‘’Neticede çocukluk insanın en temiz ve korunaklı sığınaydı.’’

Kim söylemişti sahi bunu?

Hem burnunu sokmadığın sürece hayat değil miydi sana cennetleri sunan?

Çocuk aklıyla yaşamakla seyretmek arasında bir yerde gidip geliyordu işte hem pabuç kadar değildi dili ne de olsa bir çocuktu sonunda ve sonun başlangıcı bir hegemonya.

Derindi yüreğindeki iz üstelik sırtından bıçaklanmak neydi, asla tahayyül edemezdi sonuçta delik kalbi yeterdi ona hatta artardı bile.

Kömür gözlerinde kömürlüğün ve annesi her gün kömürlükten kova kova kömür ve odun taşırken.

Gençti annesi ama yaşlıydı ruhu.

Hicap yüklüydü kadın ama itiraz etme hakkı asla yoktu kocasına.

Müzmin bir bekçi idi huzursuzluk hele ki babasının iş dönüşü eve nasıl bir ruh hali ile geleceğini düşünmek bile korkutucu iken.

Sonuçta mutlu bir aile izlenimi veriyordu onlar ve çocukluğunu doya doya yaşamanın ne anlama geldiğini henüz algılayamamıştı ne de olsa ufacıktı yüreği ve kaderi elbet kederi ile asılı olduğu evi.

Düşlerde saklıydı mutluluk ve düşünülesi hiçbir şeyi kayıt altına almıyordu sözüm ona beyni ama hesapta olmayan bir şey bekliyordu onu yakın gelecekte elbet alt belleği aralıksız depolama yaparken küçük çocuk aslında belleğini güncellemenin mutluluğunu yaşıyordu iyi kötü.

Mutluluk ne miydi?

Babası esip gürledikten sonra sığındığı içki şişesi sayesinde derin bir uykuya dalarken ve ev halkı için yanan bir barış çubuğuydu o kısıtlı saatler.

Rutin olandı elbet hayat lakin söz konusu kavga oldu mu babası olağan dışı tepkiler verir ve sudan sebeplerle evi cehenneme çevirirdi.

Dört beş yaşlarında bir oğlan çocuğunun aklı asla ermiyordu işte ansızın başlayan kavgaya ve annesinin hırpalandığı ve mutluluğun mühürlendiği.

Sessizce yaşayan insanlardı olması gerektiği gibi bu yüzden sık sık nükseden kavga çok da işlemezdi diğer insanlara üstelik kimse içerlemezdi de öyle ki ailenin mutsuzluğunu içer ve sefasını sürerlerdi hayatın.

Bir madalyondu hayat.

Ya da tombala oynar gibi bir gün mutlu diğer gün de huzurlu ve:

Tam da çinko diyecekken kartlar dağılırdı ve tombala kağıtları gibi ev halkı dağılırdı hem de bin parçaya.

Güngörmüş bir adam olsa da Cihan’ın babası asla gün yüzü göstermemişti ailesine ve diskalifiye olan bir huzur elbet sıra dışı bir husumet ve reddi güç kabulü güç bir hayat.

Kova haddinden fazla ağırdı o gün ve kadın çelimsiz vücuduyla ıkına sıkına evin kapısına kadar taşımıştı işte yakacaklarını ve kocası gelmeden sobayı yakıp bir de sofrayı kuracaktı üstelik ve aklından da hep geçerdi kocasının dönüş saati de yaklaştı mı:

‘’Allah vere de iş yerinde kimseye sinirlenmemiştir bu gün.’’

Elbet her kızgınlığın ve her aksi giden şeyin faturasını ağır öderdi kadın ve küçük çocuğuna nasıl siper olurdu ne zamanki kocası eline geçeni fırlatsa…

Sözcükler kuram dışıydı.

Mutluluk belki de haramdı kadına yine yuvası için deli gibi çırpınırdı ve çalışmasa bile adeta vardiyaya çıkar gibi günü ikiyle çarpardı ve kocasının huzuruna çıkana değin kendini unuturdu evde iş yaparken.

Yatak odalarının yeri tahtaydı. En azından haftada iki kere yerleri fırçalardı çamaşır suyuyla ve pazarın nabzını nasıl da tutardı.

Kocasının bıraktığı üç kuruşun illa ki bir kuruşunu saklar kötü günler için istiflerdi ufak bir kutuda elbet kimsenin de haberi olmadan ne de olsa genç kadının hayaliydi bir gün evden kaçıp gitmek gerçi gideceği bir yer yoktu ama bu düşünce bile ona güç verir sıska elleriyle daha da sarılırdı işine.

Kadın pazardayken Cihan uslu uslu otururdu annesi gelene kadar hele ki bir oturmasın:

‘’Cihan’ım ben gelene kadar o mutlu aile resmini çiz bitir.’’

Çocuksa sadece beyaz kâğıda bir ölü kuş çizmişti.

‘’Bu ne Cihan?’’

İçine çeke çeke nefesini ağlardı küçük çocuk.

‘’Sensin anne.’’

