KARNE HEYECANI

 

                                                                                   Küçük bir öykü / ertuğrul erdoğan 

 

          

         Evlerinden erken çıktıklarında, hava parçalı bulutluydu. Bulutlar öylesine hızlıydı ki, otoyolda ilerleyen araçlar bile bu hıza erişemiyordu. Sevgi öğretmen, okulların kapanmasına ‘sevineyim mi, yoksa üzüleyim mi?’ ikilemindeydi. Bugün nedense içinde tuhaf bir hüzün vardı. Kocası ise arabasının ön camına düşün bir iki damla yağmura rağmen  sileceğini çalıştırdığında, havada iyice kararmıştı. Engin, “Bu havada hayra alamet değil” tedirginliğiyle radyoyu kıstığında, yağmurda  gittikçe şiddetleniyordu. Hızla çalışan sileceklere rağmen  önünü görmekte zorlanıyordu. Vitesi küçültüp ayağını gazdan çektiğinde, arabada ahaste aheste yolun en sağından, eşinin okuluna doğru ilerliyordu…

         Sevgi’nin kocası;

         “Canım, şimdiye kadar böyle bir hava görmedim! Baksana silecekler bile yetişmiyor.”

         “ Evet hayatım, evimizde giriş katı, inşallah su basmaz!”

         “ Hayırdır diyelim!...”

         Siyah  araç karanlığa gömülerek yolun sağ şeridinde yavaş ilerliyordu. Zaten bütün araçlarda öyle yapmak zorundaydı zira yolda biriken sular da gittikçe artıyor, neredeyse araçları yutacak hale getiriyordu. Şimşeklerin ardınca çakması, sanki kıyametin habercisiydi. Buna rağmen Sevgi yağmura aldırmıyor, tek düşündüğü, çok sevdiği öğrencilerine karne dağıtacağı andı. Bugün nedense içi içine sığmıyordu. Engin,  on metre önündeki aracın sola sinyal işareti vermesiyle boşalan yolun üzerinde gördüğü kabalığa anlam veremedi. “Herhalde kamyondan düşen kutulardır.” diyerek   işaretini verip,  sola geçmek için daha da yavaşladı. Dikiz aynasına bakmasıyla birlikte beyaz bir minibüsün hızla  yaklaşmasını aynanın içinde hisseti. Büyük bir gürültüyle çarpıldıklarında Sevgi’nin de bütün hayalleri suya düşmüştü. Yağmur ise şiddetli yağmaya devam ediyordu.  Aracın içinde panik ve şaşkınlık vardı. Boyunların gidip gelmesine rağmen emniyet kemeri, araçtan  fırlamalarını engellemişti. Sevgi, dilini yutmuş, radyonun sesi ise kesikti. Arka camın patlamasıyla yağmur yön değiştirip içeriyi ıslatıyordu. Torpido gözündeki eşyalar ise arka koltuğun üstünde, her şey darmadağındı. Dışarıda duyulan yalnızca yağmur damlalarının caddeye düşün sesiydi…. Engin, donuk ve dili damağı kurumuştu. Bir süre kımıldayamadı. Kendine gelmeye çalıştığında emniyet kemerini gevşetip, kapıyı açmaya çalışsa da,  yapamadı. Karısına;

         “İyi misin?” sözcüğünü titrek çıkardı. Sevgi;

         “ Boynum, biliyorsun darbe almamam lazımdı!”

         “ Benimde boynum ağrıyor!”

         Engin, kapıyı omzuyla itip,  zorda olsa açtı.  Dışarıya çıktığında sırılsıklamdı.  Yanından geçen araçlardan bakışlar ise meraklıydı. Arkadan çarpan beyaz minibüsün yanına gittiğinde, çocuğunun arka koltuktayken kullandığı yolun üstündeki siyah  ekose desenli ıslanmış yastığa baktı.  İç geçirdi.  Şoför ve arkadaşı da kendileri gibi şokta, hala araçlarındaydı.   “Geçmiş olsun”  dilekleri arasında Engin;

         “Bu havada bu kadar hız yapılır mı?”

         “ ………..?”

         “Trafik çağırdınız mı?” Genç şoför;

         “ Evet çağırdık, sizde bir şey var mı?”

         “ Eşimin boynu!..”

         “Ambulans çağıralım mı?”

         “İyi olur. ”

         Trafik ve ambulans geldiğinde yağmur aynı hızında yağıyordu. Panik, yağmurun ıslaklığıyla birleştiğinde herkesi  titretiyordu. Sevgi, ambulansta kontroldeydi. Trafik polisi;

         “Eğer hanımefendide bir şey yoksa size tutanak örneği vereyim, uygun bir yerde aranızda doldurun.” Sevgi, doktorun yaptığı iğne ile biraz olsun sakinleştiğinde doktorun; “ Hastaneye götürelim mi?” sorusuna “Şimdilik gerek yok!” yanıtıyla tekrar arka camı patlayan ve içerisi yağmur alan  arabasına oturduğunda üstünde biriken yağmur damlaları,  koltuğunu ıslatıyordu.

         Engin, çalışan aracını  dörtlüleri yakarak  arkadan vuran araçla birlikte alışveriş merkezine girdi. Restoranda uygun bir  masaya oturup önüne gelen sıcak kahvesinden bir yudum aldığında, üşüyen bedeni ancak kendine gelmişti. Tutanakların imzalanması ardından  araba  servise bırakıldığında, Sevgi’yi almaya gelen yeğeninin arabasının sıcaklığı,  titreyen vücutları rahatlatmıştı…

 

         Sevgi okula girdiğinde hala olayın şokundaydı. Kazayı duyan arkadaşları öğretmenler odasında çevresindeydi. “Geçmiş olsun” dilekleri kesilmiyordu. Sevgi, neyse ki karne dağıtmaya yetişebilmişti. Öğrencilerini sınıfta gülen gözlerle gördüğünde, olan biteni bir anda unutmuştu.  Öğrencilerine yaptığı yıl sonu konuşmasında;  onların  iyi dinlenmelerini ve bol bol kitap okumalarını istedi. Sevgi’nin elinde azalan karneler arasında şimşek gürültüsü de çocukları korkutmaya devam ediyordu…

         “ Burak!”

         “ Buradayım öğretmenim! “

         Burak, arka sıralardan karnesini almaya geldiğinde Sevgi, kulağına; “Yavrum, bu sene pek çalışmadın sende biliyorsun, karnen oldukça zayıf, ama üzülme, gelecek yıl sıkı çalışırsan üstesinden geleceğine inanıyorum.” sözüyle yerine geçtiğinde diğer öğrenciler gibi sevinçli değildi. Arkadaşlarının teselli etmesi bile üzüntüsünü hafifletmiyordu. Sevgi’nin; “Şimdi herkese iyi tatiller” dileğiyle öğrenciler büyük bir gürültüyle sınıfı terk ettiklerinde, Burak, sırasında olduğu yerde kalmıştı.  Sevgi düşünceye dalan öğrencisini gördüğünde yaptıkları kazadan daha çok üzüldü. İçi burkuldu.  Burak, iki gözü yaşlı; “Şimdi ben aileme bu karneyi nasıl gösteririm! Beni döve döve öldürürler!” dediğinde Sevgi, ağlayan öğrencisini göğsüne yasladı. Bir eliyle yüzünü okşayarak durmak bilmeyen gözyaşlarını sildi. Ona; “Merak etme, biz ailenle görüşürüz” dediğinde, öğrencisinin “Hayır öğretmenim kesinlikle istemiyorum,” yanıtı oldukça gururluydu. Burak, öğretmeninden sıyrılıp  dışarıya hızla çıktığında, yağmurda gözyaşları gibi hafiflemişti.  Okulun bahçesinde bekleyen arkadaşlarıyla vedalaşıp belirsizlik içinde yürümeye başladı. Düşünceler kafasında odun gibi patlıyordu.  Aklına okulun  ilerisindeki karakol geldiğinde, içindeki sıkıntının biraz olsun hafiflediğini hissetti. Küçük bedeniyle karakola girdiğinde, kapının önünde bekleyen  yaşlıca polis;

         “Hayırdır evlat,  sorun ne?”

         “Karne aldım ama çok zayıfım var. Polis amca nezaretinde beni evime götürmenizi istiyorum. Yoksa babam beni dayaktan öldürür.!” Nöbetçi polis, gülümsedi, çocuğu yanına alarak komiserin yanına götürüp konuyu anlattığında,  komiser nöbetçi polise;

         “ Rıfat’la, Cemil’i bana çağırır mısın?” emriyle iki genç polis çocuğun yanındaydı, Yağmur dinmişti ancak yollarda biriken sular neredeyse araçlara geçit vermiyordu. Araçların su sıçratmaları arasında okula yakın olan eve doğru yürüyüş, polislerin arasında başlamıştı. Yoldan geçenler “ Çocuk yoksa  suç mu işledi?” diye dönüp dönüp bakıyordu.  Devriye gezen aracın içindeki apoletli polis, çocuğun polisler eşliğinde ilerlediğini gördüğünde, telsizle amirini  aradı;

         “Amirim bir çocuk  meslektaşlarımız  eşliğinde caddede ilerliyor, ancak çocuğun elleri kelepçeli değil, sakın terör örgününün yönlendirdiği taş atan  çocuklardan olmasın? Tipi biraz onları andırıyor da…”

         “Aman dikkat evladım! Siz yine de takip edin. Teröristler polis kılığına  girmiş olabilir. Ben size bir ekip otobüs,  birde panzer göndereceğim. Bulunduğunuz yerin adresini verin ama sakın onlara yaklaşmayın. Belli etmeden  uzaktan takip edin, Allah korusun canlı bomba olabilirler.”

         Burak polislerin arasında eve yaklaştığında panzer ve onlarca polisin bulunduğu otobüsten habersizdi.  Birkaç sivil polis otobüsten inip Burak’ı takibe başladı. İki katlı köhne eve yaklaştıklarında balkondaki çamaşırlarda alacalı bulacalıydı. Çamaşırlar arasından kafasını uzatan orta yaşlardaki saçları dağınık kadın oğlunu gördüğünde, korkudan hemen eve girdi,

         “ Bey bey, uyan! Bizim oğlanı polisler getirdi! Yoksa kötü bir olaya mı karıştı?” Burak’ın babası yatağından gözlerini ovuşturarak;   

         “Ne diyon kadın sen!! Burak öyle çocuk değil.” Dediğinde kapıda şiddetli çalmaya başladı. Kapıyı ürkerek açan evin hanımı polislerin arasında oğlunu başı önünde  gördüğünde kaşları çatık, yüzü ise gergindi.  Genç polislerden uzun boylu olanı;

         “ Burak’ın annesi misiniz?”

         “ Evet, oğlumun suçu ne?”

         “ Merak etmeyin, oğlunuzun suçu filan yok. Yalnızca karnesinde çok zayıfı varmış. Babasının dayağından korktuğu için bize başvurdu.”

         “ Ohhh! Aman Allah’ım şükürler olsun!.. Bende suç işledi diye yüreğime inecekti!” sözü ardından babası  pijamayla kapıya geldiğinde,  polis, babasının gözlerinin içine bakarak; 

         “ Sizden isteğim, oğlunuza kesinlikle şiddet uygulamamanız, Burak bize söz verdi, gelecek yıl çok çalışıp zayıfları düzeltecekmiş” dediğinde köşe başındaki panzer ve otobüs içindeki onlarca polis de gelişmeleri uzaktan seyretmeye devam ediyordu…

 

Ertuğrul Erdoğan/Bursa/ Haziran 2010

        

        

 

 

        

 

 

          

        

        

        

( Karne Heyecanı başlıklı yazı ErtğrulErdoğan tarafından 1.07.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu