinî ilimlerin yanı sıra tarih
ve coğrafya alanlarında da gelişmeler gözlendi. İdrîsî ile başlayan coğrafya
çalışmaları, yazarı meçhul el-İstibṣâr fî ʿacâʾibi’l-emṣâr adlı
eserle devam etti. Ebû Mervân Abdülmelik b. Ebü’l-Kāsım el-Kerdebûsî’nin el-İktifâʾ
fî aḫbâri’l-ḫulefâʾ, İbn İzârî’nin el-Beyânü’l-muġrib fî
aḫbâri’l-Endelüs ve’l-Maġrib, Abdülvâhid el-Merrâküşî’nin el-Muʿcib
fî telḫîṣi aḫbâri’l-Maġrib’i gibi eserler o günlerin önemli tarih
çalışmalarıdır. Yine bu dönemde matematik ve tıp gibi ilimlerde de bazı
gelişmeler kaydedilmiştir.
Fas’ta Merînîler’in hüküm sürdüğü yıllarda fikrî hayat
gerek dinî ilimlerde gerekse diğer ilimlerde parlak bir dönem yaşadı.
Genellikle kültürlü birer insan olan hükümdarlar âlimleri himaye ettiler ve
kurdukları medreselerle ilmin yaygınlaşmasını sağladılar. Mâlikî mezhebi tekrar
rağbet ve himaye görmeye başladı ve Mâlikî fıkhıyla ilgili teliflerde bir artış
oldu. Fıkhın yanında hadis, kıraat ve tefsir ilimleri de ilerledi.
En çok revaçta olan ilim dalları ise tarih ve coğrafya
idi. Müellifi meçhul el-Ḥulelü’l-mevşiyye, İbn Ebû Zer‘in el-Enîsü’l-muṭrib,
yine aynı müellife nisbet edilen (bazılarına göre müellifi meçhul) eẕ-Ẕaḫîretü’s-seniyye
fî târîḫi’d-devleti’l-Merîniyye, İbnü’l-Ahmer’in Ravżatü’n-nisrîn
fî devleti Benî Merîn, İbn Abdülmelik el-Merrâküşî’nin eẕ-Ẕeyl
ve’t-tekmile ve şüphesiz İslâm âlemi için çok büyük önem arzeden İbn
Haldûn’un el-ʿİber’i tarih; İbn Rüşeyd’in Milʾü’l-ʿaybe,
Ebû Muhammed el-Abderî’nin er-Riḥletü’l-Maġribiyye ve İbn
Battûta’nın Riḥle’si de coğrafya eserlerinin en ünlüleridir.
Matematik ve astronomi dallarında yazılan en önemli eserler ise İbnü’l-Bennâ
el-Merrâküşî’ninkilerdir.
Vattâsîler döneminde bazı yönlerden bir gerileme söz
konusu olmakla birlikte fikrî ve ilmî hayattaki canlılık devam etti.
İbnü’z-Zekkāk Tuḥfetü’l-ḥükkâm, Ebû Abdullah İbn Gāzî Şifâʾü’l-ġalîl
bi-şerḥi Ḫalîl ve Ahmed b. Yahyâ el-Venşerîsî el-Miʿyârü’l-muʿrib adlı
kitaplarıyla tanınmış fıkıh âlimleridir.
Orijinal tarih kitaplarından sadece müellifi
meçhul Meşâhîru büyûtâti Fâsi’l-kübrâ ile Ebû Abdullah
Muhammed b. Ahmed el-Muaskerî’nin bugüne ulaşmamış bulunan Ẕeylü’l-ḳırṭâs
fî mülûki Benî Vaṭṭâs adlı eserleri önemlidir. Coğrafya alanındaki
önde gelen isim ise Vaṣfü İfrîḳıyye adlı eseriyle tanınan
Hasan el-Vezzân’dır (Afrikalı Leon).
Sa‘dîler’le birlikte dinî ilimlerde önemli gelişmeler
oldu ve özellikle kıraat üzerine birçok eser yazıldı.
Fas’ta Roma ve Bizans mimarisini yansıtan eserlerin
kalıntıları bugün hâlâ görülmektedir. İdrîsîler döneminde Fas şehrinde
Câmiu’l-eşyâh ve Câmiu’ş-şürefâ yanında birçok han ve hamam inşa edildi, Fas’ın
halen mevcut en önemli ve büyük camii olan Karaviyyîn’in yapımına da bu devirde
başlandı.
Endülüslü âlimler gibi sanatkârlar da devletin
himayesinde idiler. Murâbıtlar döneminde mescid, sur, kale ve saray gibi
yapılarda süsleme unsurlarından çok sağlamlığa önem verilmiştir. Merakeş’te
yaptırılan Ali b. Yûsuf Camii, Alevîler zamanında Mevlây Süleyman tarafından
yenilendiği için Murâbıt özelliğinden bir şey taşımamaktadır. Yine Ali b. Yûsuf
b. Tâşfîn tarafından 536’da (1141-42) Tilimsân’da yaptırılan ulucami aslî
şekliyle bugüne ulaşabilmiş tek Murâbıt camiidir.
Ya‘kūb el-Mansûr zamanında yapımına başlanan
Rabat’taki Hassân Camii tamamlanabilseydi Kuzey Afrika’nın en büyük ulucamii
olacaktı. Merakeş’teki Kütübiyye Camii,
Mansûr Camii, Tâzâ Ulucamii ve Tinmellel Camii varlıklarını bugüne kadar
koruyabilmiş önemli Muvahhidî eserleridir.
Endülüs sanatının en güzel örneklerinin verildiği
Merînîler döneminde medrese yapımı yaygınlaştı; Fas’ta Hulefâiyyîn, Beyzâ,
Sihrîc, Attârîn, Misbâhiyye, Bû İnâniyye, Selâ’da Tâlia medreseleri bunların
başlıcalarıdır. Tilimsân yakınlarındaki Mansûre Camii, Ubbâd (Sîdî Bû Medyen)
Camii ile Sîdî el-Halvî Camii de bu devrin diğer önemli dinî yapılarıdır.
Endülüs tesirinin yanında Türk tesirinin de varlığını hissettirdiği Sa‘dîler
döneminde Merakeş’teki Kasrü’l-bedî‘den başka yine aynı şehirdeki Mevâsîn ve
Bâbü Dükkâle camileri önemli yapılardır.
Uzun süren Alevîler devrinde eski binaların
yenilenmesi ve tamiri yanında yeni eserler de yapılmıştır. Özellikle Mevlây
İsmâil ve Muhammed b. Abdullah zamanında inşa edilen birçok kale, sur ve
burçtan başka Miknâs’taki Zeytûne, Sîdî Saîd, Bâbü’l-Berdaiyyîn,
el-Câmiu’l-ahdar, Dârülbeyzâ’daki el-Mescidü’l-atîk, Tıtvân’daki
el-Câmiu’l-kebîr, Rabat’taki Ebü’l-Ca‘d, Süveyka ve Fas’taki Rasîf, Dîvân,
Ebü’l-Hasan b. Gālib camileri bu dönemde yapılan eserlerden bazılarıdır.
Fas’taki Karaviyyîn, Merakeş’teki İbn Yûsuf ve
Tıtvân’daki millî kütüphaneler de önemli birer yere sahiptir ayrıca çok sayıda
da özel kütüphane vardır. Buralardaki Arapça yazma eserler açısından Fas İslâm
dünyasının en zengin ülkelerinden biri sayılır. SIRRI ERİNÇ İBRAHİM HAREKÂT MUSTAFA L. BİLGE