Kadın sorardı akabinde:

‘’Babanı neden çizmedin?’’

‘’En azından öldüğünde sana dayak atmasın diye.’’

Bu sefer usul usul ağlayan kadın olurdu sonra da yaşlarının mutluluk yaşı olduğunu iddia eder uzaklaşırdı oğlunun yanından.

Bazen küçük çocuk yavaşça yaklaşır sorardı annesine:

‘’Babam keşke geç gelse.’’

Kadın tepki vermezdi çocuğun yarasını deşmemek adına.

‘’Babam keşke eve hiç gelmese.’’

Bu bir soru işareti mi gerektiriyordu yoksa çocuk büyümeyi mi bekliyordu annesini korumak adına?

Son kere kadının burnu yarılmıştı kocasının attığı çatalla ve gözünü kaybetmekten son anda kurtulmuştu sonra da bir hastanenin acile gidip burnuna dikiş attırmıştı üstelik acildeki doktor burnunu uyuşturmaya dahi gerek duymamıştı.

Oysaki acıya alışkındı kadın ve burnunda bir de iz kalmıştı geriye.

O iz ne ki yaşadıklarının yanında hele ki oğlunun için için babasından nefret etmesi daha da çok yakardı kadının canını hem kötülemezdi de babasını oğluna.

‘’Baban çok çalışıyor bize ekmek getirmek için.’’

Çocuk ise cevap vermekte gecikmezdi.

‘’Keşke aç kalsak ve ekmek yemesek.’’

‘’Tövbe de oğlum. Allah’ın gücüne gider.’’

Öyle ki gece olup da sofraya oturduklarında çocuk illa ki iddialaşırdı annesiyle:

‘’Aç değilim. Uykum var.’’

Adam parlardı aniden.

‘’O zaman sana 24 saat lokma yok. Mademki aç değilsin.’’

Sonra da kadının üstüne yürürdü:

‘’Senin yetiştireceğin çocuk ancak bu kadar olur. Def ol seni piç kurusu. Sana acıyanda kabahat.’’

Yetmezdi öfkelendiği ve üstelerdi karısına.

‘’Sen öğretiyorsun değil mi bunları oğluna?’’

Annesi dayak yemesin diye koşa koşa sofraya gelen çocuk yaptığına yapacağına bin pişman olurdu ve acele ile yerdi önüne konanı.

Gün geçtikçe büyüyordu çocuk kadınsa yaşlanıyordu. Adam ise git gide daha da canavarlaşmıştı.

‘’Akşam yemeği yemeyeceksiniz bundan sonra. Sadece bana hizmet edeceksiniz. Hey, size söylüyorum. Duymuyor musunuz?’’

Kadının da çocuğun da canına minnet en azından sofrada hır çıkmayacaktı.

Bu sefer başka sebeplerle kızardı adam.

‘’Yemek soğuk. Ekmek bayatlamış. Ya, bu su neden hamam suyu kadar sıcak? Nerede benim içkim?’’

Kış iyice bastırmıştı işte elbet kömürlükten daha fazla odun kömür taşıması kadının zaruriydi ve soba iyice alevlenmiş evin içi sıcacık olmuştu az sonra gelirdi kocası. Derken kapı çaldı ki hiç adedi değildi adamın kapı çalmak. Anahtarı ile açardı kapıyı illa ki adeta baskın yapar gibi dalardı odaya.

Zil uzun uzun çalıyordu işte belli ki acelesi vardı gelenin ve bir koşu gidip açtı kapıyı. Karşısında iki polis memuru duruyordu. Hayra alamet olsaydı keşke ve telaşla sordu kadın:

‘’Buyurun Memur Beyler. Hayırdır?’’

Önce tereddüt etse de polis memurları vazifelerini yapmak zorundaydılar:

‘’Nurettin Beyin eşisiniz, değil mi?’’

Kadının bir anda beti benzi attı. Yoksa kocasının başına bir şey mi gelmişti ve korkarak sordu:

‘’Kötü bir şey demeyeceksiniz, değil mi? Ay, fena oluyorum ben.’’

Elçiye zeval olmazdı ve tok sesi ile yaşça büyük olan polis memuru yapması gereken konuşmayı yaptı saniyeler içerisinde.

‘’Eşiniz bir kavgaya karışmış iş dönüşü uğradığı kahvehanede ve üzülerek söylüyorum ki bıçaklanmış.’’

Devamı neydi peki bu söylemin?

Kadın ilk aklına geleni söyledi:

‘’Öldü demeyin sakın demeyin.’’

‘’Ölmedi ama aldığı bıçak darbeleri yüzünden şimdi hastanede ameliyat oluyor ve iyi geçse de operasyon yeniden ayağa kalkıp yürümeyebilir.’’

Ne diyorlardı sahi?

Bu, bir kurtuluş muydu yoksa sonun başlangıcı mı?

Kafasından aynı anda binlerce düşünce geçti kadının.

‘’Hangi hastane peki?’’

Sonuçta iyi günde kötü günde kocasıydı adam kadının gerçi bir gün yüzü bile göstermemişti ama kadına ve oğluna…

Bir yandan düşünmeye devam da ediyordu hastane yolunda.

‘’Ya hiç yürüyemezse?’’

‘’Ya, ölse miydi?’’

‘’Şimdi yatalak kalırsa kim dövecek beni?’’

‘’Peki, biz nasıl geçineceğiz bir daha çalışamazsa?’’

Hastaneye gidene değin akla karayı seçmişti kadın ve bir elinde Cihan bir elinde yaralı ve yamalı yüreği vardılar hastaneye.

‘’Burada usulca bekle oğlum. Ben babanı görüp geleceğim yanına. Sakın ses etme yaramazlık da yapma, e mi oğlum?’’

Annesinin dedikleri bir kulağından girmiş diğerinden çıkmıştı bile çocuğun ve annesinin arkasından seslendi.

‘’Resmime bakmayacak mısın anne?’’

Ne yani şimdi resmin sırası mıydı yine de kadın göz ucuyla baktı Cihan’ın çizdiği resme.

‘’İyi de sayfa boş, oğlum. Hani resim çizmiştin sen?’’

‘’Çünkü artık resim çizmemi gerektirecek bir şey yok, anne. Bak, özgürüz biz artık.’’

Bir çocuk bu kadar mı nefret ederdi babasından?

‘’Keşke babanı çizseydin. Hani kucağına almış seni severken.’’

Çocuk boş gözlerle baktı annesine.

‘’Babam beni hiç sevmedi ki. Seni de.’’

‘’Ben gelene kadar uslu bir şekilde otur ve böyle şeyler söyleme artık.’’

Kafası karmakarıştı kadının. Bir yandan ameliyata giren kocası diğer yandan öz babasından nefret eden oğlu.

İçi içini yiyordu ama düşündüklerini bir türlü kabul edemiyordu. Bunca zulmeden bir adam için ağlamak ve paralanmak mı? Yoksa çocuğun dediklerini doğrulamak mı?

Her şeyin hayırlısı demek bu muydu sahi? İyi de ne kadının suçu vardı adamın bıçaklanmasında ne de ufacık çocuğun ne de olsa kocası lafını esirgemezdi insanlardan ve işte sonunda olan olmuştu.

Ameliyat belli ki bitmişti ki ameliyat ekibi birer birer çıkıyordu ameliyathaneden.

‘’Kocam nasıl doktor bey?’’

Alacağı cevap illa ki kaderin cilvesi idi ve her ne olmuşsa ya da olacaksa kabullenmekti kadına düşen.

Doktorun gözlerini kaçırmasından belliydi her şey ve üstelemedi bile kadın. Son defa görmek dahi içinden gelmemişti işte. Mademki her şerde bir hayır vardı.

Son anda doktor bir şeyler geveledi.

‘’Kocanızın cebinden çıkanlar, hanımefendi. Gerçi size verip vermemek konusunda kararsız kaldım ama etik olarak bunları size teslim etmek zorundayız.’’

Doktorun uzattığı resme baktı kadın ve gözlerine inanamadı. Kocası ve yanında yabancı bir kadın ve Cihan’dan da küçük bir çocuğu kucağına almışken kocası, Cihan’ın başını bir kez bile okşamayan babası başka bir çocuğu nasıl da şefkatle kucaklamıştı.

Tek damla dahi gözyaşı kendini özgür bırakmamıştı işte ve kadının gözlerinde esir kalmıştı tıpkı kadın da baktığı resme esir düşmüşken…

Bir hışımla kuruladı gözlerini ve doktora teşekkür edip hızlıca hastane bahçesine çıktı.

Ve ileride annesini bekleyen oğluna baktı sevgiyle ve acıyla yüklü bir şekilde.

Haklıydı oğlu gerçi bunu kabul etmek konusunda kararsız kalmıştı ama…

Haklıydı oğlu işte üstelik bunu isteyen kaderdi ve artık anne oğul özgür ve mutlu bir hayata kucak açacaklardı Allah’ın izniyle.

Bir ölünün ardından bunları düşünmek ne derece doğru ise artık hele ki giden ölünün arkasında enkaz olarak kalmışken kadın ve oğlu. Diğer kadını ve çocuğu aklından uzaklaştırmaya çalıştı ve derin bir nefes aldı nihayetinde oğluna ne söyleyeceğini biliyordu ve kabullenmek kolay olmasa da kadın ve Cihan gerçekten de özgürlüklerine kavuşmuştu. Anne oğlu bekleyen kader bakalım gelecek zamanlarda ne gösterecekti? En azından şiddetten uzak bir hayattı onların tek arzusu ve bunu asla bir dilek bir dua olarak sunmamış olsa bile Rabbine kadın, elbet Rabbiydi her şeyi bilen ve her şeyin hayırlısını veren kuluna.

 

 


( Kadına Şiddet Ve Boş Sayfa... Hikaye başlıklı yazı GÜLÜM-ŞİİRİN TEK H/ECESİ İKEN AŞK... tarafından 26.11.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu