SARI VE MAVİ OTOBÜS

Türbe yeşiline boyanmış tek katlı ev kasabanın dışındaydı. Küçük bir avlu içinde emme basma tulumba, bir köşesinde at arabasının çıkma iki tekerleği ve onun yanında da üzerinde eskimiş kilimlerden oluşan sedir en az dört-beş kişiyi ağırlardı. Sedirin karşısındaki alanda genelde demir, bakır ve kabloların bulunduğu hurdalık yığını vardı. Evin demir pencereleri ardındaki perdeler ise sürekli kapalıydı. Gündüzleri bile açılmadığı görülürdü. Kasabadan uzak bu evin gelen gideni de pek yoktu.  

Evin reisi yetmiş yaşını aşkındı kısa ve bodur boyu üzerindeki bedeni oldukça şişmandı. Hatta pantolonu düşmesin diye lastik askılık takmayı da ihmal etmezdi. Kafasındaki yeşil takkeyi de hiç çıkarmadığı gibi elindeki uzun kehribar tespihini ağızını oynatarak sürekli çekerdi. Kirli gömleğinin yakası hiç açılmaz, kollarını da havanın sıcaklığına rağmen kıvırmazdı. Kalın çerçeveli gözlüğün ardında gözleri görünmese de kalın kaşları,  gözlerinin kahverengi veya siyaha çaldığını ele veriyordu.  

Adamın alın çizgileri öbek öbekti. 

Karısı siyah çarşaflar içinde zayıf görünümlüydü. Yüzünü çevrede gören de pek yoktu. Bir keresinde postacı kasabanın kahvesinde ondan bahsederken,  kadının kalın kaşlarını gördüğünü ve gözlerinin de küçük ve kirpiklerinin de uzun olduğunu söylemişti. Evin kadını çamurlaşan lastik ayakkabılarını emme basma tulumbanın önünde temizlerken kocası hiddetle bağırdı: “Hanım ne duruyorsun bak ezan okunuyor, getir benim abdest sinimi” dediğinde, kadın, elinin çamuruna aldırış etmeden tası tulumbanın yanına koymasıyla kaybolması bir oldu. Birkaç dakika içinde evin kapısında belirdiğinde geniş sininin ortasındaki yeni kalaylanmış güğümü de zor taşıyordu.  Siniyi yere koyduğunda belini tuttu. Adam, sesli duaları arasında karısının ibriği dökmesiyle abdestini tamamladı. Eşinin verdiği işlemeli sararmış havluyla abdestten ıslanan yerlerini itinayla kurutuyordu.  Kulağının ıslaklığını da serçe parmağının ucuyla temizleyip, köstekli saatine baktığında akreple yelkovan,  on ikinin üstünde birbirine karışıktı.

Kapıda beliren büyük kızı, sinide biriken suları ağaca döken annesine tiz sesiyle bağırdı:

“Anne önlüğümü yıkamadın mı?”
“Gızım daha yeni yıkadım onu! Ne çabuk kirlettin?” dediğinde kafasına takkesini takan babası: “Kız kısmısı okuyup da ne olacak ki?” diyerek namaz kılmak için eve girdiğinde annesi: “He ya!” diyerek kocasını onaylıyordu.  Annesi tulumbayı birkaç kez pompaladıktan sonra urgan gibi akan suyu, tasına doldurup lastik ayakkabısını temizlemeye devam etti.

Sahi çocukları tanıtmayı unuttuk. Evde beş çocuk yaşıyordu. Dördü kız, biri erkekti.  Hani biraz önce kapıda annesine seslenen kızın adı Kezban’dı,  evin de en büyük kızıydı. On dört yaşında yeni de regl oluştu. İlk olduğunda gördüğü kandan çok korkmuştu. Annesine sıkıla sıkıla anlatsa da cinsellik hakkında tam da istediği bilgiyi alamamıştı. Diğer kızlar arasında da ikişer yaş farkı vardı. İlkokulu yeni bitiren Esma sarışındı. Ondan büyüğünün adı Elif ise orta bire gidiyordu. Orta üçe giden Ayşe ise liseye geçeceği için heyecanlıydı. Evin tüm kızları bir odada, diğer altı yaşındaki Muhammed ise ayrı odada kalıyordu. Babasının sıkı tembihi vardı. Muhammed’in geceleri kızları yataktayken kesinlikle onların odasına girmesi yasaktı. Bir keresinde babası kızlar yataktayken Muhammed’i görüp azarı patlattığında, kızlar da korkudan yorganlarından başlarını çıkartamamıştı.

Kızlar, başörtülerini takıp hep birlikte okullarına gittiklerinde Muhammed evde yalnızdı.  Bahçeden dışarıya çıktığında çevresinde kimsecikler yoktu. Uzaklara baktı. Birkaç ağacın bozkırdaki yalnızlığına takıldı. At arabalarının üstüne çıkıp hayalinde atlara “Deh!” dediğinde öylesine hızla yol alıyordu ki, atlara “Çüşşş!” bile diyemedi. Bilmediği diyarlardan geçti. Evleri ve kendi yaşıtı çocukları evlerinin bahçelerinde kızlı-erkekli oynarken gördü. Apartmanlardaki perdelerin ardındaki aydınlığa baktı. Balkondaki annelerin parklardaki çocuklarına olan ilgisini izledi. Bisiklet üstündeki çocukların gülüşlerine takıldı… “Deh!” , “Deh!” diye bağırmaya devam ettiğinde babası yanına gelip sertçe, “Delirdin mi oğul?” sözlerini işitmiyordu.  Muhammed gözlerini açtığında bir kelebek gibi avuçlarından uçup giden hayallerine üzülmüştü.

Babası bir kez daha:

“Oğlum dellendin mi? Atları olmayan arabaya ne dehleyip duruyorsun?” dediğinde,  Muhammed at arabasından korkuyla inip,  hızla avluya geçti. Bir köşeye çömelip oturduğunda yerden aldığı çubukla toprağa öylesine şekiller yapıyordu. 

Annesi avluya doğru, “Muhammed okul vakti yaklaştı!” diye bağırdığında, babası, “okuyup da ne olacaklar ki, oğlan hele bir ilkokulu bitirsin, hemen onu İmam Hatip’e verecem. Bir de Camimize hafız oldu mu, deme keyfime!” diyerek bahçeye doğru seslendi. “Hanım, hadi hazırlan evde bir şey kalmadı çarşıya çıkalım!” dediğinde karısı, yerleri süpüren siyah çarşafıyla hazırdı. Muhammed’i de hazırlayıp yola koyulduklarında yağmurda hafiften çiseliyordu. Şehre giden otobüsler de kasabadan kalkıyordu. Kadın örtüsüne sıkıca bürünmeye çalışsa da yağmur şiddetini gittikçe artırıyordu. Kocasına sokulmak istedi. Yapamadı, zaten yapmazdı da kasabalı görse hemen ayıplardı. Kadın oğluyla birlikte kocasının on metre arkasından gittiğinde, adam ardına bile bakmadan hızlı adımlarla arayı gittikçe açıyordu. Bir ara geriye bakıp: “Acele edin! Ayağınızın altında yumurta mı var!” diye seslendiğinde Muhammedin’in lastik ayakkabısı çamura saplanmıştı. Baba geri gelip oğlunu çamurdan kurtardığında, ayakkabısının tekide çamurda saklıydı. Adam, hızlanan yağmur arasında ıslanan yüzünü silip ayakkabıyı kurtardığında,  Belediye’ye ‘yolları yapmadı’ diye içinden küfür etti.

Muhammedi okula bıraktıklarında kasabanın durağına gelen karı koca belediyenin otobüsüne birlikte binmek istediklerinde pala bıyıklı şoför:
“Bu sarı şeritli otobüs yalnızca kadınlara mahsustur. Erkekler arkadan on dakika sonra kalkacak olan mavi şeritli otobüse binmek zorundalar.”
“Allah Allah! Yeni mi çıktı bu adet?”
“He ya! Haberiniz yok mu? Hiç mi haber izlemezsiniz! Hükümet yeni karar aldı. Artık her yer haremlik-selamlık olacakmış. Hani fena da olmadı değil mi?”
“İyi de benim hanımın okuması yazması yoktur. Nerede ineceğini de bilemez ki!”
“Yassak beyim yassak! Hükümetin kararı bu, ben ne yapayım!” Dediğinde adam karısına çaresizce bakıp: “Hanım işittin, sen bari bin,  bende arkadan gelecek otobüsle gelirim. İlk köprüden sonraki üç durağı geçince kırmızı beyazlı bir alışveriş merkezini göreceksin. Daha öncede gelmiştik, orada in, beni bekle!” diyerek kafasını sallasa da içinden “Hiç de fena olmadı ya” diyerek otobüse binen eşine baktı. Karısının  orta sıralarda pencerenin kenarında çarşafının arasından güldüğü yalnızca gözlerinden belli oluyordu
Otobüsler aynı duraktan geçtiğinde,  karı kocada alışveriş merkezinin önünde buluştu. Mağazanın içinde mor ve yeşilden oluşan parlak renkli başı örtülü kızlar görev başındaydı. Aldıkları birkaç zaruri ihtiyaçları tekerlekli sepette koysalar da sepet kelek kalıyordu. Kasaya yaklaştırdıklarında bayan kasiyerin bulunduğu kasaya geçmek isteyen adamı görevli uyardı:
“Amca siz mi yoksa eşiniz mi ödeme yapacak?” dediğinde, delikanlının ne demek istediğini anlayamadı. “Tabii ben” dediğinde, görevli:
“Amca o zaman sizi şu erkek kasiyerin olduğu bölüme alalım” 
“Hayırdır! Daha düne kadar kızlı - erkekli kasalara ödeme yapıyorduk!”
“Şirketimiz yeni karar aldı, artık bundan sonra böyle…” dediğinde çıkardığı kartını erkek kasiyere uzattı. Eşine:
“Ya hanım, yine borçlandık! Maaşlara da adam akıllı bir zam gelmiyor emme hükümetin bir bildiği vardır…” diyerek poşetle birlikte sarı şeritli otobüste durağa yaklaşmıştı. Adam:
“Evladım bayan mı erkek mi?”
“Amca sarı şeritli otobüsler bayanlara…”
“Yine mi ben sonra bineceğim?”
“Arkadan on dakika sonra gelecek olan mavi otobüs de erkeklere…” dediğinde kadın poşetlerden küçüğünü alıp otobüsün ön koltuğuna oturdu.  
Adam otobüse binen karısına, “Kasabamızın camisindeki durakta beni bekle” dediğinde,  kadın çarşafın içinde kaybolan kafasını salladı. Adam,  on beş dakika sonra gelen mavi şeritli otobüse bindiğinde,  içeride çalan ilahi müziğin sesi de oldukça yüksekti.  Adam otobüsten indiğinde Caminin önündeydi. Çevresine baktı, karısını göremedi. “Ya havle!” çekip bekledi. Ne gelen vardı ne de giden. Durakta bekleyen yaşlı adama, “Sarı Otobüs” geçti mi? Diye sorduğunda, “He” yanıtından başka bir şey işitmedi.
Saatine baktı, elindeki poşetle durağın eskiyen tahta kanepesine yorgun bedenini bıraktı. Sokakta geçenlere baktı, kadınların hepsi çarşaflıydı. Kadınlar karşı kaldırımdan, erkekler ise yanı başından gidiyordu. 
Uzun süre bekledi. Önünde duran sarı otobüsün şoförüne:
“Bir önceki sarı otobüs yoksa kaza filan mı yaptı, benim hanım ondaydı da…”
“Bey amca ben ne bileyim, bak içerisi bayan dolu, soru filan sormayın bana ceza mı yedireceksin!” yanıtını alınca kafasını kaşıyarak tekrar poşetinin yanına geldi. Poşetten çıkardığı meyve suyunu içmeye başladığında kan şekeri de yerine geliyordu. Heyecanı da gittikçe artıyordu. Durağın birkaç metre ilerisindeki köhne bakkala gidip evini aradı:
“Kızım anan geldi mi?”
“Hayır, baba, bizde yeni geldik, evde kimseyi bulamayınca şaşırdık. Nereye gittiniz ki?”
“Kızım evde hiç bir şey kalmamıştı. Ananla birlikte çarşıya geldik. Alış-veriş yaptık. Eve ayrı otobüslerle dönmek zorunda kaldık. Anan benden önce bindi. Emme buluşamadık. Şimdi kasabanın camisi önünde onu bekliyorum.”
“Baba, annemin okuryazar olmadığını biliyorsun, neden birlikte gelmediniz ki? Şimdi nerede indiğini de bilmez ki! Hay Allah!” deyip telefonu kapattıktan yarım saat sonra babasının yanındaydı. Babası:
“Kızım ne bileyim ben, yeni kanunmuş! Artık kadınlarla erkekler ayrı ayrı gidecekmiş!” 
“Bari polise bildirelim!” 
“Sende poşeti al kadınların bulunduğu karşıya geç, birde ahlak zabıtasından ceza yemeyelim!”
“Ah baba ya,  ne günlere kaldık!”

Ertuğrul Erdoğan
Kasım 2013/Bursa
www.erdoganlaedebiyat.com

( Sarı Ve Mavi Otobüs başlıklı yazı ErtğrulErdoğan tarafından 22.11.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu